Korona virüsünün tüm dünyayı etkisi altına almasıyla birlikte çoğu ülkede hayat durdu, sağlık sistemleri çöktü, 2.6 milyar insan evlerine hapsoldu ve işlerine gidemez oldu. Bu durum, doğası gereği krizler üreten ve uzun zamandır krizlerle boğuştuğu hâlde teknolojik rakam ve algı oyunlarıyla çöküşünü perdelemeye çalışan küresel kapitalist sistemin gerçek yüzünü iyice açığa çıkardı. ABD, Çin ve Avrupa ülkeleri acziyet ve şaşkınlık içinde bir tarafta halkın sağlığı, diğer tarafta ekonomilerini ayakta tutmak arasında sıkışıp kaldılar. Görünmez düşman olarak niteledikleri, sadece âlemlerin Rabbinin yaratmaya muktedir olduğu küçücük bir virüse karşı acil eylem planları ile büyük ekonomik kurtarma paketleri açıkladılar. Aynı şekilde Türkiye de bu krizden nasibini aldı. Sosyal hayat bitti, eğitime ara verildi, sokaklar boşaldı. Sağlık ve gıda sektörü, güvenlik birimleri ve insanların zaruri ihtiyaçlarını karşılamak için tedarik zinciri bünyesinde çalışanlar hariç ekonomik hayat durma noktasına geldi.
Buraya kadar yazdıklarım ve daha fazlası herkesin malumudur.
Asıl mesele ise bundan sonra ne olacağıdır. Zira yıllardır ciddi ekonomik kriz içinde olan Türkiye’nin bu karantinada nasıl ayakta kalacağı, insanların işlerini nasıl koruyacağı ve geçimlerini nasıl sağlayacağı sorusu hiç şüphesiz toplum nezdinde en az sağlığın korunması kadar düşünülüp konuşuluyor.
Sosyal medyada gün be gün, an be an tartışmalar yapılarak yöneticilerin atacağı adımlar takip ediliyor.
İşte böyle bir ahval içinde Cumhurbaşkanı Erdoğan “Biz Bize Yeteriz” başlığı altında Milli Dayanışma kampanyası başlattıklarını duyurdu.
Erdoğan konuşmasında, “Amacımız, yevmiye ile geçimini sürdüren kesimler başta olmak üzere, alınan tedbirlerden dolayı mağdur olan dar gelirli vatandaşlarımıza ilave destek sağlamaktır.” dedi. Ardından kampanyayı 7 aylık maaşını bağışlayarak açtığını söyledi. Ayrıca bu süreç içerisinde en büyük katkıyı iş adamları ve hayırseverlerden beklediğini, zekâtlarını Ramazan ayında dağıtmayı düşünen vatandaşların da Ramazan ayını beklemesine gerek olmadığını söyledi.
Hatırlayacak olursanız yakın zaman önce de Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından 100 milyar liralık -sözde- ekonomik destek paketi açıklanmıştı. “Sözde” diyorum, çünkü paketin içeriğine bakıldığında asıl ihtiyacı olan dar gelirli insanlara destek olmaktan ziyade, krizin yükünün toplumun üzerine yüklendiği, devletin alacaklarından vazgeçmek yerine sadece ertelediği, sıradan halkın temel ihtiyaçlarından önce turizm, inşaat, bankacılık, finans vb. sektörler gibi büyük şirketlerin korunmaya çalışıldığı açıkça görülmüştü.
Şimdi de benzer bir şekilde, ancak bu kez “biz bize yeteriz” sloganı altında duyguları okşayan farklı bir üslupla, topun vatandaşa atılarak sorumluluktan kurtulmanın siyasi kurnazlığı yapılmaktadır. Zira 550 çeşit vergi aldıktan sonra “veren el” olması gereken devlet, bu yaklaşımıyla Müslüman halkımızın kardeşlik ve yardımlaşma duygularını istismar ederek yine “alan el” konumundaki yerini korumuş oldu.
Sözlerim yanlış anlaşılmasın, ben burada yardımlaşmaya karşı çıkmıyorum. Elbette ki yardımlaşma her zaman olmalıdır. Özellikle de olağanüstü durumlarda yardımlaşma her Müslümana düşen İslâmi ve insani bir sorumluluktur. Ancak bu yardımlaşma ve paylaşma hayatın normal şekilde seyrettiği zamanlarda servetler dağıtılırken yapılmıyorsa, büyük şirketlerin milyarlarca liralık vergi borçları silinip asgari ücretliden vergi alınırken yapılmıyorsa, insanlar geçinemediği için intihar edip onları faiz yoluyla sömürün bankalar kâr üstüne kâr rekoru kırarken yapılmıyorsa ve devlet erkânı lüks yaşamdan bir türlü tasarruf edemiyorsa ortada koskocaman bir adaletsizlik ve samimiyetsizlik var demektir.
Allahu Teâla şöyle buyurmaktadır:
كَيْ لَا يَكُونَ دُولَةً بَيْنَ الْاَغْنِيَٓاءِ مِنْكُمْۜ وَمَٓا اٰتٰيكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهٰيكُمْ عَنْهُ فَانْتَهُواۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِۢ
“O mallar, içinizde yalnız zenginler arasında dolaşan bir devlete dönüşmesin. Rasul size ne verdiyse onu alın, neyi de size yasak ettiyse ondan vazgeçin. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz, Allah’ın azabı çetindir.” [Haşr 7]
Cumhurbaşkanı’nın konuşmasında dikkat çeken diğer bir husus da, zekât kurumunu hatırlaması ve iş adamlarını zekât vermeye davet etmesiydi. Ne hazindir ki, Erdoğan zekât kurumunu baş tacı ettiği laik, demokratik zulüm düzeni aciz kalınca hatırladı. Oysa zekât, zenginlere vermenin, devlet başkanına da almanın farz olduğu çok önemli bir ibadettir. Zekât, yoksulların zenginlerin malları üzerindeki hakkıdır. Rica ve minnet ile talep edilecek bir bağış veya yardım değildir.
وَف۪ٓي اَمْوَالِهِمْ حَقٌّ لِلسَّٓائِلِ وَالْمَحْرُومِ
“Onların mallarında muhtaç ve yoksullar için bir hak vardır.” [Zariyat 19]
Eğer bu hak bugüne kadar zenginlerden alınmış olsaydı, yoksulluk sorunu çözülüp toplumda büyük ölçüde ekonomik denge sağlanmış olurdu.
Sözün özü, bize/akidemize/dinimize ait olan nizama sarıldığımızda mutlak surette “biz bize yeteriz!”
Öyleyse şimdi bizden olmayan ve kriz üretmekten başka işe yaramayan kapitalist küfür nizamını kapı dışarı edip siyasi, iktisadi, içtimai ve diğer tüm alanlarda İslâm’ı tatbik etme vaktidir.
Bunun için ihtiyacımız olan şey, kesin bir iman ile sahih bir irade ortaya koymaktır. Şüphesiz hayatın ve ölümün sahibi olan Allah Azze ve Celle dinine yardım edenlerin yardımcısıdır.