Türkiye-Rusya arasında dış politikada siyasi ve askerî ilişkiler uzun yıllara dayanmış olsa da hiçbir dönem bu ilişkiler ticari ilişkilerin üzerine çıkamamıştır. Ta ki 24 Kasım 2015’te Rus savaş uçağının düşürülmesine kadar. İki ülke arasındaki ticaret, enerji ve tarım ürünleri ile sınırlı iken uçak hadisesinden sonra ticari ilişkilerde de daralma meydana geldi. Nitekim Rusya’nın tarım ürünlerine uyguladığı ambargoya karşılık Türkiye’nin, Rusları zora sokabilecek herhangi bir hamlede bulunamaması ticarette dahi zafiyetin ayrı bir göstergesiydi. Rus uçağının düşürülmesinden sonraki 8 ay boyunca ticari ilişkiler dahi en alt seviyede ilerlerken önce Yahudi varlığı ile sonra da Rusya ile tekrar dostluk kurulması neticesinde Ruslarla siyasi ve askerî ilişkiler, ilk defa ticari ilişkilerin önüne geçiyordu. Cumhurbaşkanı ve hükümet yetkililerinin Rus mevkidaşlarıyla kameralara verdikleri dostluk pozları adeta “düşman çatlatılıp, dış politikada siyaset nasıl yapılır”ın dersini Müslümanlara gösteriyordu siyasi dehalarımız. Siz bakmayın “ihlal olursa tekrar gereğini yaparız diyen” Reis’e, ilişkiler, politikalar seçim ayarlı ve günlük olduğu için dün öyleydi bugün böyle, dün düşman olan bugün dost paradoksu uzun yıllardır deveran eden dış politikadaki esasi açmazlardan biri olarak süregelmektedir.
Bu makalede maksadım Türkiye’nin dış politikadaki tutarsızlıklarını ele almak değil elbette fakat bir takım hususların anlaşılması adına son dönemlerdeki siyasi gelişmeleri hatırlamamız konumuzun esası olan Türkiye-Rusya arasındaki Hava Savunma Sistemleri ile alakalı görüşmelerin anlaşılmasını sağlayacaktır.
Kuruluş felsefesi olarak Batıyı kutsayarak kendisine kıble edinen, NATO’nun Ortadoğu’daki karargâhı olan Türkiye’nin elindeki hava savunma sistemlerine bir göz attığımızda, hâlihazırda yüksek irtifalı uzun menzilli bir hava savunma sistemi mevcut değildir. Bugüne kadar bu sınıfta temin edilen yegâne sistemler ABD’den 1955 yılında alınan MIM-3 Nike Ajax ve 1959 yılında alınan Nice Hercules füzeleridir. Yüksek irtifalarda uçan düşman ağır bombardıman uçağı filolarının uzak mesafelerden önlenmesi için geliştirilen bu sistemlerden Nice Hercules 1985 yılında modernizasyon geçirmiştir. Hâlen hizmetteki en gelişmiş kara konuşlu hava savunma füze sistemi 2000’li yılların başında ABD’den ikinci el olarak temin edilmiş MIM-23 HAWK sistemidir. Yaklaşık 40-50 km menzile sahip bu sistemler atış kontrol ve radar modernizasyonu geçirmiştir. Bunun dışında hava savunma füze kabiliyeti, alçak irtifa kısa menzilde etkili Rapier B1X ile Stinger uçaksavar füzelerini kullanan ve ASELSAN tarafından geliştirilen Atılgan ve Zıpkın sistemi ile birlikte 240 civarındaki F-16 jetleridir.
Eldeki mevcut sistemlerin ne derece sağlıklı çalıştığı hususuna gelince Rusya’nın, Karadeniz’den Suriye’ye fırlattığı İskender füzeleri, mevcut sistemler tarafından takip dahi edilemezken yine Esad rejim uçaklarının defalarca Türkiye topraklarını ihlal etmesine rağmen bu füze sistemleri ya uyumuş ya da uyutulmuştur.
NATO üssü ve üyesi olan Türkiye’nin, uzun menzilli hava savunma sistemleri alımına yönelik girişimi 2013 yılında Çin’in CIPMIEC firması ile FD-2000 füzeleri hususunda görüşmelere başlanmak suretiyle gerçekleşti. Bu görüşmeler ortak üretimden, teknik teknolojik paylaşımına kadar birçok konuda görüş birliğine varıldığı iddia edilmiş olsa da özellikle ABD’nin, bu sistemlerin NATO savunma konseptine uygun olmadığı yönündeki üstü kapalı tehdidi karşısında geri adım atan Türkiye, bu sayfayı açamadan kapatma durumunda kaldı. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra üst seviyelere çıkan Türkiye-Rusya yakınlaşması, sonrasında ise Türkiye’nin 24 Ağustosta başlattığı Fırat Kalkanı Harekâtıyla, Suriye Devrimi’nin zehirlenip Halep’in düşmesi, sürecin Rusya, İran, Esat lehine hızla evrilmesine sebep oldu ki, sahadaki etkisini ispatlayan Türkiye, siyasi oyunlarla ABD’nin hazırladığı Astana görüşmelerinde de Rusya ile başrolde görev alarak adeta devrimin ipini çektiler. Bu olaylardan sonra ilk defa Türkiye-Rusya ilişkilerinin gaz ve domates ticaretini aşıp siyasi ve askerî ortaklığa ulaşması neticesinde S-400’ler gündeme gelmeye başladı. Cumhurbaşkanının S-400’ler için koparasını dahi verdik açıklaması ne derece gerçeği yansıtıyor bilmiyorum fakat şu ana kadar ABD’den ciddi bir tepkinin gelmemesi Suriye’de, Rusya ve Türkiye’nin gösterdikleri başaranın ödüllendirilmesi midir? Yoksa ABD açısından bunun da akıbetinin Çin ile yaşanan gelişmenin bir benzeri olacağına yönelik sinsi planı mıdır ileriki zamanlarda hep birlikte göreceğiz.
Rusya, Çin, ABD veya başka bir ülkenin hava savunma sistemlerinin alınması meselesi çok da önem arz etmemektedir. Burada bizler açısından daha önemli olması gereken durum aldığınız sistemin size ait olup olmayacağı, dost düşman tanımlaması, bu sistemleri bir sıçrama tahtası olarak kullanıp kendine ait bir sistem geliştirip geliştirememe meselesi, bizim bu sistemlere bakışımızın esasını oluşturmaktadır. Yani sizin almaya çalıştığınız stratejik öneme sahip bu silahlar tedarikçi ülkeler tarafından asla tam manasıyla size ait olmasını mümkün kılmamaktadır. Milyarlarca dolar para vereceksiniz fakat bu sistemlerin dost düşman yazılım ve donanımını siz belirleyemeyeceksiniz. Yine bu sistemlerin teknik, bakım ve kullanımının üretici ülkeler tarafından yapılacak olması ve sizin bu teknolojiye ulaşmanızı kısıtlayacak yasal yükümlülükler bu silahları tabiri caizse bostan korkuluğuna çevirmektedir. Nitekim yukarıda da bahsettiğim üzere ABD’nin 60 yıl önce ürettiği silahları getiriyorsunuz fakat bunların modernizasyonlarını dahi sizin yapmanıza müsaade etmiyorlar. Hâl böyle olunca da metal çöplüğünden başka işe yaramayan hurdalar topraklarımızda birikmiş oluyor.
Eğer almaya çalıştığınız bu sistemler tescilli Müslüman düşmanı olan ABD, Rusya, İngiltere vb. ülkelere karşı kullanılmayacaksa -ki kullanılmamayı taahhüt ettirdikleri gibi bu sistemlerin kumandası da kendilerinde- o hâlde bu sistemler bizim hangi ihtiyacımızı karşılayacak, hangi sorunumuzu çözmüş olacak? Düşmanımız kim? Arabistan’ın ABD’den aldığı silahları Yemen’de Müslümanlara karşı kullanması ya da Esad’ın Rusya’dan aldığı silahları Müslümanlara karşı kullanılması gibi bizim de ABD veya Rusya’dan aldığımız, alacağımız silahlar kimi koruyacak, kimi düşman olarak görecek? Mesela şuan İdlib’e yapılan operasyonda düşman oradaki Müslümanlar mı? Ebedi düşmanlarımızdan aldığınız silahları orada Rabbim Allah’tır diyen muhlislere mi çevireceksiniz?
Bakın bu silahları almak için aşındırmadığınız kapı kalmadığı gibi o kâfirlerin her isteğine amade oldunuz, hatta onlarla birlikte iş tutarak Müslüman kanını akıtmaya dahi cüret edebildiniz. Bu zilletten tek bir kurtuluş yolu var o da; aklınızı başınıza alıp tövbe edip, kokuşmuş demokrasi nizamından beri olup hem dünyada hem de ahirette kurtuluşunuza vesile olacak Hilâfet’i ikame etmektir. İşte bu nizamla birlikte bu ümmetin evlatları öyle silahlar icat edecektir ki, bugünkü yöneticilerin, kâfirlerin kapılarında bir füze almak için dilendiği o devletler, hayalini dahi kurmakta aciz olacakları silahların korkusunu tüm benliklerinde hissedecekler biiznillah. Bu ümmetin ceddi geçmişte bunu tüm dünyaya ispatlamıştı, bunu tekrar başarabilecek gücümüz de imkânımız da imanımız da var. Yeter ki tekrar Hilâfet’i ikame edelim…