Hizb-ut Tahrir Türkiye Haftalık Değerlendirme Toplantısı - [28 Temmuz 2019]
29 Temmuz 2020

Hizb-ut Tahrir Türkiye Haftalık Değerlendirme Toplantısı - [28 Temmuz 2019]

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu Başkanı Mahmut Kar, gündem değerlendirme toplantısında gündemi etkisi altına alan Hilâfet tartışmalarına ve İstanbul Sözleşmesi konusuna değindi.

Hilâfet’in Müslümanların değişmeyen, tek gündemi olduğunu söyleyen Kar, Ayasofya Camii’nin ibadete açılmasına Müslümanlar nasıl sevinmişse bundan çok daha fazla sevinecekleri şeyin Hilâfet Devleti’nin ikamesi olacağını söyledi.

Hizb-ut Tahrir Türkiye olarak önceki akşam akşam Twitter üzerinden gündeme getirdikleri ve kısa sürede Türkiye gündeminde birinci sıraya yükselen “#HilafetHayalDeğildir” hashtag’inden bahseden Mahmut Kar, özellikle TV programlarında ve köşe yazılarında yapılan Hilâfet tartışmalarının omurgasızlığına vurgu yaptı.

Ayasofya Camii’nin açılışının gölgesinde bırakılmak istenen İstanbul Sözleşmesi’nin bozukluğunu da gündemine alan Mahmut Kar, Hükümet’in Ayasofya açılışıyla bu sözleşmenin zararlarını örtemeyeceğini, bu konuyu gündemden düşüremeyeceğini söyledi.

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu Başkanı Mahmut Kar tarafından dün akşam gerçekleştirilen Haftalık Değerlendirme Toplantısının tam metnini istifadenize sunuyoruz:

HİLÂFET MÜSLÜMANLARIN DEĞİŞMEYEN GÜNDEMİDİR!

Bu hafta Müslümanların gündeminde olan iki önemli hususu konuşacağız. Biri hayırlı diğeri şerli, iki konu… Biri Müslümanların talebi olan Hilâfet, diğeri Müslüman aileyi yok eden İstanbul Sözleşmesi konusu…

Önce hayırlı olanla başlayalım… Biliyorsunuz, Ayasofya’nın ibadete açılmasıyla Türkiye kamuoyu sıcak bir tartışmayı yeniden gündemine aldı. Laiklik ve Hilâfet tartışmaları çok yoğun bir şekilde devam ediyor. Biz geçen hafta gündem değerlendirme toplantımızda “Ayasofya’nın ibadete açılmasını Müslümanların coşku ile karşılamalarını çok ama çok önemsiyoruz.” demiştik. Hatta “İnşallah Ayasofya’nın gelişi, Hilâfet’in gelişinin habercisidir. Allah’ın her şeye gücü yeter!” dedik. Ki, Hilâfet Türkiye’nin gündemine bir dergi kapağı ile yeniden girdi ve Müslümanlar Hilâfet’i konuştular. Hilâfet’e olan özlemlerini, Hilâfetsiz geçen bir asırda neleri kaybettiklerini konuştular.

Hizb-ut Tahrir Türkiye olarak dün akşam Twitter’da gündeme getirdiğimiz “#HilafetHayalDeğildir” hashtag’i Türkiye gündeminde uzun süre birinci sırada kaldı ve on binlerce tweet atıldı. Ayasofya’nın açılmasından sonra başlayan ve devam eden bu tartışmada, Hilâfet gündeminde biz üç gruba ve üç farklı görüşün varlığına şahit olduk. Birinci grup; kör bir cehaletle laikliği savunan, “Türkiye laiktir laik kalacak!” ezberini tekrarlayıp duranlardan oluşuyor. İkinci grup; İslâmi kimlikleriyle tanınmalarına rağmen laik kesimlerin tepkisinden korktukları için “şimdi zamanı değil, bu bir provokasyon, bu zamanda Hilâfet olmaz” diyenlerden oluşuyor. Üçüncü grup ise samimiyetle ve cesaretle, geri adım atmadan Hilâfet’i ve İslâm’ın değerlerini savunan, Hilâfet çağrısı yapan ve ulvi değerlere davet edenlerden oluşuyor.

Öncelikle laik Kemalistlerden oluşan kesime seslenmek istiyorum: Mustafa Kemal, Lozan Anlaşması gündeme gelmeden önce, Kurtuluş Savaşı için asker ve para toplamak için Anadolu’yu gezerken, şehir şehir kongreler düzenlerken, meclisi kururken ve hatta meclis açılırken ne dedi? “Hilâfet için yola çıktığını, Hilâfet için asker topladığını, Hilâfet için meclisi açtığını” söylemedi mi? Söyledi! Anadolu insanı, yani bizim atalarımız bu sözlere inanarak Hilâfet’i ve topraklarını düşmandan kurtarmak için kanını dökmedi mi? Canını vermedi mi? Verdi! Babalar evlatlarının yetim, eşlerinin dul kalmasına aldırış etmeden cepheye koşmadılar mı? “Allah! Allah!” nidalarıyla düşmanla savaşmadılar mı? Savaştılar! Sonra ne oldu? Sonrası tam bir ihanet! İngilizlerle anlaşıldı, şehitlerimizin kanı, gazilerimizin onuru az bir değere satıldı! Hilâfet’i ve Anadolu topraklarını kurtarmak için dökülen kanlara ihanet edildi. Hilâfet için asker ve para toplayanlar Hilâfet’i kaldırdılar! Fransa’dan laiklik getirildi. İngiltere’den parlamenter sistem, bayrağında Haç işareti olan İsviçre’den medeni kanun, Almanya’dan ticaret kanunu, İtalya’dan ceza kanunu alındı. Halkın değerleri hiçe sayıldı ve Batılı kanunları uygulamak için demir yumrukla yıllarca diktatörlükle yönetildi bu halk. “Hayır” diyen var mı bu söylediklerimize? Öyle olmadı mı? Camiler ahıra çevrilmedi mi? Şapka takmayanlar darağaçlarında sallandırılmadı mı? Bunları kim yaptı, Kemalist Cumhuriyetçiler… Ne ile yaptılar, cumhuriyet kanunları ile yaptılar.

Bugün hayâsızca İslâm’a saldıran bu laik kesim, Kurtuluş Savaşı’nda Hilâfet için kan dökmüş can vermiş Müslümanların kayıp çocuklarıdır. Beyinleri yıkanmış, düşmanına âşık olmuş, onun gibi yaşamaya başlamış, onun sözlerini tekrarlayınca konuştuğunu zanneden zavallılar hâline dönüşmüş kayıp nesillerdir bunlar...

O hâlde siz ey laik Kemalistler! Size sesleniyorum: Bu hayatta insan ırkının en nefret ettiği şey nedir biliyor musunuz? İhanettir! Verilen sözlerin yerine getirilmemesidir! Yalandır, aldatmadır. Düşmanla birlik olmaktır, dostu sırtından hançerlemektir. Düşmana âşık olmaktır. Düşmanlarına benzemek için halkından ve değerlerinden vazgeçmektir. İşte siz tam ifadesiyle busunuz! Siz, bu halkın gerçek düşmanı olan sömürgeci kâfirlerin tutan eli, konuşan dilisiniz! Müslüman halkın düşmanları Batılı kâfirler, Müslümanları sizin elinizle cezalandırıyor. Batı varlığını ve menfaatlerini sizin elinizle koruyor. Laiklik ve demokrasi gibi küfür fikirlerini sizin dilinizle pazarlıyor. Siz ise gerçekte kime hizmet ettiğinizi bilmeden, Allah’ın size bahşettiği beyin nimetini kullanmadan, onların maşası olmaktan, onlara benzemekten, onlardan bir parça olmaktan gurur duyuyorsunuz. İşte sizin gururunuz da onurunuz bu kadar! Batılı sömürgecilerin menfaatleri kadar!

Kıymetli Müslümanlar!

İkinci olarak, laiklerin vereceği tepkiden korkarak Müslümanların 100 yıllık özlemlerine, söylemlerine ve haklı taleplerine karşı duranlara sesleniyorum. Müslümanların Hilâfet talebini yersiz bulan, hak ile batılın arasında durarak kendi varlığını garanti altına aldığını sanan kesimlere sesleniyorum. Bu hayatta daha kaybedecek neyiniz var, neyiniz var ki –hâşâ- Allah’tan korkar gibi laik Kemalistlerden, Avrupa’dan, Amerika’dan korkuyorsunuz? Onlar bir hiç! Korkulması gereken tek kuvvet, tek merci Allah Subhanehu ve Teâlâ! Bu ürkek, bu korkak tavrınız onları daha da cesaretlendiriyor farkında mısınız? Attığınız her geri adımda onlar bir adım daha ileri gidiyor görmüyor musunuz? Nitekim tam da Hilâfet yoğun bir şekilde tartışılırken AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik çıktı ve “Türkiye Cumhuriyeti, demokratik, lâik ve sosyal hukuk devletidir.” dedi. “Cumhuriyetimiz hepimizin ortak çatısıdır. Cumhuriyetimiz tüm nitelikleriyle gözbebeğimizdir.” dedi. “Sosyal medyada siyasal rejimimizle ilgili ortaya çıkan sağlıksız tartışma ve kamplaşma, Türkiye’nin gündemi değildir.” diye de ekledi.

Sayın Çelik! Halkın gündemini siz mi belirliyorsunuz? Bu halk Hilâfet istediğini açık bir şekilde beyan ettiği takdirde ne yapacaksınız? Hangi tarafı seçeceksiniz; halkı mı, laik Kemalistleri mi? Bakınız MAK Araştırma Şirketi’nin 2017 yılında yaptığı bir kamuoyu araştırmasına göre halkın %53’ü başlarında bir halife görmek istediğini söylemiş. Halife görmek istemediğini söyleyenlerin oranı ise %40. Hani her fırsatta dilinizden düşürmediğiniz demokrasi var ya, işte o demokrasinin temel ilkelerine göre halkın çoğunluğunun talebi kabul edilmesi gerekmiyor mu?

İşte size buradan hodri meydan! Haydin halka gidin! Hilâfet isteyip istemediklerini Müslüman halka sorun! Ama bunu yapamazsınız! Çünkü sizin halkın temsilcisi olma iddianız, en az laik Kemalistlerin ülkenin sahibi olma iddiaları kadar gerçek dışıdır. Siz bu halkın gerçekten temsilcisi olsaydınız, %99’u Müslüman olan bu halka küfür sistemi olan cumhuriyeti değil Hilâfet’i sevdirirdiniz. Siz gerçekten halkı temsil etseydiniz, atalarınızı İstiklal Mahkemelerinde haksız yere yargılayıp asan cumhuriyete “gözbebeğim” demezdiniz. Bu halk Müslümandır ve bu halkın gözbebeği İslâm’dır, ciğerparesi ise Hilâfet’tir. Müslüman İslâm ile bakar, Hilâfet ile yaşar…

Kıymetli Müslümanlar ve Sayın Basın Mensupları!

Hilâfet dünya Müslümanlarının tek devlet çatısı altında birleşmesidir. Ordularının birleşmesi, yer altı ve yer üstü zenginliklerinin, iş gücünün, ekonomisinin birleşmesi ve tüm Müslümanların hizmetine sunulması demektir. “Hilâfet” demek; “tek devlet” demektir, “tek toprak” demektir, “tek bayrak” demektir, “tek ümmet” demektir, “tek kuvvet” demektir. Hilâfet, hem tarihî bir gerçekliliktir hem de şer’î bir sorumluluktur. Bu hâliyle bir Müslümanın “ben Hilâfet istemiyorum, ben Allah’ın kanunlarının uygulanmasını istemiyorum” demesi düşünülebilir mi? Bir Müslümanın “ben Batı’dan alınmış küfür kanunlarının tatbik edilmesini istiyorum” demesi söz konusu olabilir mi? Kendisini Müslüman olarak tanımlamış bir kişi nasıl böyle bir söz söyleyebilir? Söylemez! Söyleyemez! Biz biliyoruz ki Müslümanlara Hilâfet hep yanlış anlatıldı. Hilâfet hep kötülendi ancak o devirler artık geride kaldı. Hizb-ut Tahrir 67 yıldır Müslümanlara Hilâfet’i anlatmakta ve Hilâfet’i kurmak için çalışmaya davet etmektedir. Artık Hilâfet İslâm ümmetinin değişmeyen gündemidir.

Evet; Hilâfet’i konuşmak, Hilâfet’e çağırmak, Hilâfet’i tartışmak kor bir ateşi avuçlamak gibidir. Hilâfet yolu Sünnetullah yoludur. Bu yol zordur, meşakkatlidir ama izzetlidir de şereflidir de elhamdulillah… Allah’ın izniyle onun kurulması yakındır! İşte o zaman kâfirler, müstekbirler, zalimler, münafıklar üzülecek; Müslümanlar sevinecektir. O zamana kadar sizleri Hilâfet’i gündemde tutmaya davet ediyoruz. Hilâfet’i anlatmaya, Hilâfet’i kurmak için çalışmaya davet ediyoruz.

Sakın ama sakın savunmaya çekilmeyin! Sakın ama sakın geri bakmayın! Daima ileri!

Koşun, yürüyün, sürünün ama oturmayın, çalışın!

لِمِثْلِ هٰذَا فَلْيَعْمَلِ الْعَامِلُونَ

“Çalışanlar işte bunun için çalışsın!” [Saffat 61]

YOKSA MÜSLÜMANLARI OYALIYOR MUSUNUZ?

Üzerinde çok konuştuk, tehlikesini çok anlattık, “aileleri dağıtıyor” dedik, “gençliği ifsat ediyor” dedik… Dertlendik, elhamdulillah Müslümanları da dert sahibi ettik. Dert sahibi oldular ki onlarda konuşmaya başladılar ve bu sözleşmenin tehlikesini gördüler.

Sonra da Cumhurbaşkanı Erdoğan bir MYK toplantısında “İstanbul Sözleşmesi” ile ilgili bazı sözler sarf etti, “Çalışıp, gözden geçirin, halk istiyorsa kaldırın.” dedi. “Halkın talebi kaldırılması yönündeyse, buna göre bir karar verilsin. Halk ne derse o olur” şeklinde tabanı teskin etmeye yönelik popülist ifadeler kullandı. Cumhurbaşkanı’nın bu talimatından sonra Avrupa tarafından fonlanan ve Batı’nın desteğiyle faaliyet gösteren marjinal feminist örgütler ve kadın dernekleri harekete geçti. Asıl amaçları Batı’nın dikte ettirdiği tüm ahlaksızlıkları topluma yaymak ve aileyi parçalamak olan bu kuruluşlar medya ile koordineli çalışıyorlar. Bu gruplar, vahşi cinayetlere kurban giden kadınların cenazeleri üzerinde adeta tepinerek İstanbul Sözleşmesi’ni, savunmayı sürdürüyorlar. Oysa 2011’de sözleşme imzalandığında kadın cinayeti sayısı 121’di, 2019 yılında bu sayı 474’e yükseldi.

Şimdi siyasi partilere ve iktidarda olanlara soruyorum: Bu cinayetlerin artış sebebi ne? Bu, kimin eseri? Genç yaşta evlenenleri ayırıp aileleri dağıtmak, babaları 6284 sayılı yasa ile evlerinden uzaklaştırmak, eşcinselliği özendirip sapkın derneklere konuşma ve çalışma hakkı vermekle neyi arzuluyorsunuz? Ben söyleyeyim: Aileyi ve ahlakı yok etmeyi arzuluyorsunuz! Bu hâlinizle İslâm’a savaş açıyorsunuz! Bakın, bu halkı sömüren sermayedarlar da devreye girdi; Borusan, Sabancı Holding, Koç Holding vs… Bunlar, İstanbul Sözleşmesi’nden geri adım atılmaması yönünde iktidara adeta muhtıra vererek sürece katıldılar. Ahlaksızlığı savunmak ve bozuk fikirleri topluma aşılamak için STK’lar birbiriyle yarışıyor. Yahu gâvur Polonya bile “Katolik aile geleneklerine aykırı” diyerek İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmeye hazırlanıyor. Batılı bir devletin adalet bakanı bile “okullarda çocuklara toplumsal cinsiyetin öğretilmesini zorunlu kıldığı” gerekçesiyle sözleşmeyi zararlı gördüklerini söylüyor. Siz daha hâlâ “bakın, çalışın, halk ne istiyorsa onu yapın” diyorsunuz. Söz değil, icraat lazım, icraat… Acele etmek lazım yoksa ailenin kökü dinamitleniyor. Neyi bekliyorsunuz? Bir ifsat projesi olan İstanbul Sözleşmesi’ni feshetmeyi ve topyekûn uygulamadan kaldırmayı düşünmüyor musunuz? Yoksa Müslümanları oyalıyor musunuz? Bakın bu sizin vereceğiniz sınavların en önemlisidir, söyleyeyim. Sadece kaybettiğiniz, size tepki gösteren tabanınızı yeniden kazanmak ve mevcut oy deposunu teskin etmek için bunu yapıyorsanız -ki görünen o-, yazık sadece yazık…

Unutmayın ki Ayasofya, İstanbul Sözleşmesi’ni örtmez. Yok olan aile kurumu, katledilen insanlar, çöken ahlak hiç mi umurunuzda değil? Demek ki değil! Bunu görüyoruz ve sizleri de uyarıyoruz, bu halkı kandırmayın ve gerekeni yapın! Kadın cinayetlerinin sebebi sistemin kendisi… İstanbul Sözleşmesi olsa da olmasa da bu sistem var olduğu müddetçe vahşet ve cinayetler bitmez. O hâlde çekin bu sözleşmeden imzayı, çekin İslâm’ın kale olarak gördüğü aileden ellerinizi…

Kıymetli Müslümanlar sizleri de uyarıyoruz!

Ailenize, neslinize, topluma ve bilhassa İslâm’a sahip çıkın! İslâm düşmanı bu sözleşmeyi toptan reddedin ve Allah’ın ipine sımsıkı sarılın.

Rabbimden, aileleriniz ile önümüzdeki Kurban Bayramını huzur ve güven içinde geçirmenizi temenni ediyorum. Şimdiden bayramınızı tebrik ediyoruz: Bayramınız Mübarek olsun, Allah’a emanet olun.

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu

___

#HilafetHayalDeğildir

#AileyiNesliToplumuKoru