UCUNDAN TUTMAK İSLAM’IN, SAHİPLENMEDEN…
28 Nisan 2015

UCUNDAN TUTMAK İSLAM’IN, SAHİPLENMEDEN…

Bir devrim ile başladı İslâm’ın sancaktarlığını yapan bu topraklarda onu belki de en hazin ve en garip şekilde yaşamak hastalığı… Onu yani İslâm’ı dünyanın en merkezinden en alt katmanına koyan insan nesli… Onunla hayatına çekidüzen veren bir milletten ona çekidüzen vermeye kendini adamış bir yığın Müslüman… Ona tâbi olmayı en şerefli görev bilen bir toplumdan onu yaşamayı kendine utanç vesilesi gören bir toplum… Onu Rabbini razı etmek için tatbik eden bir kulluk anlayışından onu aparatlara ve aletlere çevirip menfaat hedefiyle yola çıkan liderlik anlayışına… İşte tüm bu değişimler bir devrimle başladı Hilafet’in ilga edildiği Cumhuriyet ve Demokrasi devrimiyle…

İşte her meselede İslâm’ı ucundan tutan zihniyetlerin aslında izzet ve Cennet’i de ucundan tuttuklarını hatırlatmak isterim. Kapitalizmin İslâm’a ve Müslümanlara düşmanca tavır gösterenleri yücelttiği bir dünyadan, sefilleşeceği ve yardımsız bırakılacağı ahiret gerçeğini de hatırlatmak isterim.

Bugün içinde bulunduğumuz kaos ortamının en önemli sebebi zihinlerdeki karmaşa ve boşluktur. Zira bizler ne yapmak istediğimizi tam olarak idrak edebilmiş değiliz. Bir yandan din büyüklerimiz (müftülerimiz) Rasul’ün hayatı ile çok ilgilenmeden O’nun doğum gününü pastalar keserek idrak ediyorlar, hem de kâinatın en kıymetli kitabı Kur’an o pastalara süs yapılarak. Ashab-ı Kiram’dan Rasul’ün doğum gününü kutlayan oldumu, bileniniz var mı? “Peygamber Sevdalıları” binlerce kişilik kalabalıkla doğum günü mü kutlamalıydı, yoksa Rasul’ün davasını yüklenerek, devletini kurana dek çalışmaları mı gerekirdi? “Sevda” neyi gerektirir sorusuna bir cevap bulabildik mi? Belediyelerimiz kutlu doğum etkinlikleri çerçevesinde Kâbe’nin maketini yaparak halkına “Simülasyon Tavaf” hizmeti verdi. Bazı yöneticilerimiz yapılan yolsuzlukları cuma günleri hutbede okunan ayeti delil göstererek savundu. Bir parti seçim vaatleri arasına Diyanet İşlerini kaldırmayı koyarken, bir başka parti halkının duygularını tahlil edercesine bu kurumu savunarak oy istedi. Taziyede Kur’an okuyup arkasından demokrasi istemek, besmele ile başlayıp sonu milli egemenlik şarkılarıyla bitirmek, şehadeti sulandırıp, istediğini şehit ilan etmek, Allah Subhânehu ve Teâlâ’nın daha ileri demokrasiden daha çok razı olacağını söyleyenler bile oldu. Peygamberimize söz söylettirmeyiz diyenler, onunla savaşmak olan faizde zirve yaptılar. İsrail’in katliamlarına Tevrat’tan ayet gösterenler, Kur’an bu konuda ne diyor diye bakmadılar. İbadetleri, farziyetleri seçim malzemesi yapanlar, uyduruk İslâmî kurumların varlığını alacakları oylara karşılık halka reva görülen değer olarak biçtiler. Neticede dostun da istediği, düşmanın da istediği oldu. Ne şiş yandı ne kebap…

Peki ucundan tuttukları İslâm’ın sahibi ayetinde ne diyordu biz söyleyelim:

وَاعْتَصِمُواْ بِحَبْلِ اللّهِ جَمِيعًا وَلاَ تَفَرَّقُواْ وَاذْكُرُواْ نِعْمَةَ اللّهِ عَلَيْكُمْ إِذْ كُنتُمْ أَعْدَاء فَأَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَأَصْبَحْتُم بِنِعْمَتِهِ إِخْوَانًا وَكُنتُمْ عَلَىَ شَفَا حُفْرَةٍ مِّنَ النَّارِ فَأَنقَذَكُم مِّنْهَا كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللّهُ لَكُمْ آيَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ

‘‘Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılınız, sakın ayrılığa düşmeyiniz. Allah’ın size gönderdiği nimeti hatırlayın. Hani bir zamanlar birbirinize düşmanlar olduğunuz halde, O sizin kalplerinizi uzlaştırdı da O’nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Yine siz bir ateş çukurunun kenarındayken O sizi oraya düşmekten kurtardı. Allah işte size ayetlerini böyle apaçık bildirir ta ki doğru yolu bulasınız.’’ (Ali İmran 103)

Müslüman olarak Allah ile sözleşme yapan ve ona akidesi konusunda söz veren nice insanlara şu hatırlatmayı yapmalıyız:

وَلاَ تَشْتَرُواْ بِعَهْدِ اللّهِ ثَمَنًا قَلِيلاً إِنَّمَا عِندَ اللّهِ هُوَ خَيْرٌ لَّكُمْ إِن كُنتُمْ تَعْلَمُونَ

‘‘Allah’a vermiş olduğunuz sözü birkaç paraya satmayınız, eğer bilirseniz Allah katındaki mükâfatınız daha değerlidir.’’ (Nahl 95)

Cemaatlerimiz İslâmî cemaat, hareketlerimiz İslâmî hareket olmaktan uzaklaşıp kendilerine yeni yollar tayin ettiler. İslâm artık ideallerde yaşanacak bir hale gelince onu ucundan kıyısından köşesinden tutarak duygu tatmini sağlamak, vicdan rahatlatmak ve menfaat elde etmek ne kötü bir alışkanlıktır. Zora düştüğünde sığınılan bir liman, darda kaldığında yardım istenen bir merci oldu Allah Azze ve Celle. Fakat hiçbir reçetesi, hiçbir ilacı ciddiye alınmadı. Zorluk ve darlık arttıkça arttı ve şimdi gerçekten de bir Allah lafzı ile her şeyini feda edecek topluluklar üredi ve çoğaldı. Çünkü olur da ahiret gerçekten varsa, olur da azap bize isabet ederse, ya Cehennem bir hakikat ise diye düşünen hatırı sayılır bir kalabalık belki de sırf bu ihtimalden dolayı akidesiyle ilişik yaşıyor. Liderlerimiz koltuklarını, bilginlerimiz maaşlarını, güvendiklerimiz güvenlerini bu ilişki ile garanti ediyorlardı. Tıpkı Ömer Hayyam’ın dediği gibi:

‘‘Bir elde kadeh, bir elde Kur’an; Bir helaldir işimiz, bir haram. Şu yarım yamalak dünyada, Ne tam kâfiriz, ne tam Müslüman!’’

@emrahakay34