TÜRKİYE’DEKİ EKONOMİK KRİZ VE İSLAMİ ÇÖZÜM
02 Şubat 2014

TÜRKİYE’DEKİ EKONOMİK KRİZ VE İSLAMİ ÇÖZÜM

Merkez Bankasının dövizin ateşini söndürmek için faiz oranlarını yükseltme kararı almasına rağmen, dövizdeki yükselme devam etmiş ve eski seyrine tekrardan dönme eğilimi göstermiştir. Kimi ekonomistler bu adımı doğru bulurken, kimileri de geç kalınmış bir adım olarak değerlendirmişlerdir. Tabi ki iktidar ve bu çevreler her zaman adet olduğu üzere bu mali dalgalanmalara sebep veren Saiklerin çözümünü yine bozuk kapitalist sistemde aramışlardır. Başbakan Erdoğan ise, merkez bankasının faiz yükseltme politikasını tasvip etmediğini söylemiş, fakat merkez bankasının almış olduğu bu faiz artırım kararından sonra ise, bu durumu sabırla izleyeceklerini şayet bunda da başarılı olunmayacaksa B ve C planlarını devreye sokacağını beyan etmiştir. Erdoğan’ın merkez bankasının faiz artırma politikasını tasvip etmediğini söylemesi gerçeği yansıtmamaktadır. Nitekim geçtiğimiz hafta Salı günü merkez bankası faiz artışını borç vermeyi 7.75’ten yüzde 9.00’a yükseltti. Ancak bu artış dolar/TL paritesine herhangi bir etkisi olmadı. Bunun neticesin de Merkez Bankası Salı günü gece saatlerin de faizi tekrar artırdı. Borç vermeyi bu sefer %12’ye, bir önce ki faiz artışında dokunmadığı borç almayı ise 4.5’ten %10’a yükseltti. Dolayısıyla merkez bankası faiz artırımını iki defa gerçekleştirmesine rağmen piyasaların tansiyonunu düşürememiştir.

Kapitalist sistemin işleyişini bilen herkes merkez bankasının devletin mali politikalarını uygulamak için gerekli gördüğü mali işlemleri yaptığını bilir. Örneğin devlet hazinesinde vergi ve diğer gelir kalemlerine ait herhangi bir para kalmazsa "borç" almak üzere merkez bankasına müracaat edilir. Yani hazinenin üzerine borç kaydedilerek devlet harcamalarında kullanılmak üzere merkez bankasında hesap açılır. Bu da yeni bir tür para sayılır. Eğer merkez bankası ülkede borçlanma için paraya ihtiyaç olduğunu görürse hazineye veya şirketlere ait borç senetlerini satın alır. Değerlerini ise satıcılara ait hesaplara veya ticari bankaların hesabına kaydeder. Dolayısıyla merkez bankasının devletten bağımsız mali politikaları uygulaması söz konusu olamaz. Tabi ki burada önemli bir diğer mesele Başbakan Erdoğan’ın diline pelesenk yaptığı ‘’Faiz Lobileri’’ bu faiz artırımından dolayı ceplerine milyarlarca dolar para aktarmıştır. Yine diğer taraftan döviz kurunun azalma veya artmasından dolayı da bu defa da ‘’Dolar Baronları’’ devreye girerek yattıkları yerden milyarlarca doları ceplerine indirmişlerdir. Yani her iki durumda da fatura her zaman olduğu gibi gariban halka kesilmiştir.

Bu durumu daha da açığa kavuşturmamız için birkaç istatistik rakam vermek yeterli olacaktır. 13 Aralık -24 Ocak tarihleri arası Merkez Bankasının döviz ve altın rezervlerine bir göz atalım. 13 Aralık’ta merkez bankasının brüt döviz rezervi 115 milyar dolarken 24 Ocak tarihinde bu rakam 102.5 milyar dolara düşmüştür. Yani -%12 azalmıştır. Peki, aradaki bu fark kimin cebine girdi? ve fatura kime kesildi? Yine 13 Aralık tarihinde brüt altın rezervi 20.8 milyar dolardan 19.3 milyar dolara düşmüştür. Kayıp ise -%1.6 olmuştur. Kısacası kırk günde döviz rezervi 12.4 milyar dolar, altın rezervi 1.5 milyar dolar, brüt rezerv ise 14 milyar dolar azalmıştır. Net döviz rezervi ise 42.8 milyar dolardan 33.8 milyar dolara gerilemiştir. Dolayısıyla merkez bankası 40 günde dolar rezervlerinin %10’nu kaybetmiştir. Bu da tam olarak 14 milyar dolarlık döviz rezervi demektir. Burada okuyuculardan özür diliyorum. Bir takım ekonomistlerin yaptığı gibi bu rakamlarla zihninizi yormak istemiyorum. Fakat bu halkın cebinden çıkan sermaye, medya ve finans sisteminin ceplerine giren bu paraya dikkat çekmek istedim. Bu kayıplar halka vergi olarak dönecektir. Nitekim bütçenin %85’i halktan alınan vergilerden oluşmaktadır. Bu da yeni vergilerin yolda olması demektir.

İsterseniz bu tabloyu biraz daha netleştirelim. Kıtlık ve Açlıkla mücadele etmek için kurulmuş OXFAM isimli kuruluşun raporuna göre dünya üzerindeki en zengin 85 kişinin servetinin toplamı dünyadaki en yoksul 3.5 milyar insanın mal varlığına eşit. Ayrıca söz konusu 85 kişinin toplam mal varlığı 1 trilyon sterlini buluyor. Araştırmaya göre dünyanın en zengin yüzde 1’lik kesiminin toplam malvarlığı ise 60 trilyon sterlin. Bu rakam, dünyanın en yoksul yüzde 50’lik kesiminin toplam zenginliğinin 65 kat fazlasına tekabül ediyor. Araştırmada, bu durumun toplumsal gerilimleri artırmasından ve siyasi istikrarı tehdit etmesinden endişe edildiğine dikkat çekiliyor.

Oxfam Yönetim Kurulu Başkanı Winnie Byanyima, raporla ilgili yaptığı açıklamada şunları söyledi: "21. yüzyılda yaşıyoruz ve şu an dünyanın yarısının nüfusunun -ki bu 3,5 milyar eder- toplam kazancı, hepsi ancak çift katlı bir otobüsü dolduracak sayıda olan küçük bir elit topluluğun kazancına denk, bu gerçekten şaşırtıcı."

Oxfam'ın raporunda ayrıca bu durumun tesadüfen meydana gelmediği, sistemin durumu bu hale getirdiği ifade ediliyor. Raporda; hızla artan bu adaletsizlik zengin elitler tarafından yönetilen güç odaklarının bir sonucudur deniliyor. Buna örnek olarak, siyasi oluşumlar paradan yana. Yani elitlerden yana saf tutuyorlar, iktidara geldiklerinde yaptıkları icraatlar en çok kendilerini destekleyen elitleri sevindirecek icraatlar oluyor. Yani siyasiler ve zengin elit arasındaki çıkar ilişkisi yüzünden, tüm dünyadaki gelir adaletsizliği giderek artıyor.

Sanırım tablo şimdi daha da netleşmiştir. Tabi ki bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Sorun esasında göbekten bağlı olduğunuz Amerika ve vakası itibariyle her an kriz üretmeye müsait kapitalist sistemden kaynaklanmaktadır. Tabiri caizse Amerika’da bir rüzgâr esse buradakiler hemen zatüre olmaktadırlar. Kapitalist ekonomiye bağlı kalındığı sürece hangi ekonomik tedbirleri alırsanız alın krizler devam edecektir.

Şimdi ise ekonomik krizlerin nereden kaynaklandığına bir göz atalım. Her ne kadar iktidar ve iktidara yakın olan bir takım çevrelerin iddia ettikleri gibi şu an yaşanan ekonomik krize neden olan gezi olayları, 17 Aralık süreci ve Amerikan merkez bankası FED’in tahvil alım programını kısıtlamaya gittiği yönündeki nedenler gösterilmiş olsa da, biz her zamanki gibi bakışları farklı bir yöne çekmek istiyoruz. Bilindiği üzere kapitalist sistemin üçlü bir mekanizması veya saç ayağı vardır. Ki, ben bunları ‘’Bermuda Şeytan Üçgeni’’ olarak isimlendiriyorum ‘’Bunlar borsa(Anonim Şirketler), faizli banka sistemi ve kâğıt para sistemidir.’’ Bu üçlüyü hayatımızdan söküp atmadığımız sürece başımız beladan kurtulmayacaktır. Ben bunlardan kâğıt para sistemi üzerinde duracağım. Diğer ikisi hakkında da ileriki günlerde bir değerlendirmede bulunacağım. İşe öncelikle kâğıt para sisteminin vakası ile başlayacağım.

Kâğıt Para Sisteminin Vakası

Paranın tarifi şöyledir. Para, ister maden olsun ister maden dışında bir şeyden olsun mal ve hizmetlerin değerini belirlemek için insanların terim olarak kullandıkları şeye denir. Tüm mal ve hizmetlerin değeri para ile ölçülür. Kâğıt para sistemi, ülkede tedavülde kullanılmak üzere merkez bankasına kâğıt para basma hakkı tanımaktadır. Bunun anlamı şudur: Merkez bankası devletin politikasını uygulamak için gerekli gördüğü mali işlemleri yapar. Bir diğer ifade ile merkez bankasının kuruluş amaçlarından en temeli olan piyasada dolaşan para miktarını artırmaktır. Yani paranın değerini düşürmektir. Bu nedenle bu sistemin ayıplarından birisi de temel tüketim maddeleri fiyatlarının sürekli olarak yükselmesidir. Enflasyon olarak isimlendirilen bu fiyat yükselişleri, insanların ellerindeki paranın, ücretlerinin ve aylık maaşların reel değerindeki düşüşten kaynaklanmaktadır. Ancak bu sistemdeki ayıbın temeli "güvenoyunu" üzerine kuruludur. Yani kâğıt paranın, "değeri" olduğu aldatmacasına dayanmaktadır. Oysa kâğıt paranın zati (kendinden kaynaklanan) bir değeri yoktur. Kanun zoruyla para olarak kabul edilmekte, yargı önünde borçlar ve haklar ödenmektedir. Bu durum güçsüz ülkelerdeki, siyasi durumu çok kolay bir şekilde sarsılmasına neden olmaktadır. Çünkü bu ülkelerdeki kâğıt paranın alım gücü çok zayıftır. Yeniden "güven oyununa" başlamak, paranın değerini düşürerek insanları tekrar kandırmayı başarmak ümidiyle yöneticiler, sık sık diğer dövizler karşısında paranın değerini düşürme ihtiyacını duyarlar.

Oysa dünya parasal işlemlerde altın standardına göre hareket ettiği zaman diliminde ekonomi ve parasal istikrar bakımından parlak bir dönem yaşadı. Altın standardından vazgeçilip altın döviz standardına dönmekle birlikte parasal sıkıntılar, çalkantılar da ortaya çıkmaya başladı. Öyle ki istikrar dönemleri istisna olarak yaşandı. Ardından altın döviz standardı da kaldırılmış ve kullanımı zorunlu kâğıt para sistemine geçilmişti ve bununla birlikte de krizler birbirini kovalar bir şekilde çoğalmıştır.

Birinci dünya savaşının hemen öncesinde altın ve gümüşle yapılan işlemlerin durdurulmasına kadar dünyada altın ve gümüş para olarak kullanılmaktaydı. Birinci dünya savaşından sonra kısmen altın ve gümüş tekrar kullanılmaya başlandıysa da bu kullanımda çeşitli nedenlerden dolayı daralmalar başladı. 15/7/1971 yılında doların sabit bir değerden altın karşılığının olmasını öngören ‘’Bretton Woods’’ sisteminin ilga edilmesi ile tamamen kaldırılmıştır. Böylece kâğıt paralar, hiçbir surette altın veya gümüş karşılığı olmadan veya bunların yerine kullanılmadan, kendinden bir değeri de olmadan mecburen kullanılan para haline geldi. Değerini, dolaşıma çıkmasını öngören kanundan almaktadır. Sömürgeci ülkeler bunu sömürge aracı olarak kullanmaya, kendi çıkarları için dünya para sistemi ile oynamaya başladılar. Parasal krizler, ekonomik problemler çıkarttılar. Kâğıt para basımını artırarak büyük boyutlu para enflasyonu oluşturdular. Para enflasyonu ise paranın alım gücünün zayıflamasına yol açtı. İşte şu anda mali piyasalarda görülen sarsıntının nedenlerinden birisi de budur.

Türkiye’de ve dünyanın diğer bölgelerinde yaşanan bu sarsıntılar hem kapitalist ekonominin hem de kâğıt para sisteminin bozukluğunu göstermektedir. Aynı zamanda tüm bunlar var olan bu sistemler devam ettikçe, kapitalist sistemin fesadından ve mali piyasalardaki sarsıntılardan kurtulmanın mümkün olmayacağının da göstergesidir. Dünyanın, kapitalist sistemin, sermaye şirketlerinin, faizli banka ve kâğıt para sisteminin fesadından kurtulmasının tek yolu; kapitalist sistemin ve sermaye şirketlerinin tamamen ilga edilmesi veya sermaye şirketlerinin İslami şirketlere, kâğıt para sisteminin de ilga edilerek altın-gümüş sistemine dönüştürülmesidir.

Şimdiye kadar yapmış olduğumuz açıklamalar sadece ekonomik araştırma açısındandı. Ancak İslami bakış açısıyla meseleyi ele aldığımızda konu ile alakalı şer-i deliller gereğince paranın yalnızca altın ve gümüş olması doğrudur. Bu deliller şunlardır:

Rasulullah (sav)’in İslam devletinde altın ve gümüşün para olarak kullanılması hususundaki ikrarı. Kureyş’in kullanmış olduğu dinarlar ve dirhemlere ait ağırlıkları ikrar ettiği gibi. Tavus İbni Ömer’den rivayet ediyor: Rasulullah (sav) buyurdu ki: “Ağırlık Mekke halkının ağırlığıdır.” On dirhem yedi miskal ağırlığındadır. Günümüz ağırlık birimiyle bir altın dinar 4,25 gramdır. Gümüş dirhem 2,975 gram ağırlığındadır. İslam altın ve gümüşle ilgili şer-i hükümler getirmiştir:

a. Altın ve gümüşün biriktirilmesini haram kılmıştır. Allah’u Teala şöyle buyurmuştur: وَالَّذِينَ يَكْنِزُونَ الذَّهَبَ وَالْفِضَّةَ وَلا يُنْفِقُونَهَا فِي سَبِيلِ اللَّهِ فَبَشِّرْهُمْ بِعَذَابٍ أَلِيمٍ “Altın ve gümüşü biriktirip Allah yolunda harcamayanlara elim azabı müjdele.”

b. Alım satımların değerini, emeğin ücretini belirleyen nakit özelliğine sahip olduğundan bunlar için zekât farz olmuştur. (20 dinarda yarım dinar ve 200 dirhemde 5 dirhem).

c. Nakit özelliğinden dolayı altın ve gümüşle diyet farz kılınmıştır. “Altın sahibine bin dinar” “Nebi (sav) diyetini on iki bin dirhem olarak hükmetti”

d. Şartlar gerçekleştiği zaman hırsızlık cezasının nisabıdır. “Çeyrek dinardan fazla olmadıkça hırsızın eli kesilmez” “Rasulullah (sav) üç dirhem değerindeki bir zırhı çalan hırsızın elini kesti.”

e. Paraların birbirleriyle değişim işlemlerinde Rasulullah (sav) birtakım hükümler kararlaştırmıştır. “Rasulullah SAV birbirine eşit miktarlarda olmadıkça altının altın, gümüşün gümüşle değiştirilmesini yasakladı. Ve bize dilediğimiz gibi gümüşü altınla, altını da gümüşle satın almamızı emretti.”

İşte bütün bu naslardan dolayı İslam devletinin parası altın ve gümüştür. Bu nedenledir ki parasal krizlerin çözüme kavuşturulması için yalnızca altının veya altın ve gümüşün birlikte kullanıldığı altın sistemine dönmek mutlaka gereklidir. Böylece para sisteminden kaynaklanan enflasyon, faizli bankalar ve borçlanmalar, mali piyasalarda sarsıntıların ortaya çıkmasında etkili olan ortaklıklar sona ereceği gibi faizli bankalara da gerek kalmaz. Böylece dünyada ekonomi istikrara kavuşur. Parasal krizler ve mali piyasaların oluşması bahanesi sona erer. Buna bağlı olarak da ekonomik kriz son bulur.