Şeyh Said kimdir? Devlete isyan eden, İngilizlerle iş tutan bir hain mi yoksa “İslâm’ın hükümleri kaldırıldı, Hilâfet kaldırıldı, böyle olmaz” diyerek kıyam eden bir yiğit mi? İddialar neler? Gerçekler neler? İşte bu makalede bunları anlatacağım.
Öncelikle insanların kutuplaştırıldığı, farklılıklarının öne çıkarılarak gruplaştırıldığı ve birbirinden bu kadar uzaklaştırıldığı bir dönemde “Milliyetçilik Zehirdir, Panzehiri ise İslâm’dır!” diyen “İslâm’ın Kürt meselesi ve terör sorununa dair köklü ve kapsamlı çözümü nedir?” diye anlatan, konuşan, gündem eden Köklü Değişim’in İslâm’ın kardeşlik bilincini hatırlatmak üzere ortaya koyduğu gayretleri takdir etmek gerekiyor.
Ben de istedim ki yine İslâm’ın değerlerini korumak için, İslâmi hayatın devam etmesini sağlamak için hayatını ortaya koymuş bir zatı birlikte doğru tanıyalım, doğru tanıtalım. O zat, Şeyh Said; 1865 yılı Elâzığ, Palu doğumlu. Şeyh Said’in ailesi adeta bir ilim yuvası. Kendisi de İslâm ilimlerinden olan fıkıh, hadis ve tefsir eğitimi görmüş. Sonrasında birçok talebeye eğitim vermiş. Bir taraftan da ticaret ile uğraşmış. Gelirini yine talebelere harcamış. Düzenlediği ilim meclisleri, kültürlü, âlim ve cesur kişilerle dolup taşan bir kişilik.
Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde, İslâm ve Müslümanların ezelî düşmanı olan kâfir Batı, Müslümanlardan bir kısım insanları kandırarak yanına çekip uşağı hâline getirmeyi başardı. Bu uşak ve hainler ile İslâm Devleti’ni yıkıp yerine, seküler bir zemin üzerinde Cumhuriyeti ilan etti. Hemen ardından Hilâfet’i kaldırarak, yönetimde İslâmi kurallardan vazgeçip yerine Batı’nın fasit ve küfri nizamları ile Müslümanlara tahakküm etmeye başladılar. Batı hayranı kadroların bu uygulamalarına karşın İslâm beldelerinde irili ufaklı birçok kıyam hareketi başladı.
Dönemin ileri gelen İslâm âlimlerinden olan Şeyh Said Efendi de Cumhuriyetin kuruluş ve Hilâfet’in kaldırılması sürecini takip etmiş, sürecin İslâm ve Müslümanlar aleyhine ilerlediğini görmüştür.
Kıyam mı? İsyan mı?
Kıyam nedir? Kıyam; ayakta durmaktır, ayağa kalkmaktır, zulme karşı boyun eğmemek, başkaldırmak, “gidecekse başım Allah için, İslâm için gitsin” demektir. Şeyh Said; “Hilâfet varken itaatimiz vacipti. Hilâfet gidince kıyamımız vacip oldu” demişti.
İsyan nedir? İsyan; Allah’ın hükümlerini kaldırıp Batı’nın cumhuriyetini, laikliğini getirip Müslümanları buna itaate zorlamaktır. Allah’a kafa tutmak, isyandır.
Mustafa Kemal ve arkadaşlarının, İngilizlerle iş tutup Hilâfet’i kaldırması ve yerine Cumhuriyeti kurması Allah’a karşı bir isyandır. Şeyh Said ve arkadaşlarının, “Allah’ın hükümleri kaldırıldı” diyerek, dertlenerek giriştikleri hareket ise bu zalimlere karşı bir isyandır. İsyanın neye karşı, kime karşı olduğu önemlidir. Bu ve benzeri kıyamlara, “isyan” demek, kasıtlı yapılan karalama kampanyasından başka bir şey değildir.
Devlet, söz konusu bu kıyamı diğer Müslümanlardan destek bulmaması için, iç kamuoyuna; “Kürtçü bir hareket” olarak, hatta yabancı devletler ile iş birliği içinde olup bir “Ermeni devleti kurma” iddiası ile karalarken, dış dünyaya da bu hareketi, “dinci bir hareket” olarak lanse etmiştir. Hilâfet kaldırılıp Cumhuriyet kurulunca bu, tüm Müslümanlara dert oldu. Birçok bölgede ayaklanma oldu. Sadece Şeyh Said Kıyamı değil, iddialardaki gibi Kürt ayaklanması da değil… Bakın nereler; Adapazarı-Düzce İsyanı, Konya bölgesinde Delibaş Ayaklanması, Yozgat İsyanı, Balıkesir-Bandırma dolaylarında Anzavur Ahmet İsyanı. Tüm bunlar, Şeyh Said isyanı gibi bastırılmış ve karalanmıştır.
Biz biliyoruz ki Şeyh Said Efendi, ne yabancı devletlerin ne ırkçı cemiyetlerin ne de her hangi bir yerin adamı değildi. O, davasının adamı idi. Davası da İslâm’dan başka bir şey değildi. Darağacına doğru giderken şunları söyledi: “Eğer Allah ve Din için kavga vermişsem, basit dallarda asılmaktan perva etmem.”
Şeyh Said, İslâm şeriatının kendisi ile uygulandığı Hilâfet için kıyama kalkmıştır. Yayınladığı bir bildirisinde şöyle diyordu: “Halife sizi bekliyor. Hilâfetsiz Müslümanlık olmaz. Şiarınız dindir, şeriat isteyiniz.” Şeyh, çıkarıldığı mahkemede de şöyle diyordu: “Kitaplarda geçiyor; ne vakit İmam şeriat ahkâmını icra etmezse, bu ayaklanmanın meşruluğuna, cevazına delildir.”
Şeyh, İslâm’ın otoritesiz yaşanamayacağını biliyordu. Hilâfet’in kaldırılması ile Müslümanları koruyan “kalkan”ın kırıldığını biliyordu. Öyle ki ailesini bırakıp yollara düştüğünde hanımı, “bizim namusumuzu kim koruyacak” dediğinde Şeyh, “en büyük namus olan ‘İslâm’ın namusu’ ayaklar altındadır” diyerek hanımına çıkışmıştır.
İslâm ümmetinin âlimleri her daim ümmetin gören gözleri işiten kulakları olmuşlardır. Onlar nebilerin varisleridir. Bugün en fazla yük yine onların omuzlarındadır. Ümmet ne yapacağını onlardan öğrenir, onların peşinden gider. Âlimler ümmeti nereye sürüklerse ümmet oraya gider.
Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
“İnsanlardan iki sınıf vardır ki; onlar bozulduğunda bütün insanlar bozulur. Onlar düzeldiğinde bütün insanlar da düzelir. Bunlar; âlimler ve yöneticilerdir!”
Yöneticilerin hâli belli; onlar, İslâm ümmetine baş olmaları gerekirken kafa görünümündeki vücuda rahatsızlık veren urlar, tümörler gibidirler. Bu yöneticiler maalesef ümmeti bozmanın, kâfirlerin ayaklarının topraklarımızda sabitleşmesinin, onlara ait hadaratın insanımız arasında yaygınlaşmasının çabasını gütmekteler. Dolayısıyla bugün âlimlerin görevi her zamankinden daha önemlidir. Onların, hakkı haykırmak için hiçbir çekinceleri olmamalıdır.
Ey âlimler, eğer siz kükrerseniz, bu ümmet çağlayanlar gibi çağlar; küfre ve zulme dair ne varsa alıp götürür; arındırılmış, tertemiz bir hayatı yeniden yeşertir!
Şeyh Said-i Piran’ın şehadetinin 96. sene-i devriyesi münasebetiyle kendisini rahmetle anıyorum.
Şeyh’i dar ağacağına gönderenler, Şeyh’in ve arkadaşlarının Hilâfet davasını da idam ettiklerini zannettiler.
Zannettikleri ve istedikleri gibi değil, olmadı ve olmayacak. Bilakis Hilâfet arzusu kıtalar dolaşıyor.
___
#KürtMeselesiNasılÇözülür