Kadına karşı şiddet ve hatta cinayetler tüm alınan tedbirlere, koruma kanunlarına, sığınma evlerine rağmen artarak devam ediyor…
Mutlu ve huzurlu yuvaların sayıları her geçen gün azalıyor… Uygarlığı Batı hayat tarzında arayan ailelerde huzur azalıyor, boşanma oranları artıyor, evlenme oranları azalıyor…
Demokratik zihniyet, kuralsız özgürlük anlayışı ile kadın ve erkekler izzet ve iffetini kaybediyor…
Kadın hakları adına sürekli kanunlar çıkarılıyor ancak fuhuş bir sektör olarak sürekli artıyor. Devlet, kadınların iğrenç işlerde çalışmasını vergi ile meşru görürken, bu durumu kanun ile koruyor!
Kadın ve erkeğe dair daha söylenecek çok şey olmasına rağmen yukarıda 5 cümlede ifade ettiklerimizin dahi ülkemizdeki gidişatın ne kadar vahim olduğunu göstermesi açısından yeterli olduğunu düşünüyorum…
Bu vahim durumu düzeltmek için birey, toplum ve devlet olarak acil eylem planları hazırlamamız ve harekete geçmemiz gerekirken bizi bu hâle getiren batıl plan ve projelerin devam etmesi için gayret sarf edilmesi ne kadar acı…
Özelde kadınları ve genelde ise tüm insanları ve hatta tüm canlıları ifsat eden bu gidişin müsebbibi şüphesiz ki batıl Batılı zihniyet ve nizamlardır. Bu zihniyet ve nizamların batıllığı aklı başında her insan için aşikârdır.
Batılı toplumlarda kocası, babasına karşı güçlenen kadın her türlü tehlike ve kötülük karşısında zayıflıyor. Dünyayı kurtarmayı(!) düşünen kadını, cinsel ve fizikî saldırılardan demokratik, modern Batılı ülkelerde koruyamaz hâle geldi. Eğitimli ancak psikolojik, sosyolojik sorunları fazla; herkesle istediği şekilde ilişki kuran ancak yalnız; parası olan ancak kapitalizme borçlu; alkol, uyuşturucu bataklığına saplanmış ve hayatta aradığı mutluluğu bulamayan bireyler çoğaldı; her geçen gün çoğalıyor.
Bütün bunlara rağmen Batı’nın bu ifsat planlarını tüm insanlara ve özellikle Müslümanlara ulaştırmak için hazırlanan “İstanbul Sözleşmesi”nin ülkemizde uygulanması, izahı mümkün olmayan bir cürümdür. Aileyi yok etmek için çıkarılmış bu sözleşmenin asıl adı “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadele Hakkındaki Avrupa Konseyi Sözleşmesi”dir. Sözleşmenin amacı ise giriş bölümünde “kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddetten arınmış bir Avrupa yaratmak” olarak açıklanmış. Ailesiz bir toplum hedefleyen bu sözleşmeyi, Avrupa Birliği’nin dayatması ile Avrupa Konseyi hazırlamış. Hazırlanıp imzaya açıldığı gün de şerh koymaksızın imzalayan ilk ülke Türkiye oldu. Bütün partilerin ittifakı ile 8 Mart 2012’de “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair 6284 Sayılı Kanun” ile 1 Ağustos 2014 tarihinden itibaren de uygulamaya konuldu.
Sözleşmenin uygulanmasından sonra geçen yıllarda kadın cinayetleri arttı, erkekler evlerden uzaklaştırıldı, yuvalar yıkıldı… Güya kadını korumak ve “kadın erkek eşitliği” safsatasını sağlamak isteyen Batı ve onlardaki “çağdaşlığa”, “muasır medeniyete” özenen düşmana âşık zavallılar her geçen gün düşmanlarına daha çok benzedi…
Bu sözleşmenin zararları elbette bir makaleye sığmayacak kadar fazla ancak ben bu sözleşmenin en büyük fitnesi ve hedefi olan “toplumsal cinsiyet eşitliği” konusuna biraz değinmek istiyorum.
“Toplumsal cinsiyet eşitliği”, eşcinsellik, erkek erkeğe, kadın kadına, hayvanlarla, robotlarla ilişki ve sair her türden cinsel sapıklıkların meşru görülmesi ve yasalarla korunmasıdır. “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” her bireyin cinsiyetsiz yaratıldığı, erkek-kadın gibi tariflerin toplum tarafından dayatıldığı, çocukluktan itibaren bunun özgür bırakılarak cinsiyet tercihlerinin kişinin kendisi tarafından “etkilenmeksizin” yapılmasını, bunun meşru olması/görülmesi gerektiğini savunuyor. Bunun için erkek ve kadın ayrımını gösteren her ne varsa bunun toplumsal cinsiyet eşitliğine aykırı olduğunu, cinsiyetsizliğin bir insan hakkı olduğunu ve yasalarla korunması gerektiğini söylüyorlar. Bu yüzden dizilerden çizgi filmlere, oyuncaklardan elbiselere, erkek-kadın tuvaletlerdeki ayrıma kadar her şeyde değişikliği savunurlar. Bu sözleşmeye imza atan her devlet, toplumsal cinsiyet eşitliğini okullarda anlatmalı, kanunlar çıkarmalı, programlar yapmalı ve toplumsal cinsiyet eşitliğinin önündeki din, gelenek, âdet gibi her engeli kaldırmalı anlamına gelen maddeleri kabul etmiş oluyor. Bu sözleşmenin uygulandığı ülkelerde ve ülkemizde son yıllarda eşcinselliğin ve LGBT olarak bilinen eşcinsel hareketin Türkiye’de meşru hâle gelmesi ve işlenen bu cürmün yasalarla güvence altına alınması da bu sözleşmeye dayanıyor.
Yine İstanbul Sözleşmesi’nin 14. (Eğitim) Maddesinde; “Toplumsal Cinsiyet Hakkı gibi konulara ilişkin materyalleri öğretim müfredatına ve eğitimin her seviyesine eklemek için gerekli adımları atmaktan devlet sorumludur” deniliyor. Sözleşme gereği ülkemizde Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin Geliştirilmesi Teknik Destek Projesi (ETCEP) ile binlerce öğrenciye cinsiyet eşitliği anlatıldı. Erkeklere, kızlara ait etkinlikler, kızlara ise erkeklere ait etkinlikler yaptırıldı. Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk konuya ilişkin şunları kaydetti:
“Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Etkinlik Kitabı hazırlandı. Kitap kapsamında 9. ve 10. sınıf seviyesinde derslerde ünitelere uygun, etkinlikler yaptık. Uzmanlar tarafından hazırlanan taslak etkinliklerin incelenmesi ve değerlendirilmesi amacıyla branş ve rehberlik öğretmenlerinin katılımıyla bir çalıştay gerçekleştirildi.” YÖK Başkanlığı ise toplumsal cinsiyet eşitliğini derslere koydu ve bu konuda yüzlerce tez yazdırıldı…
Bu sözleşme ile adına toplumsal cinsiyet eşitliği denilen ifsat dünyanın tamamına yayıldı. Bu yüzden nesiller bozuldu, hastalıklar çoğaldı. Meşhur ismi ile AIDS (Edinilmiş Bağışıklık Sistemi Bozukluğu) isimli hastalık aslında bu cinsiyet eşitliğinin sonucu olan sapkın ilişkilerin neticesi ile ortaya çıkan GRID “Eşcinsellikle İlişkili Bağışıklık Sistemi Bozukluğu” hastalığıydı. Ancak eşcinselliği dünyaya yaymak isteyenler hastalığın ismini bile değiştirdiler.
Allah ve Rasulü’nün koruduğu kale; ailelerimiz, her geçen gün saldırıya uğruyor. Çıkan kanunlar, yapılan sözleşmeler, planlar, projeler hep ailelerin yıkılması için zemin hazırlıyor. Dinine göre amel eden insanlar zina yapmadan nikâhlandıkları için cezalandırılıyor. Eşlerinden ayrılmak zorunda kalan, bataklıklarda yaşamaya mahkûm edilen kadınların çığlıkları feministler kadar duyulmuyor. Okullarda çocuklarımıza ifsat projesi olan toplumsal cinsiyet eşitliği anlatılıyor. Sokaklar, meydanlar, ekranlar toplumsal cinsiyet eşitliğini savunan eşcinseller ile dolu, gençlere rol model olarak sunuluyor. Aile, nesil ve toplum tehdit altında ancak somut hiçbir adım atılmıyor.
“İstanbul Sözleşmesi nas değildir!” diyen ve evlilik konusunda gençleri uyaran Cumhurbaşkanı Erdoğan, geri dönüşü olmayan bu yıkım projesinin uygulanması konusunda yıllardır tek bir somut adım atmıyor. Sözde aile, nesil ve toplumun korunması gerektiğini savunanlar icraatta aile, nesil ve topluma en büyük zararı veren adımları atıyor.
Allah insanı, “erkek” ve “kadın” olarak yaratmıştır. Bu yaratılışı reddeden zihniyetin “kadın-erkek eşitliği” veya “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” söylemleri, İslâm nizamının asla kabul etmeyeceği ifsat projesinin söylemleridir. Bizim için köklü çözüm İslâm içtimai nizamının uygulanmasıdır. Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
يَا أَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُواْ رَبَّكُمُ الَّذِي خَلَقَكُم مِّن نَّفْسٍ وَاحِدَةٍ وَخَلَقَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَبَثَّ مِنْهُمَا رِجَالاً كَثِيرًا وَنِسَاء وَاتَّقُواْ اللّهَ
“Ey insanlar, sizleri bir tek nefisten (Hz. Âdem’den) yaratan, o ondan da eşini (Havva’yı) vücuda getiren, ikisinden birçok erkeklerle kadınlar üreten Rabbinizden korkun ve günah işlemekten sakının!”[Nisa Suresi 1]
Bu vesile ile Hizb-ut Tahrir’in “Aile, Nesil ve Toplum İslâm ile Korunur!” kampanyasının hayırlara vesile olmasını ve İstanbul Sözleşmesi gibi tüm şer planlarının ortadan kalkması noktasında öncülük etmesini Rabbimizden niyaz ediyorum…