Seçimler ülkemizin gündemi en sık meşgul eden konusu haline geldi. Erken seçimler, referandumlar, koalisyon sonrası seçimler vs... Dolayısıyla her seçim dönemi piyasaların kontrollü bir süreç izlemesi, yatırımların seçim sonrasına ertelenmesi, dövizin hızlı iniş-çıkışları gibi durumlar ülkenin ekonomik düzenini alt üst eden başlıca sebepler haline gelir. Bununla birlikte her seçim süreci halk arasında yeni bir fitne ateşinin körüklenmesi, tarafgirlik sorunu ve parti fanatizmi gibi sosyolojik bir takım sonuçları da beraberinde getirir. Aslında siyasi partiler de tam olarak bu sonuçlardan istifade etmeye çalışır. Bunun için ağızlarından dökülen söylemlerin seviyesi bir yükselir, bir düşer. Ama mutedil bir seviye tutturamazlar. Bazen hakaretler, aşağılamalar; bazen de (amiyane tabirle) gaz vermeler, yalakalıklar savrulur. Seçimi kazanmak için her yolun geçer akçe kabul edildiği bir siyasal zeminde halk adeta oy verme robotları haline getirilir. Kim; kime, neye, niçin, oy verdiğini sorgulamaz ve aklı ikna edecek cevaplar bulmaz ya da hiç böyle bir arayış içerisine girmez. Bu süreçte kalkınma hamleleri seçim sonrasına kadar durdurulur, ticaret hacmi küçülür, turizm sekteye uğrar, hükümet planlamasını yavaşlatır ve seçime odaklanır. Böylece her yönden aksaklık ve belirsizlik havası hâkim olur. Bu ve benzeri sebeplerden ötürü hem iktidardakiler açısından, hem de toplum açısından her seçim biraz daha geriye gidiştir. Üstüne politik hezeyanlar eklenince artık mide bulandıran bir hal alır. İşte bu hezeyanlar bize hiç olmadık şeyler yaptırır. Meşhur bir atasözü vardır; ‘kötü komşu insanı mal sahibi yapar’ diye. Siyaset anlayışının yerle yeksan olduğu canım memleketimde bazı savrulmaları yazmak zorunda kaldık. Bu yüzden bu politikacıların söylemleri ile fiilleri arasındaki uyumsuzluğu tasvir etme ihtiyacı hissettik. Umulur ki, geldiğimiz nokta bir az olsun belirginleşir.
Öncelikle başlıkta geçen ‘aforizma’ kelimesini tanımlayalım. Bu kelime Nihilizmin kurucusu Friedrich Wilhelm Nietzsche tarafından ilk kez şöyle tanımlanmıştır: “Benim arzum başkalarının bir kitapta anlattığı şeyi, on cümlede anlatmaktır.” O halde ilk aforizmamızı söyleyelim: Körler memleketinde şaşılar padişah olur. Enerji ve Tabi Kaynaklar eski bakanı Taner Yıldız bakanlığı döneminde Haber Türk TV’de şu cümleleri sarf etmişti: “Eğitim seviyesi arttıkça AK Partinin hitap ettiği alanın daha da daraldığını görüyoruz, anketler de bize bunu söylüyor.”[1] Bu durumda hükümet politikası olarak eğitim seviyesinin arttırılması riski nasıl göze alınacak ve ne gibi tedbirler uygulanacak? Bir iktidar ile tebaasının arasındaki bu ilginç ilişki yumağı nasıl çözüme kavuşturulur doğrusu cevap vermek gerçekten zor.
Buna paralel olarak bir diğer aforizmayı söyleyerek devam edelim: “Bir siyasetçi gelecek seçimi, bir devlet adamı gelecek kuşağı düşünür.” (W. Shakespeare) Maalesef ki, günümüz siyasetçi profili bir devlet adamı profilinden oldukça uzaktır. Zira devlet adamı, devlet mefhumuna kapsayıcı bir gözle bakar. Geçmişi tecrübe olarak alırken, gelecek ile ilgili iddialı hedefler koyar. Fakat gelecek hedeflerini, bir siyasetçi aklıyla bakarak miskin, kafa yormayan, sığ düşünceli ve kolay idare edilebilecek bir toplum değil; fikren yükselmiş, muhasebe ederek devletini geliştiren bir toplum tasavvuru oluşturur. Kısacası devlet adamı devletini düşünürken, siyasetçi daha çok kendi paçasını kurtarmayı düşünür. Tabi ki demokratik siyaset çerçevesinde…
Her zaman doğruyu söyle ki, ne dediğini hatırlamak zorunda kalmayasın. Modern siyasetin mimarları siyaset=yalan denklemini benimsemiş bir toplum inşa ettiler. Eğer siyaset yapılacaksa bunun yalansız olamayacağına ikna olmuş bir toplumun tabii ki yöneticisinin söyleyeceği uydurma sözlere karşı sessizliğini korumak dışında yapacağı bir şey gözükmüyor. Mesela demokrasiyi araç kabul ederek ciddi kazanımlar elde eden siyasetçiler şimdilerde daha ileri demokrasi hedefleriyle çalışıyorlar. Önceleri Avrupa Birliği için Hristiyan Birliği diyen politikacılar sayesinde bütün AB müktesebatını yerine getirdik, her şeyimizle ‘Avrupalı’laştık. Daha sonra giremeyeceğimizi anladığımızda saldırganlaştık, ipleri kopardık. Sonra yeniden barış görüşmelerine başladık aramızı düzelttik ve yeni kriterler ile yeni başlangıçlara yelken araladık. Yakın zamanda Avrupa bakanlarımızı bile ülkelerine sokmayınca estik gürledik, karşılık vereceğimizden bahsettik, cezasının ağır olacağını söyledik, özür bekledik vs... Şimdi gelinen noktada ne dediğimizi hatırlamak zorunda kaldık. Sahi biz ne dedik?
Defalarca gürlediysen, bir kez olsun yağmalısın. Darbecileri geri vermeyen ABD, Almanya ve Yunanistan’a bazı uyarılar yaptık. Bu uyarıların dozlarını bir yükselttik, bir düşürdük. 15 Temmuz’dan bu yana 8 ay geçti fakat savurduğumuz tehditlerin hiç birisini yapamadığımızı anlayan Batılı devletler nezdinde bu uyarıların kıymet-i harbiyesi kalmadı. Zira siyasetçilerimizi bizden daha iyi tanır hale geldiler. Zaman geçtikçe uyguladığımız taktiklerin zayıfladığını, tutacak bir dalımızın kalmayacağını görür gibi oluyoruz. Belki de en azından bir kez olsun yağmalıydık. Örneğin darbecilerin başı olarak gösterilen F. Gülen’i kuş sütüyle besleyen ABD başkanı için yakalama kararı falan çıkarsaydık. Sınırlarımıza giriş yaptığı anda gözaltına alsaydık. Ya da diyelim ki ABD’ye bunu yapamayız en azından Yunan hükümetine akıllarını başlarına aldırtacak hamleler yapıp 8 darbeciyi sınır dışı ettirebilseydik. Belki bundan sonra elimiz daha da güçlenir ve sözlerimizin belli bir süre daha kıymeti olurdu. Ama olmadı…
Sözlerinle savrulmayacaksın ki, bedeninle savrulmaya alışmayasın. Hem Suriye meselesinde, hem Rusya ilişkileri konusunda o kadar savrulduk ki, bizleri iki elleri arasına alıp sallayarak kendimize getirdiler. Suriye’de akan kanın ancak Esed’siz duracağını savunan yöneticilerimiz Suriye meselesi Esed olmadan çözülemez der hale geldiler. Rus savaş uçağını düşürdük ve arkasından, bilerek düşürdüğümüzü, sınır ihlali olduğunu falan söyledik. Hatta öyle ki bazı politikacılarımız liderlerinden aldığı motivasyonla bir daha olsa yine düşürürüz dediler. Tam herkes coşmuşken, bir anda diller bıçak gibi kesildi. Özürler dilendi, haberimiz yoktu denildi, istediğiniz zaman istediğiniz yerde uçuşlar yapabilirsiniz zaten uçağınızı “FETÖcüler” düşürdü, vs… Sonra ne mi oldu? Bu sefer Rusya uçağımızı düşürdü ve kimsenin gıkı çıkmadı. Ne de olsa yanlışlık olmuştu. Peki, Rusya sadece uçağımızı mı düşürmüştü? Hayır. ‘Halep’imizi de düşürdü, bizim ‘Halep’imizi, hem de yanlışlıkla değil koskoca bir düşmanlıkla. Sonra yine “dost” iki ülke olarak devam ettik yolumuza. Elimizde çok önemli bir fırsat vardı; Halep’i kurtarsaydık devletimiz dünya devleti, liderimiz dünya lideri olacaktı. Olmadı; üstüne Halep’i boşalttık.
Dünya 5’ten büyük ise büyük olanı seçeceksin. Ne hazindir ki biz yine 5’i seçtik.
1. ABD: Darbenin mimarı F. Gülen o topraklarda Türkiye’ye iade edilmeyeceğinden emin bir şekilde yaşıyor. Topraklarımızdaki terörün baş aktörü ABD ile en ufak bir problemimiz yok. Referandumdan “evet” çıkarsa ilk ziyaret muhtemelen oraya yapılacak.
2. Rusya: Suriye katili, kindar ve zalim bir ülkeden özür dilemek gibi bir hataya düştük. Turizm, ithalat, ihracat, anlaşmalar elimizi kolumuzu bağlayınca biz de Rusya’ya bel bağlar hale geldik. Şu anda en ciddi müttefikimiz.
3. İngiltere: Aslında darbede en önemli paya sahip tam bir terör devleti. Topraklarımızda akan masum kanların en kayda değer müsebbibi. Adı anıldığında İslam ve Müslümanlara düşmanlığı ile hatırladığımız sinsi devlet. Yakın zamanda Başbakan düzeyinde görüşmeler, anlaşmalar yaptık. Üst düzey bir karşılama töreni ile adeta bu rejimin gerçek sahibi sizsiniz algısı oluşturduk.
4. Fransa: Terör ve İslam’a düşmanlıkta İngiltere ile yarışan bir diğer ülke. Almanya ve Hollanda gerilimlerinin yaşandığı gün sığındığımız limandı. Oradan kınadık Avrupalı devletleri. Afrika canisi ile aramızda su sızmaz.
5. Çin: Bir başka Müslüman katili ülke. Yöneticilerimiz Çin’e gittiğinde Doğu Türkistan’da katliamın yaşanmadığını, gelen haberlerin yalan olduğunu söylediler. Yaşanan birkaç münferit olayın sorumlusu Çin Hükümeti değilmiş, günahlarını almışız. Çin ile ithalat hacmimiz zirvede. Onsuz ekonomi düşünülemez.
Velhasıl Dünya’ya, kendisinden küçük olduğunu iddia ettiğimiz bu beş ülkeyi tercih ettik.
O zaman uzatmadan son aforizmayı da afişe edelim:
Siyaset, ileride olabileceği olmadan evvel görüp zamanında tedbir almaktır.
[1] https://www.youtube.com/watch?v=0UadGDmDljM