Siyasi literatürde belli bir konuda taraflar arasında kabul edilebilir son nokta anlamına gelen “kırmızıçizgi”nin, yöneticilerin dilinde ağırlığı olmayan sıradan bir kavrama dönüştüğüne şahitlik ediyoruz. Öyle ya ülkeyi siyaset edenler, söylem ve kavramların ağırlığından ziyade hitap ettikleri kesimin duygularını yönetmeyi gaye edindiklerinden bu kavramların siyasi ağırlığı onları çok da enterese etmiyor.
14 asır İslâm’ın hâkim olduğu dönem içerisinde ümmeti siyaset eden yöneticilerin çizdiği kırmızıçizgiler, dilde ağırlığı olduğu kadar pratikte de büyük bir mesuliyet gerektirmiş. Her ne kadar dönemler itibariyle kullanılan bu kavramın lafızları farklı şekilde ifade edilmiş olsa da manası aynı kalmıştır.
Özellikle halkın yönetim işini üzerine alan yöneticilerin, öncelikle Allah’ın belirlediği hudutları, kırmızıçizgi olarak görüp bunu aşmamaları gerekir. Buna yönelik teşebbüsler her türlü imkânla engellenmesi gerekir ki dilde ağırlığı, vakıada ise caydırıcılığı olabilsin.
Bakın Allah Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem yaşadığı dönemde gücü elinde bulunduran müşriklere karşı İslâm’ı hâkim kılma mücadelesini, akidesinin ve siyasetinin olmazsa olmazı, yani kırmızıçizgisi olarak görüyordu. Ve bu uğurda başına gelecek her şeyi göze alarak hiçbir tehdit ve icbara boyun eğmeyerek “ya bu din hakim olur ya da ben bu uğurda ölürüm” kırmızıçizgisini koruduğu gibi hiçbir kafire de bu çizgiyi çiğnetmiyordu. Yine Müslümanların iffeti, yöneticinin kırmızıçizgisidir ki buna halel geldiğinde orduların harekete geçirilmesi geciktirilmez. Tıpkı Rasulullah *SallAllahu Aleyhi ve Sellem’*in Beni Kaynuka kabilesini muhasara altına alması, Halife Mutasım’ın orduyu harekete geçirmesi gibi… Bu durum, İslâm’ın kutsal gördüğü her şey için geçerlidir.
Kutsal belde Filistin toprakları Haçlı kâfirlerinin eline geçtiğinde kutsal beldenin kurtuluşunu en öncelikli mesele edinip dahi kendine zül gören şanlı komutan Selahaddin Eyyubi’nin kırmızıçizgisi, kutsal beldenin aslına dönmesi için orduyu Haçlıların üzerine salıp hiçbir bedelden imtina etmemesiydi. Bu öyle bir çizgidir ki, bedeli orduların yok olması, ülkelerin harap olması dahi olsa bundan vazgeçilmez.
Halife Abdulhamid Han’a Filistin toprakları için yapılan muazzam teklif ve tehditlere rağmen bu toprakların bir karışını dahi pazarlık konusu etmeden her türlü bedeli göze alacağını ifade etmesi, bugünkü yöneticilere siyaset dersi olarak verilmesi gerekir ki kırmızıçizgi nedir, nasıl korunur, bunu aşanlarla ticaret mi yoksa savaş mı yapılır, gösterilebilsin.
Türkiye’de yöneticilerin çok konuşup yapmayacakları vaat ve söylemlerde bulunmaları genel hâlleri olmuş maalesef. İç siyasette sağ partiler, İslâm’ın sembollerini siyasetlerine malzeme ederek iktidarlarına payanda kılmaya çalışılar ki, geçmişte başörtüsü, imam-hatip mevzusu, bugünlerde ise tekrardan Ayasofya’nın camiye çevrilmesi meselesi bunlardan bazılarıdır. Sol zihniyetli partiler ise laiklik, Kemalizm, Atatürk gibi düşünce ve şahısları kutsayarak hitap ettikleri kitleyi etkilemeye çalışırlar. Her ne kadar bu cepheler, birbirlerine karşı gibi görünseler de, gerçekte aynı hedefin farklı okları olduğu her akıl sahibinin görebileceği bir hakikattir. Özelikle halkın İslâmi duygularını kullanarak oy devşirme düşüncesi, maalesef seviyesiz ve çizgisiz siyasetin değişmezi oldu.
Dış siyasette, “Filistin meselesinin kırmızıçizgimiz olduğu” söylenir hep. Lakin birkaç gıda yardımının ötesine ulaşmayan bu “kırmızıçizgi”ye karşılık; hiçbir çizgi tanımayan, her gün yeni işgal ve katliama devam eden Yahudi varlığıyla siyasi, iktisadi, askerî ilişkiler artarak devam eder. En son Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) çevrimiçi toplantısında, Filistin’i kırmızıçizgi olarak gördüğü ifade edip Yahudi varlığının işgallerinden bahsetti. Yukarıda ifade ettim: Kırmızıçizgi; sonucunda yok olmaya sebep olsa dahi bedelini ödemeye hazır olmayı gerektirir. Yahudi varlığını tanıyarak, onunla dostluk ilişkileri geliştirip iki devletli –sözde- çözüm planını dillendirerek, ticaret hacmini geliştirerek, “bu varlığa ihtiyacımız var” diyerek sadece aldatıcılığınızı ortaya koyarsınız. Yine bu meseleyi, sorunun kaynağı olan BM, AB, Rusya gibi kâfir kuruluş ve devletlerden medet umarak onlara havale etmeniz de iradesizliğinize şahitlik eder. Hani, 34 ülke ile oluşturduğunuz İslâm ordusu vardı ya -eğer duruyorsa- onu Yahudi varlığının üzerine salarak kırmızıçizgiyi koruyabilirsiniz. Fakat bunca ticaret, anlaşma yapılmışken bunu gerçekleştirmek hayal değil mi?
Sizler bu varlığı tanıdığınız gün, bütün çizgileri kendi ellerinizle kaldırdınız. Bu varlıkla ticareti arttırmanın hesabına girdiğiniz gün, Filistin’e sırtınızı döndünüz. Mavi Marmara davasında üç kuruş tazminata razı olduğunuz gün, bu necis varlığa işgal için daha bir cesaret verdiniz. Askerî anlaşmalar yaptığınız gün, Filistin’in işgaline onay vermiş oldunuz. Amerika’nın iki devletli çözümünü kabul edip koşturduğunuz gün, Mescid-i Aksa’nın ve kutsal beldenin mahremiyetine halel getirdiniz.
Şimdi söyleyin, hangi kırmızıçizgi? Her gün Müslüman kardeşlerimizi katleden, yeni işgallerle oradaki Müslümanların nefes almasını dahi engelleyen, İsra ve Miraç topraklarını kirli postallarıyla kirleten bu varlık ne yaparsa kırmızıçizgilerinizi aşmış olur? Görünen o ki belirlediğiniz hudutlar aşıldıkça geriye çekilip yeni çizgilerle Müslümanları oyalamaya devam edeceksiniz. Hudutlar, ölçüler, çizgiler korunmak için vardır. Geri çekip kâfirden medet ummak, onlarla işbirliği yapmak için değil. Tıpkı 14 asır boyunca Müslümanları idare eden halifelerin bu hudutları koruduğu gibi koruyup izzet ve şerefe ulaşılabilir.
Artık kırmızıçizgi aldatmacasını bir tarafa bırakarak kendinize gelin. Yönetimde, hukukta, iktisatta, eğitimde, ukubatta, dış siyasette, içtimai hayatta Allah’ın çizgilerini, hudutlarını çiğneyerek kutsal hiçbir davanın mücadelesini veremezsiniz. Filistin’in kurtuluşu İslâm’ın tatbik edilip Yahudi varlığının üzerine ordular gönderilerek korunacak bir çizgidir. Bu da bugünkü fesat yönetim ve düzenlerin işi değil, Hilafet Devleti’nin işidir!
___
#KutsallarınıKoruMüslüman
#KudüsBizimdirBizimKalacak
#OrdularKudüse