17/25 Aralık tarihleri herkes için başka bir anlam ifade ediyor. Her kesim bu tarihleri hem kendisi için hem de Türkiye için bir dönüm noktası ve hatta bir milat olarak değerlendiriyor. Bu tarihlerin bu şekilde algılanmasını, yorumlanmasını ve üzerlerine koca koca siyasi mülahazaların yapılmasını hor karşılamamak lazım. En nihayetinde Türkiye’de iç veya dış siyasetle ilgili herhangi bir şey o günden sonra bu tarihlerden bağımsız değerlendirilmedi, değerlendirilmiyor. Öyle değil mi?
Suriye’yi bu tarihlerden bağımsız konuşabilir mi Türkiye? Aslında Türkiye son bir yıldır Suriye’yi konuşuyor mu diye sormam lazım. Kobani ve Rojova konuşuldu haftalarca diyorsunuz belki ama Türkiye Rojova’yı Suriye’den saymıyor ki. Ya Filistin ve Mavi Marmara’yı 17/25’ten bağımsız konu-şabiliyor muyuz? Hayır. Mısır’ı, Avrupa topluluğuna girmeyi, ABD ile ilişkileri… Niçin peki? Tüm bunların 17/25 Aralık tarihleri ile ne alakası var? Tüm bu soruların cevabı “ALGI YÖNETİMİ” denen sosyolojik bir vakıada gizli.
Ak Parti ve hükümet kesimi bu tarihleri Türkiye’nin kader çizgisi olarak görüyor.
Onlar için bu tarih ölüm kalım meselesinin yaşandığı kader anı gibi bir şey yani. Ak Parti ve çevresindeki iktidar yanlısı kesim için eğer 17/25’te hükümete yapılan “darbe” engellenmemiş olsaydı Türkiye darbeler dönemine geri dönecek, 12 yıllık demokrasi mücadelesi heba olacaktı. Tabii ki Ak Parti bunu argümanlaştırırken Milli iradeye darbe ifadesini kullanıyordu. İktidar çevresine göre bu “hainliği” yapan kimdi peki? “Paralel devlet-Paralel yapı-Paralel örgüt” denilen Fetullah Gülen Cemaati’nin devlet kurumlarındaki kadroları. Arkasında kim vardı peki, ABD, İsrail, Mossad, CİA vs… Neler neler yapmışlardı. Devlet kurumlarındaki görevli müdür ve memurlara tuzak ve kumpaslar kurarak tasfiye etmişler ve boşalan koltuklara konmuşlardı. İslâmî diğer cemaat ve hareketleri hedef almışlar, deliller üreterek yasalara ve kanunlara aykırı şekilde yargılamalar yaparak suçsuz yere Müslümanları terörist gösterip zindanlara atmışlardı. Medya, iş dünyası, bankacılık, devlet kurumları, enerji sektörü ve daha birçok yerde etkinlik kurarak adeta bir cemaat imparatorluğunun yolunu tutmuşlardı. İktidar aynen bu argümanlar ile algıyı yönetmeye çalışıyordu.
Fetullah Gülen Cemaatine göre ise 17/25 Aralık tarihleri yolsuzluk ve hırsızlık operasyonları ola-rak tarihe geçecek önem ve ehemmiyete sahipti. Onlara göre iktidar olmuş İslâmcı Müslümanlar ve onların çevresinde rant öbekleri oluşturmuş medya, işadamı ve siyasi çevre, halkın ödediği vergileri çarçur ediyor, başbakan, bakanlar ve vekiller yetkilerini kötüye kullanarak rüşvet alıp servetlerine servet katıyordu. Devlet’in tüm kurumlarından en küçük birimlere kadar kadrolaşma yapısını ta-mamlamış bu kesim, bu operasyon ile Müslüman İslâmcı iktidarı köşeye sıkıştırdığını ve pislik çuku-runda debelenirken yakaladığını düşünüyordu. Eğer operasyonu zayiatsız gerçekleştirebilseydi iktidarın başına da sahip olmayı başarmış olacaktı. Tüm bunları yaparken iddialar ortaya atıyor, devletin en üst kurum ve mercilerine dair telefon dinlemelerinin tapelerini yayınlıyordu. Müslümanlar hırsızlığa ve yolsuzluğa karşı tahammülü olmayan toplumlardı. Hele hele bir de yolsuzluğu ve hırsızlığı yaptığı iddia edilenler İslâmcı Müslümanlar olunca algıyı yönetmek daha kolay olur diye düşünüyorlardı. Ama düşündükleri gibi olmadı. Algı yönetimini İktidar partisi ve lideri Erdoğan kazandı.
Benim bu makalede ana tema olarak işleyeceğim konu 17/25 Aralık olarak bilinen bu tarihlerin bizim için (İslâmî kesim) ve benim için (Müslüman) ne anlam ifade ettiği veya ne anlam ifade etmesi gerektiği konusu olacak. İslâmî kesimin bu algı yönetimin neresinde olduğu konusunu işleyeceğiz. Algı yönetiminin bir parçası mı olunacak, yoksa algıdan etkilenmeden etkileyen konumda mı oluna-cak? Zira asıl önemli olan bu değil midir?
Maalesef bu konuda İslâmî kesim iyi bir sınav veremedi.
Hatta ve hatta sınavı kaybetti. Bu kayıp aslında onların hayatlarına mal olacak cinsten bir kayıptı. Yani aslında bu 17/25 Aralık tarihi İslâmî kesim için geçmişe dair bir muhasebeye, geleceğe dair ise yeniden İslâmî bir aydınlanmaya vesile olabilirdi. Geçmişi iyisi ve kötüsüyle, doğrusu ve yanlışıyla, sevabı ve günahıyla geride bırakıp, tertemiz bir arınma ve tövbe ile istikbale nazar edebilirdi. Geçmişe dair yapılanlar için kendini tahkir etse de geleceğe dair yeni bir şeyler söyleyebilirdi. Ama olmadı.
Yeni bir şey söylemek lazım dedi ama “Yeni Türkiye Yolunda Şimdi Yeni Bir Şey Söylemek La-zım” başlıklı bir bildiri ile başkasına ait eski köhne şeyler söylemeye çalıştı. Kendini bir anda Milli İrade Platformu çatısında gören İslâmî kesim ya söylediğinin farkında değildi ya da söylediği şey ile insicam yaşıyordu. Bu bir felaket demekti. Evet, 25 Aralık 2014 günü birçok gazetede tam sayfa ilan olarak verilen bildiriden ve bu bildiriye imza koyan İslâmî kesimin yaşadığı sendromdan bahsediyo-rum. Bakın bu bildiride yeni herhangi bir şey bulabilecek misiniz?
Bildiri başlığı aynen şöyle: “17-25 Aralık, Türkiye’nin demokrasi tarihine kara bir leke olarak kazındı.”
Türkiye’de İslâmcılığın geldiği son nokta… Korkunç felaket… Türkiye’nin demokrasi tarihine İslâmcılık sahip çıkıyor. Ne bu cumhuriyetin kurucuları, ne merkez sağ düşünceye sahip demokratlar ne de liberal demokrasiyi savunan kesimlerden bahsediyorum. 1970’li yıllardan günümüze siyasal İslâm anlayışı ile yol kat eden tevhidi düşünceye sahip Müslümanlar demokrasiye sahip çıkıyor.
Ve bildiri devam ediyor: “Bir vesayet örgütünün, yıllar boyu, sessizce, sinsice, şantaj, tehdit ve kumpasla, tüm rakiplerini ve muhaliflerini sindirmek suretiyle, kendi hırs ve emellerine ulaşmak için her yolu meşru görerek ve göstererek, devletin kılcal damarlarına kadar nasıl sızdığını, uluslararası güçlerin nasıl oyuncağı haline geldiğini dehşetle öğrendik.”
Ben de sormak istiyorum: Fetullah Gülen Cemaatinin bu manada İslâm’a karşı Ilımlı İslâm Projesi ile şehir şehir, ülke ülke ve hatta kıtaları dolaştığını bilmiyor muydunuz, görmüyor muydunuz? Bu cemaatin İslâm ile batı düşünce sistemini, İslâm ile diğer tahrif edilmiş dinleri sentez etme çabasından haberiniz yok muydu? Gizli ve takıyyeci bir yöntemle kurumsal kadrolaşma arzusunda olduğunun farkında değil miydiniz? Fetullah Gülen Cemaatinin ABD, İsrail ve diğer Batılı devletler ile el ele, kol kola dirsek teması içinde yürüdüğünü yeni mi öğrendiniz?
Hep eskimiş şeyler söylüyorsunuz. Yeni bir şey söyleyin.
Bildiriden başka bir cümle: “Oluşturulan algı, iftira ve ithamların karanlığında, üretilen sahte delillerle, masum insanlara nasıl zulmedildiğini de yine bu süreçte daha iyi anladık.”
Sormak lazım, Ak Parti’nin sizin ifadenizle “Paralel Yapı” eli ile 2001’den bugüne Yeni Türkiye için kendisine tehlike arz eden tüm İslâmî kesimlere yönelik yürüttüğü operasyonlara, özellikle de 2003’ten başlayarak 2004-2005-2009-2010-2011 ve 2013’te Hizb-ut Tahrir’e yönelik yürüttüğü linç kampanyasına o gün niçin bir şeyler söylemediniz? Kendisine tüm medya tarafından iftira atıldığında temizliğinden şüpheniz olmadığı hâlde Hizb-ut Tahrir’in yıpratılmasına ve karalanmasına niçin razı oldunuz. Bugün daha iyi anladık diyorsunuz ama aslında dün her şeyi çok daha iyi biliyordunuz. Bildiğiniz hâlde susmanızın sebeplerini ileriki yıllarda hatırladığınızda bu sizler için bir kahır azabı olacak sanırım.
17/25 Aralık öncesi çatışmanın kızışacağını öngören Milli İrade Platformu –Platformun Ak Parti iktidarı tarafından oluşturulduğu yalanlamadı- 05 Aralık 2014 tarihinde ilk bildirisini yayınlıyor ve şu talihsiz açıklamaları yapıyordu: “Milli iradenin güçlendirilmesi, demokrasinin tüm kurum ve kurallarıyla işletilmesi, din ve vicdan hürriyetinin tam anlamıyla yerleşmesi için, memnuniyetle karşıladığımız hayati adımlar atılmıştır. Sandık ve milli irade güç kazanmış, demokrasi dışı her niyet, milli iradeye kast eden her girişim cesaretle bertaraf edilmiştir.”
Her iki bildiriye imza atan STK ve vakıfları incelediğimde beni hem çok derinden üzen hem de sevindiren iki husus ile karşılaştım. Beni üzen şey 1990’lı yıllarda demokrasi küfür diyen İslâmî hareketlerin demokrasiye öykünmeleri ve övgüler yağdırarak onun koruyuculuğuna soyunmalarıdır. Sevindiren hususa gelince, bildiriye imza verenleri incelediğimde rastladığım başka bir şeydir. Öyle ki iktidar o kadar zafiyet ve fikrî düşüklük içerisinde kalmış durumda ki imza veren kurum sayısını artırmak için Artvinliler Derneğini bile platforma dâhil etmişler. İrili ufaklı birçok derneğin imzası var. Bir bizim köyün derneği yok. İlkokuldan sonra hafızlık ve İslâmî ilimler için 8 yıl medrese eğitimi aldığım İsmail Ağa Kur’an Kursu ve ona bağlı vakıfların imzasının olması beni üzdü ama şaşırtmadı. Ancak İHH ve AKDAV gibi İslâmî STK’ların bu bildirilerde imzalarının olması çok şaşırtıcı manidar ve üzücüydü…
Şimdi tekrar Yeni Türkiye için yeni bir şey söylemek isteyen hazirûna sormak istiyorum: Hangi resme bakarak yeni bir şey söyleyeceksiniz? Küçük resim parçacıklarına mı? Baktığınız resimde duble yolar mı var? Demir yolları, tüneller, havalimanları… Tüm bu küçük resim parçacıklarını bir araya getirdiğinizde ne görüyorsunuz? Gördüğünüz koca bir enkaz yığını değil mi? O enkaz altında Müslüman kadının baş tacı olan örtüsünü modaya ayak uydurmak için ayakaltına alan Müslüman bacılarımız can çekişiyor görüyor musunuz? O enkaz altındaki karanlıkta yozlaşan İslâmî gençlik can çekişirken aydınlık için ufacık bir delik arıyor. İmdat çığlıklarını ve “sesimi duyan yok mu” haykırışlarını duyuyor musunuz? Lakin siz o resme öylesine yüzeysel bir bakışla bakıyorsunuz ki bu şekilde baktığınız sürece ne görebilirsiniz ki? En fazla o enkaz yığını içinde dünyada ilk kez Türkiye’de yapılmış olacak, ayakları en yüksek 3. Boğaz köprüsünü görebilirsiniz. Evet, ben de her Marmaray’a bindiğimde bu projeyi yapanlara dua ediyorum. Ama bizim Müslümanlar olarak dünyaya ilişkin projemiz Marmaray’mı olmalıydı. Biz sadece Müslümanlara değil tüm İnsanlık için dünyaya proje sunan bir toplum olmalı değimliydik? Başkalarının proje olarak kullandığı bir şey olarak anılmak ne kötü bir şey.
Yeni bir şey söylemek…
Dün söyleseydiniz kıymeti harbiyesi olurdu. Bugün kalkıp Ak Parti’nin bir proje parti olduğunu konuşmanıza gerek yok. Dün bunun böyle olduğunu biliyordunuz. Ama gizli toplantılarda sadece özel kişilerle konuştunuz. Müslümanlardan gerçeği gizlediniz.
Geçmiş eskide kaldı. Şimdi yeni bir şey söylemek lazım diyorsanız, yepyeni bir şey söylemenizi arzu ediyor Müslümanlar.
O yeni şey Hilâfet’tir. O yeni şey Râşidî Hilâfet’tir.
Hilâfet için dün olduğu gibi bugün de sloganik hayali bir şey diyecek olanlar çıkacaktır.
Ancak, Müslümanların siyasi taleplerinin Hilâfet için yükselmesinden korkulduğu bir dönemde, Yeniden milli bir mücadele ismi ile yerli ve milli bir siyasal İslâm üzerinde çalışanların resmi ortada. İşte o mücadelenin son iki halkasıdır 17/25 Aralık ile birbirine karşı ölçüsüz savaşı başlatanlar.
Karar sizin.
Evet, yeni bir şey söylemek için karar sizin.
@mk_mahmutkar