Öncelikle cezaevinde olduğum süre içerisinde bana destek veren ve dualarını benden esirgemeyen herkese şükranlarımı sunuyorum.
Bismillah…
Sizlerin de bildiği üzere 2016 yılının mübarek Ramazan ayının son iftar yemeğinde, Emniyet birimleri tarafından tutuklanıp Ankara Sincan 1 No’lu Cezaevine gönderildim. Burada yaklaşık iki hafta kaldıktan sonra Denizli T Tipi Cezaevine nakledildim. 1,5 yıl cezaevinde kaldıktan sonra Anayasa Mahkemesi’nin hakkımda verdiği hak ihlali kararıyla birlikte tahliye oldum.
Devlet Güvenlik Mahkemelerinden, Özel Yetkili Mahkemelere en son ise Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanarak dokuz defa cezaevine girdim. Söz konusu mahkemelerin isimleri değişse de değişmeyen bir şey vardı o da İslâmi parti Hizb-ut Tahrir’e yönelik düşman ceza hukukuydu. Türkiye’de hükumetler değişiyor, darbeler oluyor, siyasi ortamlar değişiyor ama yargının “deli gömleği gibi” giydiği ideolojik haksız ve hukuksuz kararları değişmiyordu.
Kimilerine göre “asr-ı saadet”(!), kimilerine göre “özgürlük”(!) ortamının en fazla olduğu 2003 ila 2011 yılları arasında hakkımda tam 9 dava dosyası açıldı.
•2003 Ankara 1 Nolu DGM
•2005 Ankara 11. ÖYM
•2005 İstanbul 10. ÖYM
•2008 Adana 8. ÖYM
•2008 Adana 8. ÖYM
•2007 Ankara 11. ÖYM
•2008 Ankara 11. ÖYM
•2010 Ankara 12. ÖYM
•2011 Ankara 18. ÖYM
Peki, neden bu dosyalar açıldı?
Ne suç işlemiştik?
“Rabbim Allah” demekten başka ne yapmıştık?
İçinde yaşadığımız toplumu İslâm ile kalkındırmak için fikrî ve siyasi olarak çalışmamız mı rahatsız etmişti?
Siz bizleri cezaevlerine atınca “Rabbim Allah” demekten vaz mı geçecektik?
Eğer öyle düşünüyorsanız siz, sizden önceki zalimlerin başlarına gelenlerden hiç ibret almamışsınız demektir.
Kolluk kuvvetlerinden, savcısına, Devlet Güvenlik Mahkemelerinden, Özel Yetkili Mahkemelerine ve en son Ağır Ceza Mahkemelerine kadar uğramadığımız hukuksuzluk kalmadı. Öyle ki, işlemediğimiz bir suçtan “ilerde işleyebilirler” diyerek cezalar verildiği gibi şuan Yargıtay’da olan bir dosyamdan ise “olmayan bir kanundan” 5 yıl ceza verildi. Evet, yanlış okumadınız “olmayan kanundan” ceza aldım.
Şimdi bunun adı mı hukuk?
Evet, birtakım kötü hukuklar olur.
Ama bu “hukuk bile değil!”
2003 ila 2011 yıllarını “asr-ı saadet” olarak görenler, bugün cezaevlerinin yeni sakinleri olsa da hiç kimsenin haksız yere cezaevlerinde tutulmasını istemem. O dönemde AK Parti iktidarının ortağı olanlar, yaşadığımız bu zulüm kararlarında imzası olan hâkim ve savcılar şimdi; “keşke dağda çoban olsaydım” diyerek hayıflanmaktadır. Bu nedenle bugün hala ideolojik ve siyasi karar veren hâkim ve savcılar ilerde bir konjonktür değişikliği yaşandığında aynı pişmanlığı tatmak istemiyorlarsa topluma, insanlara yargıyı bir kılıç gibi sallamaktan vazgeçmelerini tavsiye ediyorum.
Bugüne kadar Hizb-ut Tahrir yargılamalarında suç olarak somut hiçbir delil gösterilmeden çok ağır cezalar verilmiştir. Yine Hizb-ut Tahrir kendisini siyasi ve fikrî bir parti olarak nitelendirmesine ve bunu defalarca vurgulamasına rağmen gerek Yargıtay ve gerekse de yerel mahkemeler bu söylemleri hiç dikkate almadan sadece ileriye dönük bir niyet okuma ile bu kitle hakkında “terör örgütü” suçlamasıyla cezalandırmalarda bulunuyor. Oysa ‘terör örgütü’nün ne olduğu, nasıl olduğu kanunda net bir şekilde ifade edilmiştir. Bilimsel mütalaalarda, Emniyet ve istihbarat raporlarında hiçbir cebir ve şiddet içeren bir eylemi olmadığı belirtilmesine ve de Hizb-ut Tahrir’in çalışmasını yasaklayan hiçbir kanun maddesi olmamasına rağmen Yargı maalesef bu hukuksuzluğu bizlere reva görmektedir. Bugün Türkiye’nin en güvenilmez kurumu olmasına bu yüzden şaşırmıyorum.
Yargılandığım dosyaların kimisinde yöneticilik, kimisinde ise üyelik iddiası ile yargılandım. Dosya o kadar çok ki… Birisi bitmeden ikinci bir dosya açılarak adeta yedekte bekletiliyordu. Böylece 2003 ila 2018 yılları arasında 9 dosyadan toplamda beş yıl cezaevinde kaldım. 2014 yılında Ankara 11. ACM’nin hakkımda vermiş olduğu iki ayrı dosyadan toplam on beş senelik ceza, Yargıtay eski 9. Ceza Dairesi tarafından onandı. Belki bazıları inanamayacak ama sadece bir “Ramazan Bayramı tebrikinden” dolayı yedi buçuk yıl ceza aldım ve hüküm giydim. Aslında bildiğiniz üzere bu dairenin üyeleri “FETÖ” iddiasıyla, HSYK tarafından meslekten ihraç edildiler. Hatta bu üyelerin bir kısmı cezaevinde ve diğerleri de firari durumdadırlar. Dolayısıyla hakkımda verilen on beş senelik onama kararının anında düşmesi gerekirken, maalesef zulüm devam etmiştir.
Yine aynı şekilde, yerel mahkeme üyeleri de “FETÖ” üyesi iddiasıyla bir kısmı meslekten men edilmiş, bir kısmı cezaevine gönderilmiş, yine bir kısmı da firari duruma düşmüşlerdir. Yerel mahkemeler tarafından Hizb-ut Tahrir gençlerine verilen bu cezaların anında düşmesi ve yeniden yargılama yolunun açılması gerekirken, verilen cezalar bu defa da Yargıtay 16. Ceza dairesi tarafından onanmış ve Hizb-ut Tahrir gençlerine dönük yargı zulmü devam etmiştir.
Yargıtay tarafından onanmış olan hükümlü olduğum toplamda iki dosya hakkında, 2014 yılında Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulundum. Bilindiği üzere bu mahkeme Türkiye’de en üst yargı merciidir. Yaklaşık dört buçuk seneden sonra Anayasa Mahkemesi lehime karar verdi. Karar yaklaşık yirmi sayfadan oluşmaktadır. Mahkeme, almış olduğu bu kararla şahsım adına “hak ihlali yapıldığını” tespit ederek, yeniden yargılama yolunu açtı. Daha sonra yeniden yargılanmam üzere Anayasa Mahkemesi bu kararı, Ankara 7. ACM’ne gönderdi. Yerel mahkeme de bu karar üzerine tahliyeme karar verdi.
Anayasa Mahkemesi her ne kadar benim bireysel başvurumu değerlendirmiş olsa da dosyada esasa girerek Hizb-ut Tahrir’in bir terör örgütü olmadığı kanaatine ulaşmıştır.
Kararda ise genel olarak şu konulara atıf yapılmıştır:
Dolayısıyla, Anayasa Mahkemesi almış olduğu bu kararla, Hizb-ut Tahrir’in terör örgütü olmadığı kanaatine varmış ve bir nebze de olsa bu zulme ve hukuksuzluğa bir son vermiştir. Ancak yıllarca sözde “terör örgütüne mensup olma” iddiası ile haksız ve hukuksuz bir şekilde yargılandık. Terörist ilan edildik. Ağır cezalar aldık. Hem biz, hem de sevdiklerimiz birçok zulme maruz kaldı. Somut ve gerçekçi olmayan uydurma birtakım delillerle itham edildik. Uzun süreler cezaevlerinde kaldık. Medya’nın itibar suikastına maruz kaldık. Anayasa Mahkemesinin almış olduğu bu kararla şimdiye kadar bizlere dönük bu zulmün sona erdiğini görmek için hem yerel mahkemeler hem de Yargıtay’ın bu karara itibar etmesini bekliyoruz.
Bu karardan sonra, Yargıtay tarafından cezaları onanmış olan Hizb-ut Tahrir mensuplarının dosyalarının hemen kapanması, şu anda cezaevinde yatmakta olan Hizb-ut Tahrir mensuplarına emsal teşkil ederek hemen serbest bırakılmaları gerekirken, bırakın cezaevindekilerin çıkarılmasını yeni kardeşlerimiz bu karara rağmen maalesef tutuklanıp cezaevine gönderilmekteler. Hatta şu an cezaevinde yatan kardeşlerimizden bazıları bu kararı emsal göstererek tahliye edilmeleri için yerel mahkemelere başvurmuş fakat mahkemelerden ret kararı almışlardır. Anayasa Mahkemesinin bu kararına rağmen, yerel mahkemeler halen daha eski hukuksuz kararlarında direnmektedirler. Yani şu an tam bir hukuk garabeti yaşanmaktadır. En üst yargı merci olan Anayasa Mahkemesinin bu kararına itibar edilmemektedir.
Dolayısıyla Yargı artık Hizb-ut Tahrir hakkında net bir karar vermelidir. Bu hukuksuzluklar böyle devam edemez, etmemeli…
Son olarak; bugün bizler bir Sünnetullah yaşıyoruz. Bu süreç içerisinde Allah Subhanehû ve Teâlâ bizleri farklı şekillerde denemektedir. Ta ki sadıkları ve yalancı olanları görmek için…
Yine bununla beraber, herkesin bir hesabı var. Allah’ın da bir hesabı var. Bu durum bana, insani hesaplamaların hiçbir değerinin olmadığını bir kez daha net bir şekilde gösterdi. Çünkü ben, yaklaşık yirmi sene ceza ile cezaevine girdim, hamdolsun bir buçuk yıl kalıp çıktım.
Beni çıkaran Allah’a binlerce defa şükürler olsun.
Allah ayaklarımızı dini üzere sabit kılsın. Âmin…