İdeolojik Nötralizasyon
29 Ekim 2025

İdeolojik Nötralizasyon

“Nötralizasyon” kavramı, sosyolojik anlamda bir fikri veya eylemi tarafsızlaştırarak etkisini kırmayı ve azaltmayı ifade eder. Bu genellikle baskın güce sahip fikirlerin, rakip düşünceleri bastırma aracı olarak kullanılır. “Radikal” damgası vurularak karşıt görüşler kenara itilir; tehdit olarak algılanan fikirler sistematik biçimde güçsüzleştirilir. Bu süreç, egemen ideolojinin korunması amacıyla devreye sokulur ve muhalif sesler marjinal hâle getirilir.

Batı’da doğan bu kavram, özgürlük vaadiyle bireysel ifadeyi teşvik ederken, aslında suçları ve günahları normalize eder. Fikir özgürlüğü safsatası altında yapılan her münker ve haram için vicdanı rahatlatacak bir alan oluşturur. Suç işleyen için anlamsız savunma mekanizmalarını “teori” diye adlandırırken, kendi belirledikleri çerçevenin ötesindeki fikirleri “aşırı” olarak etiketleyip etkisiz hâle getirmeye çalışırlar. Bu mekanizma özellikle fikrî sömürü altındaki bölgelerde uygulanır. Kapitalist paradigmaya uymayan her yaklaşım tehdit olarak görülür ve marjinalleştirilir.

Müslümanlar, kapitalist paradigmanın dışında oldukları için Batı, öncelikle İslâm dünyasını “tarafsızlaştırma” eğilimine girmiştir. Bir asrı aşkın süredir dayatılan kapitalist düzen, hedef tahtasına İslâm’ı koymuş ve onu açıktan düşman ilan etmiştir. Toplumları ilahî vahiyden koparmak için yapay sistemler ve kültürler üretmiştir. “Kalkınma” kisvesiyle başlatılan Batılılaşma süreci, 3 Mart 1924’te Hilâfet’i kaldırarak, Kemalizm marifetiyle laikliği yasallaştırmış; İslâm’ı sorunlu ve radikal olarak tanımlayıp nötralizasyon çalışmalarına başlamıştır. Şer’i hükümlerin toplumsal alanda “uygunsuz bir nizam” olduğu fikrini yayarak, İslâm’ın yalnızca bireysel ibadetlerle sınırlı kaldığında savunmasız olacağı düşüncesi üzerine yoğunlaşmıştır. Böylece Batı mefhumlarını kabul eden “yerli Batılılar” üzerinden, devlet otoritesiyle Müslümanların bağını koparmayı başarmıştır.

Müslümanlar bu gelişmeler karşısında yapayalnız kalmış, yabancılaştırma hamlelerine olumlu karşılık vermemiştir. İslâm’ın otorite olarak tatbik edilmesi düşüncesi zihinlerden silinmemiştir. Kapitalist normların fıtrata aykırı olduğu gerçeği, Müslümanları her daim ilahî talimatları icra edecek bir lider ve liderlik arayışına itmiştir. 2000’li yıllarda Türkiye’de siyasete giren AK Parti, o dönemde bu ümmetin “Kendi mahallesinden çıkan” aradığı kan olarak görülmüş, Anadolu topraklarında İslâm’ın meşalesini yeniden yakacağına inanılmıştır. Fakat süreç tam aksi yönde işlemiş; muhafazakâr çevre, İslâm’ı tatbik etme noktasında hassasiyet göstermesi gerekirken, laik uygulamalara alıştırılmıştır. “Hadi bugün, bu hafta, önümüzdeki yıl...” derken muhasebe mekanizması yitirilmiş; seküler nizam sahada varlığını korumuştur.

Önceden sıkça dile getirilen “Halk devletten uzak” söylemi rafa kaldırılmış, devlet ile halk gayri İslâmî ölçülerle “barıştırılmıştır.” Ayrılıklar laik uzlaşmayla çözülünce, haramlara karşı katı duruş sergileyen aileler ve genç nesiller istikametlerini değiştirmiştir. Bu topraklarda daha önce adı dahi anılmayan LGBT eğilimleri yayılmış, “bankaların gölgesinde oturmak haramdır” fetvaları geçerliliğini yitirmiş; faizli işlemler artmış, alkol ve fuhuş gibi birçok münker meşrulaştırılmıştır. Gençlerde suç oranları yükselmiş, yaratıcıya bağlılık zayıflamış, aile bağları boşanmalarla sarsılmıştır. Şehirleşmenin getirdiği modernleşme, dijital devrim, ekonomik sıkıntılar ve boşa çıkan refah vaatleri, muhafazakâr kesimin politik umutlarını hayal kırıklığıyla sonuçlandırmıştır. Güven erozyonuna uğrayan Müslümanlar, zamanında seküler elitler arasına alınmazken bugün o elitliğin sahibi olmuşlardır. Lüks yaşam “başarı” sayılmış; İslâmî değerlerle siyasî çıkarlar yer değiştirmiştir.

Hal böyle olunca, yaratıcının istediği hayatı yaşamak için çabalayan insanlar, kentsel imar projelerini takip eden kalabalıklara dönüşmüştür. Laik nizam, kendi günahlarını iktidarlar ve yöneticiler eliyle gizlerken, İslâm’ın tatbik edilmesinden bahsetmek “tehlikeli aşırılık” olarak damgalanmıştır. “Şeriat” kelimesi gündeme geldiğinde, “terörist” etiketi yapıştırılmıştır. İşte bütün bunlar, eksi notu alan muhafazakâr parti AK Parti döneminde yaşanmıştır.

Yirmi dört yıllık iktidarında AK Parti, hak ile bâtıl arasında bir paratoner görevi görmüştür. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Memur-Sen 30. Yıl Vefa Buluşması’nda şöyle demiştir:

“Bizim iktidarımızla birlikte milletimiz, uzun yıllar sonra kendine hizmet eden, üstenci değil halkına hizmetkâr olmayı şeref bilen bir anlayışla tanıştı. Kamu yönetiminde köklü bir paradigma değişimi yaşandı. Tek parti ve vesayet dönemlerinde devlet ile millet arasına çekilen dikenli telleri birer birer kaldırdık. Cumhur’u cumhuriyetle buluşturduk. Devleti milletle kucaklaştırdık.

Ardından şöyle devam etmiştir:

“Bugün kadınlar hiçbir kısıtlama olmadan tüm kamu kurumlarında özgürce çalışabiliyorlar. Milletin oylarıyla meclise başörtüsüyle girdiği için hanım kardeşlerimize kürsüden had bildirildiği, gazete köşelerinden iffetlerine ahlaksızca dil uzatıldığı karanlık günlerden; bugün başörtülü hâkimlerin, savcıların, valilerin, büyükelçilerin, siyasetçilerin, bakanların olduğu günlere geldik...”

Bu söylemler, Müslümanların arzuladığı lideri, liderlik anlayışını yansıtmamaktadır. Aksine, İslâmî fikirlerin Batılı fikirler karşısında nötralize edilmesinin bir sonucudur. Kültür Bakanlığı’nın “şapka devrimi”ne verdiği destek, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın her 29 Ekim’de Anıtkabir ziyareti ve daha niceleri bunun göstergesidir. Müslümanlar, sabırlarının karşılığında bu sonuçları beklemiyorlardı. Onların arzusu, İslâm’ın hâkimiyeti ve tüm gayri İslâmî düşünce ve davranışlardan uzak, Rızâ-yı İlâhî’ye mazhar olmaktı.

Böyle bir süreçten sonra açıkça ifade edilmelidir ki:

İlâhî emir ve nehiyler, İslâm’a aykırı hiçbir şeye empoze edilemez, dönüştürülemez ve eğriltilemez. Her asırda dimdik ayakta durur; kendisini muhatap alanları kalkındırır, hem dünya hem de âhiret hayatında huzura kavuşturur.

İslâm’ın müntesipleri olarak bizler, ideolojik nötralizasyon hamlelerine karşı Mushaf’a sarılmalı, Rasulullah’ın nübüvvetine bağlanmalı ve ashabının yolunu ilmek ilmek takip ederek kendimizi koruma altına almalıyız. Çünkü demokratik ve laik sistemlerle İslâmî bir başarı hedeflemek, hem mantıksızdır hem de şer’i hükümlere uygun değildir.

Başörtüsüne yönelik saldırılara “özgürlükler” düşüncesiyle çözüm aramak İslâmî bir çözüm değildir. Faizli sistemi kaldırmadan, “İslâm-Batı birlikteliği” üzerinden ekonomik düzen kurmak da İslâmî bir çözüm değildir. Müslümanların yaşadığı ekonomik, siyasî ve içtimaî sorunlar, asla Batı’nın gayri İslâmî hukuk ve kanunlarıyla çözülemeyecektir.

Bir asırdır yaşadığımız bu huzursuzluk, laik düzenin sunduğu hiçbir alternatifle çözülemeyecektir. İslâm, seküler düzen içinde “yaşanabilecek bir din” değildir. Ye’s ve ümitsizlik sarmalında yaşamak da çözüm değildir. Sadece düşünmek ve pasif bekleyiş, bizi kurtaramayacaktır. Şu hakikat açıktır ki: Kurtuluş ancak Râşidî Hilâfet iledir.

Çünkü Hilâfet, ümmeti yeniden o ihtişamlı ve izzetli günlerine döndürecektir. Batı’nın nötralizasyon tuzağından ancak o koruyacaktır; bize kalkan olacak, İslâm’ın bayrağını yeryüzünde dalgalandıracaktır.

[وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُمْ فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذِي ارْتَضَى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُمْ مِنْ بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْنًا ۚ يَعْبُدُونَنِي لَا يُشْرِكُونَ بِي شَيْئًا ۚ وَمَنْ كَفَرَ بَعْدَ ذَٰلِكَ فَأُولَٰئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ] “ Allah, içinizden iman edip dünya ve âhiret için yararlı işler yapan kimselere vaad etti ki, kendilerinden öncekilere verdiği gibi onlara da yeryüzünde hâkimiyet verecek, onlar için hoşnutluğuna vesile kıldığı dinlerinin yerleşip yayılmasını sağlayacak, şu andaki korkularını güvenliğe çevirecektir; çünkü onlar bana hiçbir şeyi ortak koşmaksızın kulluk etmektedirler. Bütün bunlardan sonra kim inkâra saparsa yoldan çıkmış kimseler işte bunlardır. ” [Nur Suresi 55]