Türk Havacılık Uzay Sanayii A.Ş. (TUSAŞ)’ne yapılan saldırı, terör örgütü nezdinde Abdullah Öcalan'ın bir değerinin kalmadığını, açılım ve silah bırakma konusunda yetkinin Kandil'de olduğunu göstermeye yönelik bir mesajdır.
Saldırı öncesi süreci incelediğimizde saldırının niçin bir mesaj niteliği taşıdığı daha iyi anlaşılacaktır.
Özellikle işgalci Yahudi varlığı “İsrail”in Lübnan’a yönelik yoğun saldırıları sonrasında gerek Cumhurbaşkanı Erdoğan gerekse Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ile Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli tarafından “İsrail”in Lübnan’dan sonraki hedefinin Suriye ve Türkiye olduğu ifade edilmişti.
“İsrail”in Türkiye için bir tehdit olduğu, bölgesel bir savaşın yaklaştığı, hatta 3. Dünya savaşı ihtimalinin olduğu dile getirilerek bu tehditlere güçlü bir şekilde karşı koyabilmek için iç cephenin kuvvetlendirilmesi, içerde birlik ve bütünlüğün sağlanması ve iç barışın tesis edilmesi gerektiğine vurgu yapılmıştı.
Daha sonra 1 Ekim 2024 tarihinde gerçekleştirilen TBMM’nin yeni yasama yılı açılışında Devlet Bahçeli’nin DEM Partisi sıralarına giderek DEM Parti eş genel başkanları ile el sıkışması ve sonrasında “Yeni bir döneme giriyoruz, Dünyada barışı isterken kendi ülkemizde de barışı sağlamak lazım.”_ dediğine şahit olduk.
Ardından 13 Ekim’de TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, Anayasanın 3. Maddesi’nde yer alan "Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü" tabirinin değişmesi gerektiğini söyledi ve "Devletin ülkesi olmaz. Devletin milleti olmaz. Bu metnin, 'Milletin devleti ve ülkesiyle bölünmez bütünlüğü' şeklinde değiştirilmesi gerek” şeklinde açıklamalarda bulundu.
TUSAŞ’A yapılan terör saldırısından bir gün önce ise Devlet Bahçeli Meclis grup toplantısında; “Teröristbaşının tecridi kaldırılırsa gelsin Mecliste konuşsun, ‘terörün tamamen bittiğini’ haykırsın. Bu kararlılığı gösterirse umut hakkından yararlanmasının önü ardına kadar açılsın. Adres, İmralı’dan DEM’e uzansın.” çağrısında bulundu.
Devlet Bahçeli bu çağrıyı yaparken aynı gün Cumhurbaşkanı Erdoğan partisinin genişletilmiş il başkanları toplantısında "Türkiye'nin geleceğinde teröre ve terörün karanlık gölgesine yer olmadığını herkesin idrak etmesini bekliyoruz. Bu doğrultuda Cumhur İttifakı tarafından açılan tarihî fırsat penceresinin kişisel hesaplara kurban edilmemesini ümit ediyoruz. Siyaset kurumu, Meclis, sivil toplum, basın, akademi ve topyekûn millet olarak hep beraber, terörün ve şiddetin olmadığı bir Türkiye'yi inşa edelim, istiyoruz." açıklamasında bulunmuştu.
Bu açıklamaların bir gün sonrasında da TUSAŞ’a yönelik bir terör saldırısı gerçekleştirildi; saldırıyı gerçekleştiren teröristlerin de PKK’ya mensup oldukları anlaşıldı.
Bu saldırıyı salt bir terör saldırısı olarak görmemek gerekir. Saldırı, iç siyasi gelişmelerle birlikte sömürgeci devletlerin bölgemizdeki nüfuz çatışmalarının bir yansıması olarak değerlendirilmelidir.
İç siyasi gelişmeler açısından:
Son yerel seçimlerde Cumhur İttifakı, Gazze konusundaki tutumu, ekonomik kriz ve Kemalizm’e kayan politikaları gibi nedenlerle Millet İttifakı karşısında ciddi bir oy kaybına uğradı.
Özellikle AK Parti’nin oylarında bir erime görülürken CHP’nin de oylarını arttırdığı görüldü. İktidara karşı artan bir toplumsal muhalefet ortaya çıktı.
Bu durumda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın önümüzdeki seçimlerde yeniden Cumhurbaşkanı olarak seçilebilmesi ve bunun için gerekli olan anayasa değişikliğini yapabilmesi ihtimali oldukça zayıfladı.
Bu nedenle Cumhurbaşkanı Erdoğan, anayasayı değiştirebilmek ve yeniden seçilebilmek amacıyla bu konuda kilit parti olan DEM Parti’yi CHP’den koparmak ve DEM Parti’nin desteğini alabilmek için Abdullah Öcalan üzerinden yeni bir açılım süreci başlatmak istedi.
Böylece DEM Parti’yi hem CHP’den koparabilecek hem de bu konuda kendileriyle birlikte hareket edecek olan Abdullah Öcalan vasıtasıyla DEM Parti üzerindeki Kandil etkisini ortadan kaldırabilecek, DEM Parti’yi kendi iktidarına hizmet edecek toplumsal bir mutabakatın parçası haline getirebilecekti.
Kandil ya da PKK, kendilerini tasfiye etmeyi amaçlayan bu gelişmeler karşısında; masada kendilerinin olmadığı, onaylamadıkları bir açılım sürecinin gerçekleşemeyeceğini, Abdullah Öcalan’ın örgüt nezdinde artık bir etki ve değerinin kalmadığını, müzakere, görüşme ve sürecin kendileriyle birlikte yürütülmesine yönelik iktidara ve DEM Parti’ye, bir mesaj niteliği olması açısından TUSAŞ’a mezkur terör saldırısında bulundu.
Yeri gelmişken; Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Devlet Bahçeli tarafından iç cepheyi kuvvetlendirmek, birlik ve bütünlüğü sağlamak, iç barışı temin etmek, terörü sona erdirmek gibi gerekçelerle bir açılım süreci başlatılması ve anayasa değişikliği yapılmak istenmesi, gerçeği yansıtmamaktadır.
Gerçek olan; DEM Parti’nin de desteğini alarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yeniden seçilmesini sağlayacak bir anayasa değişikliği ile birlikte Amerika’nın dikte ettiği bölge politikalarıyla uyum sağlayacak yeni bir döneme kapı aralamaktır.
Dış siyasi gelişmeler ve bölgemizdeki sömürgeci güçler arasındaki nüfuz çatışması açısından:
Amerika’nın bölgeyle ilgili siyaseti, 4 temel üzerine kurulmuştur:
1- İşgalci Yahudi varlığı “İsrail”in güvenliğini sağlamak.
2- Bölgedeki enerji kaynaklarını kontrol etmek ve bu kaynakların güvenli bir şekilde dünya piyasalarına ulaşmasını sağlamak.
3- Bölgedeki Müslüman halklar ve ülkeler arasında sürekli çatışma, kriz, kaos, sorun, gerilim ve düşmanlık üretmek. Gelişme ve kalkınmalarını engellemek. Amerika ve Batı’ya bağımlı kalmalarını sağlamak. Böylece Müslümanların yeniden İslam’a ve Hilâfet’e geri dönüşlerini ve birleşmelerini engelleyerek Amerika ve Batı için büyük bir tehdit olmalarının önüne geçmek.
4- Bölgede bulunan bütün devletler ve devlet dışı silahlı güç ve grupları kendisi kontrol etmek, bu devlet ve diğer silahlı güçler üzerindeki İngiltere, Fransa, Rusya, Çin gibi devletlerin nüfuz ve etkilerini tamamen tasfiye etmek ya da bu devletleri kendi planlarını gerçekleştirmek için kullanmak.
Bu çerçevede; Çin’in “Kuşak Yol Projesi”ne alternatif olarak Amerika tarafından desteklenen, Basra Körfezi’nden başlayarak Irak ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya uzanan “Kalkınma Yolu Projesi”nin güvenliğini tehdit etmesi açısından, -üzerinde Avrupa’nın da etkisinin bulunduğu- PKK’nın silahsızlandırılması ve tasfiye edilmesi gerekmektedir.
Amerika, Avrupa’nın nüfuz ve etkisiyle hareket eden Kandil üzerindeki Avrupa’nın nüfuzunu tasfiye ederek Kandil’i kendi kontrolüne almayı başaramadığından PKK’yı silahsızlandırarak tasfiye etmek istiyor.
Irak’ın PKK’yı “yasaklı örgüt” olarak kabul etmesi ve Kuzey Irak Kürt Bölgesel Yönetimi Başbakanı Barzani’nin PKK’ya silah bırakma çağrısı ile iç siyasetteki gelişmeleri bu yönüyle de değerlendirmek gerekir.
Ayrıca PKK’nın tasfiye edilerek Amerika’nın kontrolü altında bulunan Suriye’nin kuzeyindeki YPG/PYD gibi terör örgütlerine meşruiyet kazandırılması da Amerika’nın hedefleri arasındadır.
İç siyasetteki gelişmeleri, dış siyasi gelişmelerden ve özellikle Amerika’nın bölge siyaset ve planlarından bağımsız olarak değerlendirmemek gerekir.
Sonuç olarak; Türkiye gerçekten iç cepheyi kuvvetlendirmek, birlik ve bütünlüğü sağlamak, iç barışı sağlayarak terörü sona erdirmek istiyorsa yapması gereken; İslam’a geri dönmek ve Hilâfet’i ilan etmek olmalıdır.
Türkiye bunu yapması halinde hem kendi içinde hem de bütün bölgede barışı ve istikrarı sağlayacaktır.
Amerika ve Avrupa’nın bölgedeki nüfuz, etki ve hegemonyasını sona erdirerek Amerika ve Avrupa’nın engellemeye çalıştığı ve korktuğu büyük tehditle onları yüzleştirebilecek, onlara büyük bir darbe vurabilecektir.
Amerika ve Avrupa’nın bölgedeki çıkar ve sömürüsünün sona ermesi ve kendilerine rakip Hilâfet gibi büyük bir gücün ortaya çıkması halinde Amerika dünya liderliğini sürdüremeyecek, dünya düzeni ve uluslararası sistem dağılacak, Amerika ve Avrupa hızlıca çöküşe sürüklenecektir.