Aradan on üç yıl geçmesine rağmen Suriyelilere yönelik hayatın pek çok alanında şiddeti artan ırkçı söylemlere şahit oluyoruz. “Her yerde bu Suriyeliler var, onları görmek istemiyorum artık memleketlerine gitsinler” gibi Suriye’den gelen Müslüman kardeşlerimizi aşağılayıp rencide eden pek çok çirkin söylemler duyuyoruz. Mübarek Ramazan ayının gelişi Müslümanlara kardeşliği, ümmet olma bilincini hatırlatırken maalesef ırkçılık hastalığına yakalananlar kin ve nefret dolu bölücü tavırlarına devam ediyorlar. Suriyeli Muhacir kardeşlerimizi, Türkiye’ye göç etmek zorunda bırakan “Arap Baharı” olarak isimlendirilen olayların yıldönümü yaklaşırken, onların neden Suriye’deki evlerini-barklarını, topraklarını terk ettiklerini hatırlayalım.
Arap Baharı, tüm Arap dünyasında zalim yöneticilere karşı baş gösteren mitingler, protestolar, halk ayaklanmaları ve silahlı baş kaldırılardır. Birçok uzman, eşi görülmemiş bu halk hareketini, Arap dünyasında yaşanan en büyük değişim olarak yorumlamaktadır. Birçok ülke, kuruluş ve alanında uzman kimseler, hareketlerin farklılığı ve sürekli sancılı, çalkantılı değişimi bahar olarak benimsemişlerdir ve bu halk hareketine “Arap Baharı” demişlerdir. Hizb-ut Tahrir ise bu İslami kalkışı “Kutlu Kıyam” olarak isimlendirmiştir.
İsterseniz şimdi gelin Arap Baharı’nın, Suriye’de yaşanan sürecine ve etkilerine kısaca bir göz atalım: Tarih 18 Aralık 2010’u gösterdiğinde; Muhammed Buazizi isimli bir şahsın kendisini yakması, Tunus’ta ilk kıvılcımı çakmıştı. Arap Baharı, on dört ay gibi kısa bir sürede Afrika’nın Kuzeyi ile Doğusu, Arap Yarımadası ve Ortadoğu’da meydana gelen büyük bir coğrafyada yirmiden fazla ülkeyi etkisi altına almıştı. İslam toprağı olan bu beldeler içerisinde Tunus, Libya ve Mısır’da bu kıyamın neticesi olarak her biri en az çeyrek yüzyıllık olan zalim yönetimler son bulurken diğer beldelerde bu kıyamın etkileri ve neticeleri daha hafif olmuştu. Tamamen İslami talepler içeren ve İslami duygularla daha da güçlenen bu kıyamın, başlamasının ardından harekete geçen batı, ajanlarının yardımıyla bu ayaklanmaları İslami eksenden uzaklaştırarak bazı siyasi değişiklikler ve ekonomik iyileştirmelerle Suriye dışında birçok beldede hafifletmeyi başarmıştı.
Hiç kimse, Tunus’ta çıkan ilk kıvılcımla başlayan bu ayaklanmaların, daha sonra Suriye’ye kadar uzanarak şanlı bir kıyama zemin oluşturabileceğini ve o şanlı kıyamın da İslami bir inkılâp hareketine dönüşebileceğini o günlerde tahmin etmemişti. Kâfirlerin planları her defasında zalim Esad yönetimine karşı, İslami bir duruşla dimdik ayakta duran “muhalif” Suriye Müslümanlarına ve ellerindeki sınırlı imkânlarla teslim olmaya ve gayri İslami çözümlere boyun eğmeye karşı, şahadeti çoktan tercih etmiş olan mücahitlere takılmıştı. Bu nedenle başta ABD olmak üzere, batılı kâfirlerin Suriye üzerindeki askeri ve siyasi açıdan uygulamaya çalıştıkları planlar neticesinde bugün kıyam, İdlib gibi küçük bir bölgeye sıkışmıştır. Dolayısıyla Esad rejimi ayakta kalmıştır.
Cenevre Anlaşmasının ve yapılan bazı ittifakların ardından ABD’nin Suriye üzerinde eli daha da güçlenmiş ve her geçen gün Rusya’nın da açık desteğiyle Esad zaliminin Müslümanlar üzerindeki kıyımı şiddetlenmişti. Dönemin ABD Başkanı Barack Obama'nın, kimyasal silahları kullanması durumunda Suriye'nin sonuçlarına katlanması gerekeceğini söylediğini belirten ABD savunma bakanı Panetta: “Tüm dünya, gelişmeleri yakından izliyor. Eğer Esad rejimi, kendi insanları üzerinde kimyasal silah kullanırsa bu çok korkunç bir hata olur. Böyle bir eylemin sonuçlarının neler olabileceğiyle ilgili yorum yapmayacağım. Ancak kimyasal silahların kullanılması, bizim açımızdan kırmızıçizginin geçilmesi anlamına gelir.” ABD, bu açıklamalar ve ortaya koymuş olduğu “kırmızıçizgi” ile Suriye’ye müdahale konusunu kendi kontrolüne almayı başarmıştı.
Sonuçta; iç savaşta şu ana kadar büyük çoğunluğu, Esad rejimi ve rejime destek veren güçler tarafından düzenlenen saldırılarda olmak üzere yüz binlerce sivil katledilirken, milyonlarca Suriyeli yerinden edilerek sığınmacı durumuna düşmüştür. Suriye’deki kaotik ortamdan, başlarına yağan fosfor bombalarından canlarını kurtarmak için doğduğu toprakları terk etmek zorunda kalan Müslüman kardeşlerimizi karalayıp, aşağılayıp, hakaret edenler önce onları anlamaya çalışmalıdır. Bütün bu yaşananların suçlusu onlar mı, insanlara uygulanan batıl sistemler ve onlara ajanlık eden yöneticiler mi? Konuya yönelik doğru bir siyasi tahlil yaparak gereken tavır takınmalıdır. Beş aydır Müslüman kardeşlerimizin Gazze’de yaşamakta olduğu zulmün bir benzerini, 2011 yılında da Suriyeli kardeşlerimiz yaşadılar.
Uluslararası güçlerin askeri hesaplaşma alanı haline gelen Suriye'de, İdlib’e sıkışmış bir şekilde çatışmalar devam ediyor. Suriye'de sonlanmamış savaş, insanlar için hala istikrarsızlık unsuru olarak devam ediyor. Henüz huzur, güven, mutluluk ve refah verecek bir ortam oluşmadığından toprağına dönemeyen göçmen kardeşlerimiz için hayatı kolaylaştırmaya yardım edelim. Ümmeti bölüp, parçalayıp kardeşlik bilincini yok etmek isteyen ırkçı zihniyetlere Rabbim fırsat vermesin. Ümmeti yeniden diriltip ayağa kaldıracak olan izzet, şeref ve onurlu hayatı bize yeniden kardeşçe yaşatacak olan Hilafet Devleti çatısında toplanmak duasıyla hayırlı Ramazanlar dilerim. Allah(svt) şöyle buyurmaktadır:
اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ فَاَصْلِحُوا بَيْنَ اَخَوَيْكُمْ وَاتَّقُوا اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُون
“Müminler ancak kardeşlerdir. Kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkup sakının. Umulur ki merhamete nail olursunuz.” [Hucurat 10]