Ümmetin asırlardır İslam ile yoğrulmuş olması Cumhuriyet rejimi için en büyük tehdit olarak algılandı. Bu nedenle İslam’a ve Müslümanlara yönelik acımasız bir savaş açıldı. Hilâfet’in ilgasıyla yönetimden uzaklaştırılan İslam’ın hayatın her alanından silinip yok edilmesini sağlayan çeşit çeşit inkılaplar yapıldı. Cumhuriyete baş kaldırılanlar, askerî müdahaleler ve İstiklal mahkemeleriyle ortadan kaldırıldı. Gerek tek başına Mustafa Kemal’in hükmettiği ve gerekse ardından İsmet İnönü’nün hükmettiği süre zarfında, İslam’ın tasfiye edilmediği kurum ve kuruluş bırakılmadı.
Rejimin yerleştiğinden emin olana kadar tek partili sistemle yönetmeyi sürdürdüler. Ardından sisteme entegre etme adına Müslümanlar, sistem içi mücadeleye yönlendirildiler. Demokrasiyi hayata geçiren siyasi partilerin kurulabilmesi için siyasi partiler yasası çıkarılarak kurulacak partiler için çerçeve belirlendi. Böylece hem rejim güvence altına alındı hem de Müslümanların sistem dışı siyasi faaliyet göstermelerinin önüne geçildi. İşte o gün bu gündür Müslümanlar, maddi ve manevi tüm güçlerini çerçeveye alınmış sistem içi mücadelede tüketmeyi sürdürdüler.
Sanılanın aksine çok partili döneme geçildiği 1950’den günümüze 73 yıl boyunca devleti kahır ekseriyetle Müslümanların oylarıyla iktidara gelen parti ve liderlerin yönettiğine şahit olmaktayız. Bu durum tespiti, sistem içi mücadele ile geldiğimiz noktanın muhasebesini yapmak ve ileriye dönük projeksiyonlar ortaya koymak açısından büyük bir önem arz etmektedir. Kaldı ki; laik rejim, toplumun hayatla ilgili işlerini sağlıklı bir şekilde yönetmekte aciz kalmıştır. İktidar ve muhalefet sürdürdükleri seçim kampanyalarıyla esas tartışılması gerekenin rejim olduğu gerçeğini gizlemişlerdir. Hiçbir karartma, rejimi göz ardı etmemize yetmeyecektir. Cumhuriyet rejiminin, Hilâfet nizamını ilga ederek Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmeye son verdiği ve İslam’ı hayatın her alanından tasfiye ettiği gerçeğini unutmadık, unutturmayacağız!
Dinin hayata egemen olmasını reddeden Mustafa Kemal, laik bir anlayışa sahipti. 15 yıllık egemenliği döneminde sömürgeci güçlerin beklentilerini bile aşacak boyutta inkılaplar yaparak ümmetin 1400 yıllık tarih, kültür ve medeniyetini silip süpürdü. Gelinen noktada ülkede az bir kesim hariç dinden namazdan uzak, şeriata düşman, Hilâfet’e yabancı yığınlar oluşturmayı başardığına şahit oluyoruz. “10. Yıl Marşı” diye addedilen tekerlemede, yaptıkları inkılabın başarıya ulaştığı; “10 yılda laikliğe inanmış, demokrasiyi ve cumhuriyeti benimseyen 15 milyon gencin yetiştirildiği” ifade edilmektedir.
Buna karşılık, 1950’den bu yana her şeye rağmen ümmet, İslami söyleme sahip parti ve liderlere teveccüh etmiş ve onları iktidara taşımıştır. 1950’den 2002 yılına kadar geçen 52 yıllık sürenin büyük bir bölümünde sırasıyla Menderes, Demirel, Turgut Özal, Erbakan iktidar olmuş ve Cumhuriyet rejimini işletmişlerdir. Ardından Müslümanlar, 2002’den günümüze tam 4 kez 5 yıllığına tek başına AK Parti’yi iktidara taşımıştır. Toplamda 20 yılı bulan bu süreci, “dünya lideri” olarak pazarlanan Erdoğan yönetmiştir. Parlamenter sistem yerine Amerikan tipi başkanlık sistemini de getirmeyi başaran Erdoğan’ın icraatlarını, Mustafa Kemalin icraatlarıyla kıyasladığımızda aralarında bir nitelik farkı olduğunu hemen fark ederiz. Mustafa Kemal’in toplumsal dönüşümü meydana getiren inkılaplarına karşılık Erdoğan’ın, yol, köprü, metro, tramvay vb. fizikî alanda icraatlar ortaya koyduğuna şahit oluyoruz. Mustafa Kemal, yaptığı inkılaplarla 10 yılda 15 milyon Batı hayranı genç yetiştirmeyi başarmıştı. Erdoğan, 20 yılda toplumsal dönüşüm adına bir arpa boyu yol almamıştır. Toplumsal istatistikler toplumun çürüme katsayısının arttığı konusunda alarm vermektedir.
“Ama siz de farklı kategorideki insanları ve icraatları kıyaslıyorsunuz!” dediğinizi duyar gibiyim. Zaten benim de vurgulamak istediğim bu! Nasıl ki Mustafa Kemal’in Hilâfet nizamıyla kan uyuşmazlığı vardı; Müslümanların da bu rejimle kan uyuşmazlığı var. Rejim içinde kalarak ve rejimi işleterek yapılacak icraatla Müslümanları medeniyet kodlarıyla buluşturamazsınız! Laik eğitim sistemiyle Müslüman nesiller yetiştiremezsiniz! Kapitalist ekonomi sistemiyle toplumda adil bir gelir dağılımı sağlayamazsınız! Medeni hukuk ve uluslararası sözleşmelerle, 6284 no’lu yasayı uygulayarak aileyi koruyamazsınız! Kişisel özgürlükleri teminat altına alarak gençliği uyuşturucu ve madde bağımlılığı girdabından kurtaramazsınız! Aileyi demokrat bir yapıya dönüştürmenin de ötesinde kadının beyanını esas alarak toplumsal huzuru sağlayamazsınız!
Olup bitenlere aklıselimle baktığımızda; yeni kurulan hükumetin üç aşağı beş yukarı 20 yıldır izlediği çizgisini takip edeceğini söyleyebiliriz. Zira anayasanın ilk dört maddesi, zaten köklü çözümlerin önünü kapatmıştır. Anayasanın ilk 3 maddesi, Türkiye toplumunun Batılılaşmasını garanti etmektedir. Anayasanın ilk 3 maddesinin gölgesinde yapılacak icraatların, toplumu her gün biraz daha ifsat edeceğinden kuşku yoktur.
Eğer gerçekten Cumhuriyet rejiminin bu ülkede neleri değiştirdiğinin, nelere mal olduğunun farkındaysak ve İslami bir hayatı yeniden başlatma konusunda samimiyetimizden şüphemiz yoksa, sistem içi mücadele ile sistem dışı mücadele arasındaki farkı kavramamız hayati önem taşımaktadır. Zira üç çeyrek asırdır harcanan bunca maddi ve beşerî kaynaklar, sarf edilen çabalar, tüketilen nefesler ile geldiğimiz nokta arasındaki uyumsuzluğu daha fazla göz ardı edemeyiz. Müslümanların elindeki beşerî ve maddi kaynaklar, imkânlar ile toplumun gittikçe daha fazla bozulması arasındaki çelişki herkesin dikkatini çekecek boyuta varmıştır. Ancak bu kısır döngüyü kıracak çıkış yolu, henüz toplumun geneli nezdinde belirgin hale gelmemiştir.
Söz konusu ettiğimiz çıkış yolu, Müslümanlara sır değildir. Zira bu yol Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in yoludur. Cehalete boğulmuş Arap Yarımadasını, “asrısaadet”e çeviren yoldur. Bu yol, rejimin çemberine girmeden ve kendini şartların insafına bırakmadan İslam’ı egemen kılacak örgütlü fikrî, siyasi ve kültürel bir çalışmayı yürütmektir. Bu düşünsel, siyasi ve kültürel çalışma elbette cebir ve şiddetten uzaktır. Zira cebir ve şiddet siyasi, fikrî ve kültürel çalışmanın düşmanıdır. Diğer taraftan siteme entegre olmak, demokratik seçimlere iştirak etmek, maslahatı gözeterek ilkelerden taviz vermek ve hakikati gizlemek de bu nebevi metoda aykırıdır.
Bu, takipçilerini her iki cihanda mesrur eden peygamber yoludur. Bu sadece vazgeçenlerin kaybettiği nebevi metottur.
[وَقُلِ اعْمَلُوا فَسَيَرَى اللّٰهُ عَمَلَكُمْ وَرَسُولُهُ وَالْمُؤْمِنُونَؕ] “De ki: ‘Çalışın! Yaptıklarınızı Allah da, Rasulü de müminler de görecektir…” [Tevbe Suresi 105]