Teselli, problem sahibinin yüreğini okşar; onu sakinleştirir. Onu problemiyle birlikte yaşamaya alıştırır. O artık çözüm peşinde değildir; durumu kabullenmiş, problemiyle birlikte yaşamanın yollarını aramaktadır. Çok geçmeden de kendince bunun bir yolunu bulur ve öyle bir hâle gelir ki; problemine ülfet peyda eder, alışır. Artık “çözüm aramak” diye bir meselesi kalmaz. Yarası her nüksettiğinde o, tesellisini öne sürer ve rahatlar.
Bu protestolarımız, bu gıyabi cenaze namazlarımız, bu dua ve beddualarımızın Allah’ın katındaki değeri bir yana, maalesef hepsi birer teselli işlevini görmektedir. Kahrolası “İsrail’in” genişleyip büyümesine engel olmayan Gazze’den atılan füzeler de teselli olmaktan öteye geçmiyor. Zira eğer protesto, gıyabi cenaze namazları, dua/beddua ve atılan füzeler 70 küsur yıldır aynı minval üzere tekrarlanıyor ve “İsrail’in” her gün biraz daha genişleyip büyümesine mani olmuyorsa, teselliden öte bir mana ifade etmediğini gösterir. Şair;
“Bakmayın tozduğuma meşhur Babıali’de
Bulmuşum rahatımı ben de bir tesellide*.”***[1] derken kastettiği budur.
70 küsur yıldır tekrarlanıyor tekrarlanan. Bu terör oluşumu 70 küsur yıldır mahremimize girmiş, kutsallarımızı çiğnemektedir. Üç çeyrek asırdır mukaddes beldemiz Kudüs’e ve orada yaşayan kardeşlerimize acımasızca kıymaktadır. Evlerini başlarına yıkıp çoluk-çocuk, kadın-erkek, genç-ihtiyar demeden vahşice öldürmektedir. O masum, halis, muhlis, çilekeş Filistin halkının feryat figanları çoktandır arşıâlâyı delip geçmiştir. Kaldı ki Rabbimiz [وَمَا لَكُمْ لَا تُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَالْمُسْتَضْعَف۪ينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَٓاءِ وَالْوِلْدَانِ الَّذ۪ينَ يَقُولُونَ رَبَّنَٓا اَخْرِجْنَا مِنْ هٰذِهِ الْقَرْيَةِ الظَّالِمِ اَهْلُهَاۚ وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ وَلِياًّۚ وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ نَص۪يراًۜ] “Size ne oldu da Allah yolunda ve ‘Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu şehirden çıkar, bize tarafından bir sahip gönder, bize katından bir yardımcı yolla!’ diyen çaresiz erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz?”[2] diye asırlardır bize emr-u ferman vermiştir.
Mesele şu: 70 yıldır Yahudi varlığına zarar vermeyen beyhude girişimlerle yine kendimizi teselli mi edeceğiz? Yoksa daha fazla ertelemeden gerçek bir çözümle bu meselenin hal çaresine mi bakacağız?
Unutmayalım ki gerçek çözüm, Yahudi terör oluşumunun varlığını sürdürdüğü “iki devletli çözüm” değildir. Aslında Kitap ve Sünnet’e, İslâm tarih, kültür ve medeniyetine aykırı olan bu çözüm, yıllardır Arap ve İslâm âleminin kukla yöneticileri ve BM’nin gündemindedir. Sonuç itibariyle “İsrail” oluşumunun terör estirip topraklarını genişletmesinden başka bir işe yaramamıştır. Gerçekte böylesi bir çözüm bidattir, haramdır ve hayaldir. Teselli boyutunu aşmayan bir avunma, bir ihanet, bir aldatmacadır.
Zira Allah ve Rasulü’ne kulak veren, Kitap ve Sünnet’e başvuran ve yüreğini dinleyen her Müslüman gerçek çözümün; Yahudi devletinin yok olduğu, göklerde yalnızca İslâm sancağının dalgalandığı bir Filistin olduğunu görecektir. Yanı başında “İsrail” devletinin varlığını sürdürdüğü bir Kudüs, kurtulmamıştır! İslâm sancağı dışında başka bayrakların da dalgalandığı Mescid-i Aksa azat olmamıştır! Yahudi, Hıristiyan ve Müslümanlardan oluşan bir “ortak komisyon”un yönettiği Mescid-i Aksa esirdir! Dış güvenliğini “İsrail’in” sağladığı bir Filistin özgür değildir! Râşidî Hilâfet’ten başka herhangi bir gücün egemenliğindeki Filistin kurtulmamıştır!
Bu bağlamda geç de olsa samimi bir yürek muhasebesine girmemiz gerekir: 70 yılı aşkındır işgal altında bulunan Filistin konusunda gerçek bir çözümün peşinde miyiz yoksa aradığımız bir teselli mi? Biz çözüm mü istiyoruz yoksa teselli mi arıyoruz? Gerçek bir çözümün mü peşindeyiz yoksa bizi rahatlatacak bir avutmanın mı?
Geriye dönüp baktığımızda Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) aslında belli bir kesim için bir teselli idi ve öyle de devam etmektedir. Zira FKÖ’yü Arap devletlerin hain yöneticileri kurmuştur. Yönetimlerini gasp ettikleri halkların öfkesinden kendilerini korumak için FKÖ’yü bir paravan olarak kullanmışlardır. Onunla halklarını teselli etmişlerdir. Adeta “merak etmeyin; Filistin’in kurtuluşu için çalışan bir örgütümüz vardır, gerekeni yapmaktadır” demişlerdir.
FKÖ’nün içyüzünü bilen ve onunla avutulmayanlar için de İslâmi Direniş Hareketi (HAMAS) aynı işlevi görmüştür. Seküler Komünist Ulusalcı çevreler FKÖ ile avutulurken, İslâmi hassasiyete sahip kesimler de HAMAS ile teselli bulmuştur. HAMAS’ın Şeyh Ahmed Yasin, Abdülaziz el Rantisi (Allah şehadetlerini kabul buyursun) gibi samimi Müslümanlar tarafından iyi niyetlerle kurulmuş olması durumu değiştirmemiştir.
Kullandığım her kelimenin farkındayım. Elbette bunlar alışageldiğimiz cümleler değildir. Ancak çözüm olmayan bu kahrolası gidişata “dur!” demek için ezber bozan cümleler kurmak gerekmektedir. Hakikati örten karartmayı, kamuflajı yırtıp parçalamak gerekiyor. FKÖ’nün kurulduğu 1969 ve HAMAS’ın kurulduğu 1987 yılından bu yana gelinen nokta göz önüne alındığında bu alışılmadık satırların gerçeğe karşılık geldiği inkâr edilemez.
Nitekim bu süreç içinde “İsrail” sürekli yeni yerleşim alanları işgal etmiş ve genişleyerek büyümüş ve güçlenmiştir. 1993’te Yaser Arafat Oslo ihanet anlaşmasını imzalamış, 28 Eylül 2000’de “İsrail” eski Başbakanı Ariel Şaron Mescid-i Aksa’yı basmıştır. “İsrail”, 27 Aralık 2008’de bir saldırı başlatmış, Gazze’yi hedef alan üç haftalık bombardımanda 1400 Filistinli ölmüş, binlerce yaralı ve yüzlerce ev harabeye dönmüştür. Süreç içerisinde HAMAS ve FKÖ Mahmut Abbas denen hainin başkanlığında birlikte hareket etmeye başlamış ve 22 Mayıs 2021’de genel seçime gitme kararı almışlardır. Ne ki Filistin Seçim Komisyonu 30.04.2021’de yaptığı açıklamada, yapılması planlanan parlamento seçim sürecinin askıya alındığını duyurmuştur.[3]
Diğer taraftan FKÖ ve HAMAS’a lojistik destek sağlayan Türkiye dâhil tüm devletler ulusal çıkarlarını Filistin meselesinin önünde tutmuşlardır. Filistin meselesini kendi iç siyasetlerine alet etmiş, konumlarını pekiştirmek için istismar etmişlerdir. “İsrail” ile siyasi, istihbarat ve ticari ilişkilerini kesmemişlerdir. Her fırsatta “İsrail’e” destek veren ve Kudüs’ü “İsrail’in” başkenti ilan eden ABD ile ilişkilerini sürdürmüşlerdir. Dahası bazı Arap devletleri “İsrail” ile “normalleşme” hamlesini başlatmışlardır.
En şaşırtıcı olan hamle ise Filistin üzerinden onca yerel ve genel seçim kazanan Erdoğan’dan gelmiştir. Her defasında “AK Parti kazanırsa Kudüs kazanacaktır” dediği hâlde Kudüs hep kaybetmiştir. Dahası sırf “İsrail’i” dünya kamuoyunda mahkûm etmek için yola çıkan Mavi Marmara girişimi tam da amacına ulaşmak üzere iken Erdoğan “giderken bana mı sordunuz?” deyip devreye girmiş ve dava geri çekilmiştir. Daha da garip olanı; bu yolculuğa çıkanlar ve şehit olanların yakınları kendilerini teselli etmenin bir yolunu bulmuşlardır.
Kısacası FKÖ ve HAMAS teşekkülleri, yerli işbirlikçilerin kendisiyle Müslüman ümmeti avuttuğu birer teselli olmaktan öteye geçememiş ve Filistin meselesi 70 küsur yılın ardından tüm sıcaklığıyla önümüzde duruyor. Daha fazla oyalamanın kimseye bir faydası yoktur. Madem sahte çözümlerden bir fayda gelmemiştir, öyle ise gerçek çözüme yürümenin zamanı gelmiştir.
Gelin, şimdi Kitap’tan ve Sünnet’ten gerçek çözümün ne olduğunu ders alalım. Zira İslâm sorunu tespit ederken mevcut vakıayı/sahadaki gerçeği analiz eder. Böylece sorunu tüm çıplaklığıyla ortaya koyar. Sorun bellidir; Yahudi varlığı İslâm topraklarının bağrında bir terör oluşumu kurmuştur.
Tüm İslâmi hareketler bu konuda hemfikirdir. Ancak sıra çözüme gelince çoğu İslâmi hareket kendini şartlarla sınırlandırmıştır. Çözümü Kitap ve Sünnet’ten değil mevcut durumdan devşirme yoluna gitmiştir. Çareyi ümmetten değil, kukla yönetimlerden beklemişlerdir. Kaldı ki bu kukla yönetimler de çözümü evrensel güç odaklarına havale etmişlerdir. Filistin halkına İslâm ümmetinden bağımsız bir kimlik ihdas ederek en büyük cürmü işlemişlerdir. “İsrail’in” yanı başında uyduruk bağımsız bir Filistin Devleti ve ona bir de bir bayrak yakıştırmışlardır. 1. Dünya Savaşı sonrası Sykes-Picot’ların yarım bıraktığı şeyi tamamlamak adına iki tane uydurma devlet çiziktirmişlerdir. İşte 70 yıldır süre gelen kısır döngünün kaynağı budur.
Kuşkusuz gerçek çözüm imkân işi değil iman işidir. Bilek işi değil yürek işidir. Peki, gerçek çözümü isteyecek yüreğimiz var mı? Gerçek çözümü ümmetle paylaşacak samimiyetimiz var mı? Gerçek çözümü kurgulayacak bir hayal dünyamız var mı? Gerçek çözümü planlayacak bir zihniyete sahip miyiz? Gerçek çözümün yol haritasını belirleyecek bir kabiliyetimiz var mı? Gerçek çözüm için yola çıkacak cesaretimiz var mı?
Evet, vardır ve olmalıdır! Kişiliğimizi teselli modundan kurtardığımız gün Ömerlerin ve Selahaddinlerin tüm özellikleri Allah’ın izniyle bizde zuhur edecektir. Nitekim bugün dünyanın her tarafı, nübüvvet metodu üzere 2. Râşidî Hilâfet’i ikame etmek üzere söz vermiş ümmet evlatlarıyla dolup taşmaktadır. Türk’üyle, Kürt’üyle, Arap’ıyla ümmet yeniden Ömerler, Yavuzlar, Selahaddinler olmaya azmetmiştir. Râşidî Hilâfet’i kurarak Çeçenistan’dan Bosna’ya, Filistin’den Irak’a, Keşmir’den Kabil’e kadar ümmetin iki yakasını bir araya getirecek, “İsrail’in” varlığına son vererek Mescid-i Aksa’nın semalarında kelime-i Tevhit sancağını dalgalandıracaktır.
[بِنَصْرِ اللّٰهِۜ يَنْصُرُ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ] “O gün müminler Allah’ın yardımı sebebiyle sevinecekler. O dilediğini muzaffer kılar. O çok güçlüdür, engin merhamet sahibidir.”[4]
[لِمِثْلِ هَٰذَا فَلْيَعْمَلِ الْعَامِلُون] “Çalışanlar, böylesi bir kurtuluş için çalışsın”[5]
[1] N.F. Kısakürek; Muhasebe
[2] Nisa Suresi 75
[3] TRT Haber; 30.04.2021
[4] Rum Suresi 5
[5] Saffat Suresi 61
___