Siyasal Güven/sizlik
11 Aralık 2021

Siyasal Güven/sizlik

Siyasal güven konusunda birçok makale ve eserler kaleme alınmıştır. Başta Francis Fukuyama olmak üzere birçok ünlü siyaset bilimcinin son yıllarda çalıştığı en önemli konulardan biri de siyasal güven konusudur. Siyasal güven ya da siyasal güvensizlik, günümüz demokrasileri ve rejimleri açısından son derece önemli ve vazgeçilmez bir unsurdur.

Şüphesiz ki herhangi bir sistemin bekasını devam ettirebilmesi için toplumun, siyasal otoritelere ya da rejime yönelik desteği kaçınılmazdır. Aksi takdirde sistemin ayakta durması söz konusu dahi olamaz.

Siyaset bilimciler tarafından siyasal güven, “halkın, siyasal sistemin herkes için eşit ve adil sonuçlar doğuran politikalar üretebileceğine ilişkin yaygın inancını ya da vatandaşların kendi siyasal inanç ya da moral değerlerine göre sorumlu siyasal otoriteler ve kurumların performansının değerlendirilmesine dayanan bir yargı” olarak tanımlamışlardır. Siyaset bilimi açısından halkın kurumlara karşı güveninin azalması, demokrasi açısından sağlıksız bir durumdur. Amerikalı ünlü siyaset bilimi profesörü David Easton’a göre; “halk desteğinin belli bir minimum düzeyin altına düşmesi veya güvenin azalması durumunda, her çeşit siyasal sistemin varlığının tehlikeye düşmesi mümkündür.”

Türkiye’deki bir takım siyaset bilimciler ise, Türkiye gibi henüz tam anlamıyla demokratik rejimi pekişmemiş, kökleşmemiş ülkelerde siyasal güvenin daha da önemli olduğunu, zira demokratik kültürün yerleşmediği bu rejimlerde siyasal güvenin azalması demokratik rejime olan inancın azalması anlamına gelebileceğini, toplumların farklı alternatif arayışlara gireceğini ve tehlikeli sonuçlara (darbe, iç savaş, otoriter yönetim, terör hareketleri vs.) yol açabileceğini ifade etmektedirler.

Görüldüğü üzere siyasal güven ya da siyasal güvensizlik konusu siyaset bilimciler açısından son derece önemlidir. Çünkü onlar demokrasinin bekası için bu konuya büyük önem verirler. Zira halkın artan siyasal, ekonomik, sosyal, kültürel talepleri iktidarlar tarafından karşılanmadıkça siyasal güven azalmakta, hoşnutsuzluk ve güvensizlik artmaktadır. Diğer bir faktör ise halkın dışlandığı ya da hoşnut olmadığı siyasal prosedür ve süreçler, halkın iktidarlara olan güvenini zedeler.

Siyasal güven veya güvensizlik genelde üç şey üzerinde kendini gösterir: Liderlere olan güven, devlet kurumlarına olan güven ve son olarak belki de en önemlisi sisteme duyulan güven veya güvensizlik.

Türkiye’de ise genelde sistemden daha ziyade liderler ve devlet kurumlarına duyulan güvensizlik açığa çıkmaktadır. Cumhuriyetten günümüze kadar altmışaltı hükümet ve onlarca lider değişmiş fakat bir türlü siyasi güven oluşturulamamıştır. Hâlbuki siyasi güvensizliğin veya siyasi bunalımın gerçek nedeni demokratik sistem olmasına rağmen, toplumun dikkati sistemden daha ziyade şahıs ve kurumlara yönlendirilmiştir. Bu şekilde de demokratik sistemin bekası sağlanmıştır. Bunun en somut örneği ise son yıllarda yapılan tüm kamuoyu araştırmalarında halkın demokratik sistemden daha ziyade liderlere ve kurumlara dönük güveninin azaldığını göstermektedir. Toplumun %50’si TSK’ya, %53’ü Cumhurbaşkanlığına, %79’u yargıya, %65’i siyasi partilere, %70’i meclise yine %70’i medyaya güvenmiyor. Görüldüğü üzere bu verilere göre toplumun büyük bir çoğunluğu liderlere ve devletin kurumlarına güvenmiyor.

Bu güven bunalımı sadece Türkiye’ye has değildir. Bugün bütün bir insanlık kapitalist sistemden nefret eder bir hâle gelmiştir. Kapitalist sistemin mal ve hizmetleri adil bir şekilde paylaştırmaması, toplumların temel ihtiyaç ve taleplerini karşılayamaması neticesinde beşeriyet ondan yüz çevirmeye başlamış ve alternatif bir çözüm arayışı içerisine girmiştir. Bu sömürü sistemi artık sorgulanır bir hâle gelmiştir. Mesela, 2008 yılında kapitalizmin kalesi Amerika’da gerçekleşen Wall Street eylemleri kapitalizme karşı bir başkaldırıydı. Bu başkaldırı sadece Amerika ile sınırlı kalmayıp Avrupa, Asya, Afrika, Kuzey ve Latin Amerika’dan 82 ülkedeki 951 şehirde on binlerce insanın sokaklara dökülmesiyle gerçekleşen bir eylemdi. Bu gösteri, Amerikan tarihinde belki de sisteme karşı gerçekleşen ilk eylem olarak tarihe geçmiştir. Gösterilerde atılan “düşman kapitalist düzenin kendisidir”, “kapitalizme ölüm, insanlara özgürlük” vs. sloganlarına baktığımız zaman hem liderlere hem de kapitalist sisteme olan güvensizliğin açığa çıktığını görüyoruz. Yine aynı şekilde 2018 yılında Fransa’da başlayıp daha sonra İtalya, Belçika ve Hollanda’ya sıçrayan “Sarı Yelekliler” gösterileri toplumların hem liderlerine hem de sisteme olan siyasal güvensizliğinin bir yansımasıdır.

2020’de ABD, Fransa, Çin, Rusya gibi farklı 28 ülkeden 34 bin kişiyle yapılan ankette, katılımcıların yüzde 56’sı, “kapitalizmin mevcut hâliyle dünyaya faydadan çok zarar verdiğini” düşünüyor. Dünyada birtakım ülke halklarının seçimlere katılım oranlarına baktığımız zaman da bu güvensizliği görürüz:

•Avrupa’da %30-40

•Pakistan’da %52

•Irak’ta (son seçimlerde) %41

•Mısır’da %40

•Tunus ve Cezayir’de %50-60

•İran’da %49.

Bu veriler, toplumların liderlere ve sistemlere karşı oluşan güvensizliğin sonuçlarıdır.

Belki de son yüzyılın en önemli ayaklanmalarından bir tanesi, “Arap Baharı” olarak isimlendirilen toplumsal kıyamlardı. Tunus’ta başlayıp ve hâlen Suriye’de devam eden kıyam, toplumların sisteme ve senelerdir halkı büyük bir zulümle yöneten diktatörlere karşı olan siyasal güvensizliğinin doruk noktasıydı. Özellikle Suriye halkının gösterilerde atmış olduğu “halk nizamın düşmesini istiyor”, “halk Hilafet Devletini istiyor” sloganları, direk sistemi hedef alan sözlerdi.

Yine aynı şekilde pandemi sürecinde toplumların sisteme ve liderlerine olan güvensizliği iyiden iyiye açığa çıkmıştır. Başta Amerika olmak üzere Avrupa ve dünyanın birçok ülkesinde pandemi karşıtı gösteriler düzenlenmiştir. Tabii ki bu durum, özellikle kapitalist sistemin mihverliğini yapan başta Amerika olmak üzere birçok Avrupa lideri hem sistemi koruma hem de halktaki memnuniyetsizliği giderme adına ekonomik paketler açıklamışlardır. Bu ekonomik paketlerin -sözde- halkın ekonomik sıkıntılarını gidermek için hazırlandığı iddia edilse de onlar için asıl olan demokratik kapitalist sistemin bekasıdır. Çünkü halkın, kurumlara karşı güveninin azalması, demokrasi açısından sağlıksız bir durumdur. Yani amaç, toplumların demokrasiye karşı alternatif arayışlarının önünü kesmektir. Mesela, Türkiye’de seçimler sonrası meşhur balkon konuşmalarında demokrasiye neden vurgu yapılır? “Kim kaybederse kaybetsin, demokrasi kazanmıştır”, “Bugün bir kez daha demokrasi kazanmıştır”, “Bu seçimin galibi demokrasidir”, “Türkiye bir demokrasi imtihanını daha tüm dünyaya örnek olacak şekilde geride bırakmıştır” gibi söylemler, siyasal güven veya güvensizliğin ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.

Diğer taraftan 1300 yıllık şanlı İslâm tarihine baktığımızda liderlere olan siyasal güvensizlik nadiren olmuşsa da 1300 yıllık dönemde sisteme ve devlet kurumlarına karşı bir güvensizlik olmamıştır. İslâm ümmeti İslâm’dan başka alternatiflere yönelmek şöyle dursun aklının ucundan dahi geçirmemiştir. İslâm ümmeti sahip olduğu akidesinin gereği İslâm nizamına duyduğu güvenden dolayı bu nizamı korumak adına uğrunda her şeyini feda etmiştir. Ta ki ümmetin içinden birtakım hainlerin eliyle Hilâfet Devleti yıkılıncaya kadar…