
Aynı gecede iki farklı takvim yaşanır bazen. Bir yanda yeni bir yılın gelişi bahanesiyle ışıklar altında süslenen çam ağaçları, kurgusal bir figür etrafında örülen neşeli hikâyeler ve tüketimin coşkusu; diğer yanda ise bu görüntülere mesafeyle bakan, hatta onlardan bilinçli bir şekilde uzak duran bir inanç hassasiyeti. Yılbaşı kutlamaları, Noel Baba anlatısı ve Batı’ya ait sembolik ritüeller, İslam inancına bağlı bireyler için yalnızca masum gelenekler değil; kimliği, yönelişi ve aidiyeti ilgilendiren derin bir imtihan alanıdır.
Taklit ve özgünlük, medeniyetlerin ve inançların kesişim noktasında daima çetin bir tartışma konusu olmuştur. İnanç ekseninde bir kimlik hassasiyetini odağa alarak, görünürdeki basit ritüellerden hayatın en köklü sistemlerine uzanan bir "benzeşme" eleştirisinden söz ediyoruz.
Bu sorgulama, modern Müslüman toplumların karşı karşıya kaldığı büyük bir çelişkiye işaret etmek ve Müslümanları derin bir muhasebeye davet etmeyi amaçlamaktadır.
Hıristiyan Haçlı Batı medeniyetine ait bu kültürel pratiklerin reddi, sadece bir tercih değil aynı zamanda âlemlerin Rabbinin onlara benzemeyi onlardan olmakla eşdeğer tuttuğuna dair bir sınır çizme eylemidir.
İslam, inananlarına yalnızca ibadet alanında değil, hayatın bütününde bir duruş ve bilinç kazandırmayı amaçlar. Bu nedenle başka inançlara ait dinî veya kültürel sembollerin taklit edilmesi, basit bir eğlence ya da sosyal uyum meselesi olarak görülmez. Aksine bu tür benzemeler, inanç sınırlarının bulanıklaşmasına ve zamanla kimlik erozyonuna yol açabilecek bir sürecin başlangıcı olarak değerlendirilir. Nitekim Kur’an ve Sünnette, iman edenlerin kendi yollarını, ölçülerini ve değer dünyalarını korumaları yönünde açık uyarılar bulunmaktadır.
Bugün pek çok Müslümanın yılbaşı kutlamalarına, Noel sembollerine veya Hıristiyan geleneğinden gelen ritüellere karşı hassasiyet göstermesi, bu bilincin tamamen kaybolmadığını göstermesi açısından sevindiricidir. Ancak burada durup daha derin bir soruyu sormak gerekir: Aynı hassasiyet neden hayatın tamamını şekillendiren daha köklü alanlarda gösterilmemektedir? Bir çam ağacını süslemeyi reddeden bilinç, neden düşünce sisteminde, hukuk anlayışında, siyasal tercihlerinde ve toplumsal düzen tasavvurunda Batı merkezli laik-demokratik modelleri sorgulamadan benimseyebilmektedir?
İşte bu nokta, kolay açıklanamayacak büyük bir çelişkiye işaret eder. Çünkü kültürel bir sembole gösterilen tepki, çoğu zaman görünür ve nettir; oysa zihinsel ve sistemsel benzemeler daha sinsi, daha derin ve daha kalıcıdır. Anayasa, kanun, ekonomi, siyaset ve toplumsal ilişkiler gibi bir toplumun omurgasını oluşturan alanlar, bireyin inancını günlük hayattan soyutlayan bir anlayışla şekillendirildiğinde, ortaya parçalı bir dindarlık çıkar. İbadet vardır ama adalet yoktur; dua vardır ama ahlaki tutarlılık zayıftır, semboller reddedilir ama zihniyet sorgulanmaz.
Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem efendimizin, “Onları adım adım, karış karış takip edeceksiniz. Onlar kertenkele deliğine girseler siz de peşlerinden gireceksiniz.” uyarısı, yalnızca gelecekle ilgili bir öngörü değil, her çağda yeniden anlam kazanan bir ikazdır. Bu hadis, taklidin kaçınılmazlığına değil; bilinç kaybının tehlikesine işaret eder. Sorun başkalarından bir şey öğrenmek değil, ölçüsüzce, sorgulamadan ve kendi değer süzgecinden geçirmeden onları model almaktır.
Bu durum sadece bir kimlik kaybı veya inançta bir zayıflama olarak da görülemez. Daha derin bir kayıp söz konusudur: Hayatın anlamını, yönünü ve nihai hedefini kaybetmek. Dünya hayatında adalet ve huzur arayışını, ahiret bilinciyle bütünleştiremeyen bir insan, iki dünya arasında sıkışıp kalır. Ne bu dünyayı tam anlamıyla imar edebilir ne de ahiret için sahih bir hazırlık yapabilir. İşte bu, insanoğlu için hüsranların en büyüğüdür.
Gerçek tutarlılık, yalnızca görünen sembolleri reddetmekle değil; düşüncede, sistemde ve ahlakta da özgün bir duruş sergileyebilmekle mümkündür. İnanç, hayatın kenarında duran bir aksesuar değil; merkezinde yer alan bir ölçü olmalıdır. Ancak o zaman reddediş anlam kazanır, duruş derinleşir ve Müslüman kimliği parçalanmadan varlığını sürdürebilir.
Takvimler bir gecede değişir; rakamlar yerini yenilerine bırakır. Işıklar yanar, çam ağaçları süslenir, hediyeler paketlenir ve taklidî bir sevinç dalga dalga yayılır. Yılbaşı gecesi, modern dünyanın ritüellerinden biri olarak karşımıza çıkar. Pek çok Müslüman için bu manzara, inanç sınırlarını zorlayan bir görüntüdür ve çoğu, bu sembolik kutlamalardan bilinçli bir şekilde uzak durmayı tercih eder. Bu tavır, ilk bakışta takdire şayan bir hassasiyet gibi görünür. Ancak asıl soru şudur: Gerçek tehlike, bir gecelik bir kutlamayı taklit etmek midir, yoksa hayatın tamamını kuşatan bir düşünce sistemini sorgulamadan benimsemek mi?
Yılbaşı, Noel ve benzeri ritüeller, görünür ve elle tutulur sembollerdir. Onlara mesafe koymak kolaydır; çünkü neye “hayır” dediğimiz açıktır. Oysa daha derin, daha sessiz ve daha tehlikeli bir taklit biçimi vardır: Zihinsel taklit. Laik demokratik sistemin ve onun dayandığı fikir dünyasının sorgulanmadan kabul edilmesi, bir çam ağacını süslemekten çok daha büyük bir kimlik kaymasına işaret eder. Çünkü burada mesele, bir gelenek değil bir varoluş tasavvurudur.
Laik demokratik sistem, hayatı varlığın yaratıcısı olan âlemlerin Rabbinden bağımsız bir alan olarak kurgular. İnsanı merkeze alır, fakat bu merkez çoğu zaman vahiyden kopuk, ölçüsünü kendi heva ve hevesinden alan bir insan anlayışıdır. Din, bu sistemde ya tamamen özel alana hapsedilir ya da toplumsal düzeni belirleme iddiasından arındırılır. Böylece inanç, hayatı yönlendiren bir ilke olmaktan çıkar; bireysel vicdanlara sıkıştırılmış bir duygusal alana dönüşür. Asıl tehlike de burada başlar.
Bir Müslüman için inanç, yalnızca belirli gün ve gecelerde hatırlanan bir aidiyet değildir. İnanç, varoluşun anlamını, hayatın yönünü ve insanın bu dünyadaki yerini belirleyen temel referanstır. Adalet anlayışından ekonomik tercihlere, ahlaki ölçülerden toplumsal ilişkilere kadar her şey bu referansla şekillenir. İşte bu yüzden, İslam dışı bir sistemin temel kabullerini içselleştirmek, yalnızca siyasi veya hukuki bir tercih değil; varoluşsal bir savrulmadır.
Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem efendimizin, önceki toplulukların adım adım takip edileceğine dair uyarısı, tam da bu zihinsel kaymayı haber verir. Bu takip, sadece kıyafetle, bayramla ya da sembolle sınırlı değildir; düşünme biçiminde, değer yargılarında ve hayatı anlamlandırma konusunda da gerçekleşir. Bir toplum, başka bir medeniyetin kavramlarıyla düşünmeye başladığında, artık kendi hakikatini o kavramların dar çerçevesinde yorumlamak zorunda kalır. Zamanla sorular değişir, cevaplar yabancılaşır.
Bugün birçok Müslüman, yılbaşı kutlamalarına karşı net bir duruş sergilerken; laikliğin “tarafsızlık”, demokrasinin “vazgeçilmez değer”, insan merkezli ahlak anlayışının ise “evrensel doğru” olarak sunulmasını sorgulamadan kabullenebilmektedir. Oysa bu kavramların her biri, belirli bir dünya görüşünün ürünüdür. Hiçbiri nötr değildir. Hepsi, insanı ve hayatı belirli bir şekilde tanımlar. Bu tanımlar kabul edildiğinde, iman yalnızca teorik bir iddia olarak kalır; pratik hayatta belirleyici olmaktan çıkar.
Bu bağlamda, Batı kaynaklı sistemleri benimsemek, sadece bir yönetim biçimini almak değil; aynı zamanda o sistemin temelini oluşturan, çoğu zaman laik, demokratik, kapitalist ve bireyci dünya görüşünü de ithal etmek anlamına gelir. Etik açıdan sorun, şudur: Bir inanç sistemi, nihai amacını, hedef ve gayesini, ahlaki pusulasını kendisinden almayan bir sistem içerisinde ne kadar özgün kalabilir, kendini ne kadar koruyabilir? Sistem ideolojik olarak inancın içeriğini belirlemeye başladığında, inancın dönüşümü kaçınılmaz hale gelir.
Bu dönüşüm aynı zamanda Müslüman topluma ait olmayan bir yabancılaşma sürecini de tetikler: Müslüman toplum, kendi dünya görüşüne uygun olmayan hukuk ve yönetim yapıları altında yaşamaya zorlanarak yapısal bir yabancılaşmaya boyun eğer. Zamanla, bu yapılar içerisindeki nesiller, Batı'nın ideolojisini, seküler ahlakını ve değer yargılarını, sistemin doğal bir sonucu olarak içselleştirmeye başlar ve zihinsel bir yabancılaşmanın kurbanları haline gelir.





