100 YILLIK KIYAM, BİTMEYEN DAVA
29 Haziran 2025

100 YILLIK KIYAM, BİTMEYEN DAVA

3 Mart 1924 yılında Hilâfetin ilga edilip İslâm’ın şiarlarına savaş açıldığı bir zaman diliminde ümmetin müttakî âlimi Şeyh Said-i Palewî ve dava arkadaşları, ecnebi küfrî dayatmalara karşı kıyam etmiş ve 29 Haziran 1925’te şehit edilmişlerdi.

O zamandan bugüne tam 100 yıl geçti. 100 yıllık süreçte, Şeyh’in uğruna kıyam ettiği İslâm’ın/Hilâfetin yokluğunda acıların, zilletin her türlüsünü tattık. İmamesi kopmuş tespihin taneleri gibi darmadağın olduk. Sahipsizliğin, çaresizliğin ne anlama geldiğini iliklerimize kadar hissettik.

Bir halifemiz, dünyada Müslümanları temsil eden sembolik değil, güçlü ve işlevsel bir siyasî liderlik olsaydı, gasıp Yahudi varlığı bu katliamları yapabilir miydi? ABD’nin sponsorluğunda, Avrupa devletlerinin desteği ve İslâm beldelerindeki kukla yönetimlerin “İsrail”e demir kubbelik vazifesi yapmasıyla Müslümanlar Gazze’de kesintisiz bir soykırıma tabi tutuluyor. Tüm bunlar yaşanırken, 2 milyardan fazla ve milyonlarca askere sahip olan İslâm ümmetini çaresiz ve etkisiz kılan, Şeyh’in uğruna kıyam ettiği Hilâfetin yokluğu değil midir?

Müslüman bir kadın Rumlara esir düşmüş ve bir Rum komutanın zulmüne maruz kalmıştı. “Ey Mu’tasım!” diyerek nida etmiş, yardım istemişti. Çığlığı duyan halife bizzat kendisinin komuta ettiği orduyla yola koyulmuş, kadını esaretten kurtarmış ve kâfirlerden intikamını almıştı. Bugün İslâm beldelerinden her gün bir değil, binlerce kadının yardım çığlıkları duyulduğu hâlde harekete geçen kimse olmuyor. Çünkü Hilâfet’in güç ve izzetinden yoksunuz.

Gözümüzü hangi yöne çevirirsek çevirelim, Türkistan’ından Kürdistan’ına, Kafkasya’dan Orta Asya’ya kadar bu son 100 yılda acı, keder, kan ve gözyaşı görüyoruz. Şeyh Said; İmam Gazâlî’nin “Din ve sultan ikizdirler. Din baş, sultan ise bekçidir. Yıkılmış olanın başı yoktur. Bekçisi olmayan ise kaybolmuştur.” (Hüccetü’l-İslâm, Gazâlî, el-İktisâd fi’l-İtikâd, s. 255-256) dediği devletimizi ve halifemizi kaybetmeme adına dönemin İngiliz emperyalizmine ve onun muhibbanlarına karşı kıyam etmiştir.

İşin ilginç tarafı; İslâm’ın yönetim nizamı olan Hilâfet için kıyam eden Şeyh Said, İngiliz ajanı, hain iftirasına uğrarken, İngilizlerin yönetim nizamı olan parlamenter rejimi/cumhuriyeti, İngilizlere ait kanunları bu ülkeye getirenler, İngiliz şapkası takmadığı için kendi halkını katledenler kahraman olarak lanse edilmiştir.

“Şiarınız dindir, şeriat isteyiniz.” diyen Şeyh Said hain(!), İslâm’ın şiarlarına savaş açan, ezanı Türkçeleştiren, camileri ahırlara çeviren, Kur’ân dersi verip okuyanları darağaçlarında sallandıranlar kahraman(!) öyle mi?

Bu “İngiliz ajanı” iftirasıyla alakalı tüm gücüne rağmen müteğallibe Kemalist güruh, tek bir delil ortaya koyamazken, bu makalenin boyutunu aşan onlarca karşı delil ve beyanat mevcuttur. Tüm bunları zikretmek yerine bu son güncel bilgiyi vermekle iktifa edeyim. Araştırmacı yazar Salih Cemal, Nubihar Yayınları’ndan 10 yıllık bir çalışma neticesinde çıkan “İngiliz ve Fransız Arşiv Belgeleriyle Şeyh Said Hareketi” isimli kitabıyla bu iftirayı çürütüyor: “Türkiye kamuoyunda Şeyh Said'in İngiltere adına çalıştığı iddia ediliyor. İsyanın arkasında İngilizlerin olduğu öne sürülüyor. Ancak tarihî belgeler bu iddiaları tamamen yalanlıyor. İngiltere ve Fransa’nın arşiv belgelerine göre ne İngilizlerin ne de Fransızların Şeyh Said isyanı ile bir ilgisi bulunmuyor.” [https://www.nubihar.com/detail/10637-ingiliz-ve-fransiz-arsiv-belgeleriyle-seyh-said-hareke]

Aslında Şeyh Said’e atılan iftiralar, itibarına yönelik girişilen suikastların altında firavunî bir zihniyet vardır. Büyük bir algı operasyonu ve algıları çarpıtma gayreti vardır. Şöyle ki; Musa Aleyhisselam bir kişiyi yumruklayıp yanlışlıkla öldürdü. Firavun ise binlerce masumu kasten öldürdü. Lakin Firavun, Hz. Musa’ya “Sen geçmişte o çirkin fiili işledin.” diyor. İşte tarih boyunca mücrimlerin en önemli propagandası; aptallaştırmak ve gerçekleri çarpıtmaktır.

Kemalist rejim de oluşturduğu lider kültü ile halkını aptallaştırma uygulamalarını ülke sathına yayarken, öte yandan “Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller” var etme hedefi uydurulmuş; kendi değerlerine düşman edilmiş eğitim müfredatı ve Batılı paradigmalarla sadece bir slogandan ibaret kalmıştır. Geriye, papağan gibi resmî tarih zırvalarını, repliklerini tekrar eden, irfandan yoksun, fikrî düşüklükte boğulmuş küfürbaz Kemalist bireyler yetiştirmekten öteye gitmemiştir.

Öte yandan müesses nizamın ırkçılık/ulusçuluk temelinde politikalar sergilemesi ve halkları bir arada tutan çimento mesabesinde olan İslâm’ın ortadan kaldırılması ile Kürtlere yönelik soykırım, asimilasyon ve inkâr politikaları neticesinde peyda olan Kürt etnik milliyetçileri de Şeyh’in kıyamını millî bir isyan kategorisine sokmak için zorlama çabalar içerisine girmişlerdir. Şeyh’in mahkeme kayıtları ve birçok tarihî gerçeklik, mücadelesinin ırkçı saiklerle değil İslâmî hükümler doğrultusunda olduğunu ortaya koymaktadır. Şeyh’in “Hilâfet varken itaatimiz vacipti, Hilâfet gidince kıyamımız vacip oldu.” sözü bu gerçekliği ayan beyan ortaya koymaktadır.

Şeyh’in Kürt olması, Kürdistan coğrafyasında yaşaması, kıyamı burada gerçekleştirmesi ve Jön Türkler ile Cumhuriyetçi Kemalist rejimin ırkçı politikalarına karşı çıkması; onun etnik temelde bir isyan gerçekleştirdiği anlamına gelmemektedir. Son nefesinde dahi “Benim bu değersiz dallarda asılmama pervam yoktur. Muhakkak ki mücadelem Allah ve dini içindir.” haykırışı, aslında birçok tezviratı ortadan kaldırmaktadır. Şeyh’in kıyamının bir diğer yönü de şudur ki; Hilâfet ortadan kaldırıldığı, İslâm’ın değerleri ayaklar altına alındığı zaman kimse diyemez ki ümmet buna sessiz kaldı, hiçbir şey yapmadı. Şeyh’in bu kıyamı, ümmete isnat edilecek bu zillet perdesini yırtıp atmıştır.

Fakat bugün gelinen noktada, iki yıla yaklaşan ve her gün soykırıma tabi tutulan Gazze gözlerimizin önünde yok olurken, ne yaparsak yapalım bu savaşı durduramadık. Elinde güç olanlar ya “İsrail”in suç ortağı ya da pasif bir izleyicisi konumunda… Bu mezalime sessiz kalanlar, tarihin sayfalarına hain ve zelil bir şekilde yazılacaktır. Müslümanlar katledilirken acizler gibi kınamaktan başka hiçbir şey yapmadıklarını kaydedecektir.

Şeyh, maslahat fıkhına sığınmadan, reel politik dengeler gözetmeden Allah’ın emrine uymuşken; bugün iktidarlardan yana saf tutup ümmete kurtuluş reçetesini sunmayıp, “İsrail” güçten anlar, cihad edilmesi gerekir, Gazze Hilâfet ile kurtulur gerçeğini haykırmayan âlimler de hayırla yâd edilmeyecektir. Şeyh Said ve zulme karşı çıkan ulemâ, bugün ümmet nezdinde “âlimlerin sultanı” olarak kabul edilirken, iktidarın gadrine uğramaktan korkup hakkı ketmedenler “sultanların âlimi” olarak yâd edilecektir.

Rabbim, zillet perdesini üzerimizden yırtıp atacak, Şeyh Said’in uğrunda kıyam ettiği ümmetin koruyucu kalkanı olan Hilâfeti acilen ikram eylesin. Şeyh Said ve dava arkadaşlarına Allah rahmet eylesin, makamlarını âlî eylesin.

BURHAN ERCAN