Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan iki gün önce, alimlerden oluşan 25 kişilik Müslüman Âlimler Birliği heyetini Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde kabul etti. Kuşkusuz bu kabul, Müslümanlar arasında heyecan ve merak uyandırdı. Ne de olsa âlimler peygamberlerin varisleridir, değil mi?
Hakeza, “İnsanlardan iki sınıf vardır ki; onlar bozulduğunda bütün insanlar bozulur, onlar düzeldiğinde bütün insanlar da düzelir. Bunlar; âlimler ve yöneticilerdir!” hadisinde de işaret buyrulduğu üzere âlimler ve yöneticiler, toplumun koruyucu değerleridir. Onlar bozulurlarsa toplum da bozulur, iyi olurlarsa toplum da iyi olur.
Toplumsal bağlamda hayati öneme sahip bu iki zümrenin bir araya gelmesi elbette çok önemlidir ve elbette neticeleri de merak konusudur.
Zira bizler, tarihte âlimin yöneticiyi muhasebe iradesi ve kuvvetinden dolayı âlim karşısında tir tir titreyen, hakkı söyleyen âlim vefat ettiğinde; mezarı başında “Vallahi sen bana hakkı söylerken senden çekindiğim kadar kimseden çekinmezdim. Seni ne zaman karşımda görsem aslan görmüş gibi korkardım!” diyen yöneticilerin varlığını biliyoruz.
Merak konusuna gelince… Acaba görüşmede Erdoğan, önceki yöneticilerin âlimler karşısında duyduğu kaygı ve korkuyu Müslüman Âlimler Heyeti’nden 25 âlim karşısında da duydu mu mesela?
Huzurundaki âlimlerce, işlediği haramların ve terk ettiği farzların hesabının sorulacağı korkusunu duydu mu acaba? İşlediği zulümlerin, masasında ağırladığı âlimlerce yüzüne karşı söylenebileceği endişesini taşıdı mı acaba?
Acaba âlimler, şanlarına yakışanı yaptılar ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a hakkı tavsiye ettiler mi, mesela?
Kerim kardeşlerim! Âlimler ve yöneticilerin buluşmasında tüm bunlar oldu mu, bilmiyoruz ama şunları biliyoruz:
Nassların işaret ettiği fazilet; İslâm’ı koruyan, Allah Azze ve Celle’nin dininin bekçiliğini yapan, hak söz ve sabırla yöneticileri İslâm şeriatını uygulamaya çağıran âlimlere aittir.
Muttaki âlimler, Rasullerin ahlâkıyla ahlaklanmışlardır. Hiç çekinmeden zalimlere “zalimsiniz”, ifsat edenlere “müfsitsiniz”, günahkârlara “âsisiniz” derler, demelidirler de…
Muttaki âlimin kalemi, sadece hakkı yazar, yazmalıdır da…
Dili, kınayıcının kınamasına aldırış etmeden İslâm’ın hakikatlerini haykırır, haykırmalıdır da…
Yolunu arayan ümmete, izzetli ve vakarlı duruşuyla öncülük eder, etmelidir de…
Söylediği hak sözle zalimin ve İslâm düşmanlarının uykularını kaçırır, kaçırmalıdır da…
Rasulullah’ın varisleri olarak suskunluğa bürünemez, bürünmemelidir de…
Evet, âlimler ve yöneticiler, kapalı kapılar ardında ne konuştu bilmiyoruz ama umut ediyoruz; Erdoğan ile görüşen âlimler de hakkı söylemiş, namazda Allah’ı birleyen şehadet parmakları sadece hakkı yazmıştır değil mi kardeşlerim? Şanlarının bir gereği olarak; güçlü muhasebe iradesini ortaya koymuşlardır, değil mi?
Oğlunun yöneticilerden hediye aldığının haberini alan ve o günden sonra oğlunun aşını yemeyen İmam Ahmed bin Hanbel Rahimehullah’ın Müsned’ini öğrencilerine okutan âlimler de yöneticiler karşısında -tıpkı Ahmed bin Hanbel gibi- korkmadan, Allah’ın hükümleriyle hükmetmeye davet etmişlerdir, değil mi?
“Benden, Vasıt mescidinin kapılarını saymamı istese bile isteğini yerine getirmem!” diyerek yöneticinin talebini yerine getirmediği için eziyetlere maruz kalan Ebu Hanife’nin mezhebini okutan âlimler de -tıpkı İmam Ebu Hanife gibi- kınanmaya aldırış etmeden, yöneticinin masasında hakkı tavsiye etmişlerdir, değil mi?
Yöneticinin istediği fetvayı vermediği ve kâfirlerle yapılan anlaşmanın haram olduğunu söylediği için sürgün edilen “Âlimlerin Sultanı” lakaplı İzz bin Abdisselam Rahimehullah’ın “Şer’î Kaideler” kitabını ders olarak öğrencilere okutan âlimler de -tıpkı İzz bin Abdisselam gibi- mesela; gasıp Yahudi varlığı ile normalleşmenin haram olduğunu, yöneticinin huzurunda söylemişlerdir, değil mi?
Yönetici, oğluna özel ders okutması için talepte bulunduğunda “Ben ilmi, sultan kapısına götürüp zelil etmem!” diyen İmam Buhari Rahimehullah gibi İslam’ın izzetini yöneticilerin kapısında zelil etmemişlerdir, değil mi?
Evet, muttaki âlim yöneticilere karşı hakkı tavsiye etmelidir.
Âlim, her hususta İslâm’ın izzetini koruyan, İslâm’ın hâkimiyeti için gayret sarf eden, Allah’ın dinini uygulama hususunda ihmalkâr davranan yöneticileri muhasebe etmekten hiçbir zaman geri durmayan kimse demektir.
Âlimler; Allah’ın insanlara birer lütfudur. Yeryüzünde nebilerin varisleridirler. Onlar karanlıkta yolunu arayan ümmet için birer kandildirler. Ümmeti zehirleyeme çalışan fikrî saldırılara karşı panzehirdirler. Gönülleri ve dimağları kirletmeye çalışan Batı’nın ifsat edici akımlarına karşı korunaktırlar. Onlar ki İslâm’ın muhafızı, ümmetin dayanağı ve yöneticilerin de muhâsibidirler...
Evet, dün şanlı tarihimizde yöneticileri Allah için muhasebe eden, Allah’ın hükümleriyle hükmetmeye davet eden, içerisinde bulunduğu toplumu fasit düşüncelerden koruyan muttaki âlimlerimiz vardı.
İslâm; “Batılda baş olmaktansa hakta kuyruk olmayı yeğlerim!” diyen; izzeti yöneticilerin sofrasında değil, sadece Allah katında arayan, Allah’ın rızasını amaç edinen nice muttaki âlimleri bağrından çıkarmıştır. Bununla birlikte İslâm; “Bize hakkı tavsiye etmezseniz sizde, sizin tavsiyelerinize kulak vermezsek bizde hayır yoktur!” diyen halis ve raşit yöneticileri de bağrından çıkarmıştır.
Böylesi âlimleri ve yöneticileri yeniden çıkartmaya da muktedirdir, biiznillah.