Sahih İslami fikirler ile tanıştığımdan beri, yaşadığımız bu gayri İslami toplumda, insanların çoğunun iştirak ettiği /ettirildiği beşer ürünü özel gün ve süreçlerden fazlası ile sıkılıyorum. Gerek resmi ideolojinin dayattığı ve adına bayram dediği günlerden ve gerekse diğer gayri İslami hareketlerin ilan ettiği 1 Mayıs, Nevroz vb. günlerden hiç haz etmedim. Bu günlerde, İslami bir yönetim altında yaşamadığımız için üzüntüm iki kat artmaktadır.
Benzer şekilde, samimi bütün Müslümanlar gibi seçim süreçlerinden de son derece rahatsız olmaktayım. Seçim süreçleri şüphesiz bazıları için oldukça heyecanlı olabilir ama Müslümanlar için oldukça sıkıntılı ve rahatsızlığı artıran süreçlerdir.
Seçim süreçlerinde meydana getirilen ses ve görüntü kirliliği yeterince bunaltıcı iken, maalesef sıkıntılar bununla sınırlı kalmıyor. Kapitalist sistemin siyasetçileri zaten fikren ve ahlaken düşük seviyeli iken, seçim süreçlerinde kullandıkları dil itibari ile sevileri yerlerde sürünmektedir. Her türlü ahlaksız ifade ve ithamlar, yalan vaatler havada uçuşur. Öyle bir atmosfer oluşturulur ki insanlar kutuplaştırılır. Farklı partilere oy veren akraba ve arkadaşlar arasında kavgalar, küsmeler başlar. Öyle ki ayrışma ve kutuplaşma en küçük topluluğa kadar ve hayatın her alanına sirayet eder.
Peki, bu süreçlerde sadece bunlar mı yaşanıyor? Maalesef hayır. Seçim kampanyası kapsamında meydana gelen kazalar ile birlikte yer yer yaşanan çekişmeler sonucu insanların canları yanmaktadır. Daha da önemlisi beni ve bütün samimi Müslümanları en çok üzen husus ise İslam’ın esası olan “tevhid” anlayışını zedeleyen söylem ve eylemlerin yaşanıyor olmasıdır. Şeri deliller ile haramlığı kati olan bir çok eylem, maalesef bu özel gün ve süreçlerde büyük kitlelerce büyük iştiyakla işlenmektedir.
Bazıları, seçimlerde oy kullanan herkesi istisnasız yine toptan tekfir ederken, diğer bir kesim ise oy kullanmanın caizliğini ispatlamak için olmadık maskaralıklar yapacaktır. Hatta bazıları haddi aşıp, oy kullanmanın İslami bir gereklilik veya zorunluluk olduğunu iddia edecektir. Tartışmalar sürüp gidecektir. Kısacası bu süreçler en çok Müslümanları yıpratmaktadır.
Önümüzdeki Haziran’da yapılacak olan bu seçimin daha bir şerli geçeceği kaygısını taşımaktayım. Bu şekilde düşünmemi AKP ve HDP’nin seçimde gözettikleri hedeflerdir. Erdoğan, ölüm kalım meselesi haline getirdiği başkanlık sistemine geçiş için AKP’nin 400 milletvekili çıkarmasını hedeflerken, HDP de seçime parti olarak girip barajı aşmayı hedeflemektedir.
CHP ve MHP’nin kronik oy potansiyelleri düşünüldüğünde AKP ve HDP’den birinin kesinlikle hedefine ulaşamayacağını göstermektedir. AKP’nin 400 milletvekili hedefi ancak HDP’nin baraj altında kalması ve diğer iki partinin de mevcut oy oranlarının kısmen altında oy almaları gerekmektedir. Seçime yaklaşıldıkça sansasyonel olaylar vukuu bulmazsa, bugünün atmosferi ile seçim gerçekleştiği takdirde, diğer partilerin mevcut oy oranlarında ciddi bir değişimin olmayacağını düşünüyorum. Ancak HDP’nin attığı adımlara bakılırsa ve şayet bir şekilde barajı aşacak bir oy miktarı aldığı takdirde, CHP seçmeninden kısmi bir oy devşireceği anlamına gelmektedir. Yine bu günün atmosferi ile MHP, diğer küçük sağ partiler (BBP, SP vb.) ile ittifak etmesi halinde bir önceki oy oranının altına düşmeyeceğini düşünüyorum. Ancak, Kapitalist sistemin siyaseti de kendisi gibi habis olduğu için son haftaya kadar ne gibi çirkefliklerin yaşanacağını tahmin etmek zordur. Özellikle son yıllarda “kaset siyaseti” de Türkiye siyasetinde yerini almışken.
Kaygı verici durum, HDP’nin seçime parti olarak girip, barajı aşıp aşmaması hususudur. Parti liderlerinin söylemleri danışıklı bir oyunun sonucu değilse durum ciddidir. Erdoğan’ın (ki halen AKP genel başkanı gibi davranarak), seçim öncesi Kürtlerin hoşuna gitmeyecek söylemleri klasik hal almış durumdadır. Ancak, Demirtaş’ın hafızalardan silinmesi zor bir üslup ile dikkat çekici bir şekilde yapmış olduğu grup toplantısında söylediklerini daha sonra yutmasına fazla ihtimal vermiyorum. Ne demişti Demirtaş? Özetle, AKP ile hiçbir kirli pazarlığa girmediklerini ve üstüne basa basa Erdoğan’ı başkan yapmayacaklarını söyledi.
İsabetli bir analiz etmek için daha erken ama genel tabloya bakarak, özetle şunu ifade etmek istiyorum.
Eğer Erdoğan’ın zihnindeki başkanlık sistemi ABD tarzı bir başkanlık ise bu sistem HDP’nin de işine gelir. Çünkü bu sistem beraberinde kendi içinde kısmi özerk, valilerini seçimle iş başına getiren eyalet sistemini beraberinde getirir. Böylesi bir sistem HDP’nin de isteği değil mi? Ancak Erdoğan, kendi başkanlık şeklinin içeriğini ifade etmemesi ve Demirtaş’ın söylemlerine de bakılırsa, Erdoğan’ın sistemi daha farklı olduğunu düşündürmektedir.
Durum böyleyse şayet, Erdoğan’ın isteği olan Başkanlık, yeni anayasa meselesi için HDP’ nin barajı aşmaması gerekir. HDP’nin barajı aşmaması halinde, doğudan şimdikinden 40’tan fazla milletvekili çıkaracaktır. Diğer yerlerden de kısmen artırması halinde hedeflerini gerçekleştirmek için yeterli milletvekili sayısına ulaşacaktır.
Peki, HDP barajı aşabilecek mi? Normal şartlarda hayır. Normal şartlar diyorum, çünkü bugüne kadar ki girdiği bütün seçimlerin sonucu bilinmektedir. Demirtaş’ın en son cumhurbaşkanlığı için girdiği seçimde, CHP ve MHP'nin ortak çatı adayı İhsanoğlu’na tepkilerden dolayı oylarını kısmen artırmıştı ama buna rağmen %10 u geçememişti.
HDP, Kürtlerin mağduriyeti neticesinde oluştuğunu biliyoruz. Eğer seçim öncesinde bu mağduriyet artırılırsa -ki ben bunun oluşacağından endişe ediyorum- ve CHP nin tabanını oluşturan kesimler ile ciddi anlamda ittifaklar oluşturması halinde barajı aşma şansı olabilir.
Kan ve kargaşa HDP’yi besler. Eğer TSK operasyonlar yapar, bir takım tutuklamalar gerçekleştiği halde devletin de HDP’nin barajı aşmasını istediği anlamına gelir.
Beni asıl kaygılandıran husus, eğer HDP parti olarak seçime girip barajı aşmazsa, o zaman ne olacak? Partilerin siyasi gelecekleri ve maslahatları için yaptıkları kavga gereği halkımızın çektiği bitmeyecek.
@Ausalp