Referandum tarihi (16 Nisan) yaklaştıkça anket sonuçları, referandum analizleri, seçim tahminleri ve seçim dejavuları çoğalıyor. Artık bu makaleyi de isterseniz referandum analizi olarak, isterseniz de dejavu olarak değerlendirebilirsiniz. Takdir sizlerindir. Ama şimdiden anlaşalım, makaleden çıkan sonuca bakarak zatımın şucu-bucu olarak yaftalanamasını da istemem. İşin latifesi bir yana, bu makale ile âcizane bir referandum analizi yapmak istiyorum.
Türkiye’nin siyasi tarihinin verdiği yorgunluktan mı, bilmiyorum ama 2017 Anayasa Referandumu öncesi yaşadıklarımızı daha önce yaşamış gibi hissediyorum. Sanki 2014 yılı Ağustos ayındaki Cumhurbaşkanlığı Seçimleri yaklaşırken yaşadıklarımızı tekrar yaşıyormuşuz gibi… Yine bugünkü gibi Türkiye seçim atmosferini hararetli bir şekilde yaşıyordu. Siyasiler kıyasıya mücadele ediyorlar, iç ve dış siyasi çalkantılar, yükselişler, inişler bir biri arkasına yaşanıyordu.
Referandum öncesi yaşanan olayları daha önceden Cumhurbaşkanı Seçimi’nde de farklı varyasyonlar ile yaşamıştık. Bilmem hatırlayanınız var mı? Eminin birkaç örnek verdiğimde sizler de hatırlayacaksınız…
Mesela; kamuoyunda son zamanlarda AKP içeresinde eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, eski Başbakan Ahmet Davutoğlu, eski AKP kurmaylarından Bülent Arınç ve etraflarındaki kararsız seçmen kitlesini konsolide etmek için oluşturulan polemikler ve “safları sıkı tutalım” çağırılarını duymuşunuzdur. Çok ilginç, sanki AKP, kendi içindeki kararsız seçmenleri konsolide etme ânını bizlere daha önce de yaşatmıştı… Hatırlıyor musunuz? 2014 yılında Cumhurbaşkanlığı Seçimleri yaklaştıkça Hükümet-F. Gülen kavgası sonucu AKP’den fire verme olasılığı olan çevrelere ve aynı zamanda Teşkilat’a, dikkatli olmaları için “saflar tekrar belirleniyor” anonsları yapılıyordu.
“Sanki ben bu ânı daha önce yaşadım” dedirtecek olaylar silsilesine şu yaşadıklarımızı da ekleyebiliriz: Maceraperest ulusalcı subayların 15 Temmuz darbe teşebbüsü sonrasında Perinçek’in, “Türkiye Mart ayında alev alev yanacak” sözleri, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın “Suikastlar olabilir!” uyarısı, vb. söylemlerin kamuoyunda konuşulması sürecini, Cumhurbaşkanlığı seçiminin alt yapı çalışmalarının yapıldığı 2013 yılında ve sonrasında yaşamadık mı? Bu senaryoların farklı yorumlamalarını Gezi Olayları ve 17-25 Aralık operasyonlarında hep beraber görmüştük. Yine seçimler olmadan “sokak eylemlerinin artacağına” dair bilgiler, “suikastlar yaşanacağını söyleyen ağızlar” gibi benzer senaryoları, bizlere dizi film gibi tekrar tekrar izleten yapımcılar kimler, çok merak ediyorum.
MHP’nin karsız oylarını konsolide etmek için kullanılan “makam” mekanizmasını da daha önce duymuş gibi hissediyorum. 2014’de yine kamuoyuna servis edilen haber başlıklarını hatırlayın: “Erdoğan cumhurbaşkanı, Gül başbakan olacak”. Bu söylentileri yayarak Gül’ün etrafındaki seçmen kitlesine bir mesaj verilmekteydi. Bugün ise benzer bir “makam” mekanizması haberi çalıştırılarak, “Erdoğan başkan, Bahçeli başkan yardımcısı” haberleri kamuoyuna servis edilerek MHP’nin kararsız oylarına yönelik konsolide çalışmalarını yaşamaktayız.
Evet, “ilginç ama kafanı böyle şeylerle meşgul etme” diyorsunuz, eminim. Keşke bu anlattıklarım dejavu olsaydı! Ama hepsi siyasi olaylar! Farkında mısınız? Bu oyun öyle büyük bir oyun ki! Öyle büyük bir çark ki, bizleri aynı secim sandığının etrafında döndürüp duruyorlar.
AB ilişkilerini “ters bant” yaparak yurtdışındaki seçmen kitlelerinin ve liberal seçmen kitlesinin konsolide edilmesi için yapılanları hatırlayın. Mesela; Türkiye ve Almanya ilişkileri 2014 yılında da sütliman değildi. O zamanın Alman Cumhurbaşkanı Joachim Gauck; Türkiye'deki basın ve ifade özgürlüğüne yönelik kısıtlamaları eleştiriyor; Gezi olaylarına destek mesajları gönderiyor, o zamanların müstakbel Cumhurbaşkanı adayı Tayyip Erdoğan’a göndermeler yapıyordu. Yine Almanya ile ilgili haberler kamuoyuna servis edilerek, “AB ilişkilerini bozan taraf biz değiliz onlar”, haberleri ve tartışma programları yapılmaktaydı. Bu seçimlerde de 2017 model Alman Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier ve Almanya'sı ile benzer sorunları bir “tık” fazla yaşamadık mı? Yine Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu; “AB ile ilişkilerimizi bozmak istemiyoruz. Ama güvenimiz azalıyor.” açıklamaları ile yurtdışındaki seçmenlere ve liberal seçmenlere benzer konsolideyi uygulamaktadır.
Kısacası, 2014’de ve 2017’de yine sistem tartışmaları, Amerika ve İngiltere’nin Türkiye’ye yaşattığı terör olayları, siyasi düzeysizlikler, oy uğruna alabildiğine bayağılıklar, vs… Tabi ki bu tekrarlar boşuna yaşatılmıyor. Müslümanlara yaşatılan “siyasi dejavu” etkisi her zaman seçmeni konsolide etmek için kullanılmıştır. Bu minvalde arşivden çıkardığım 2007 ve 2010 referandum sonuçlarını, 2014 Cumhurbaşkanlığı seçim sonuçlarını, 1 Kasım seçim sonuçlarını ve 7 Haziran seçim sonuçlarını bir grafikte toparladım. Grafikte oluşan verileri yorumladığımda, hem siyasi partilerin hem de seçmenlerin “referandum dejavusu” ile tekrar karşı karşıya kalacaklarına dair bir analiz ortaya çıktı.
2014’de Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kullanılan toplam geçerli oy, 40.547.032 idi. 16 Nisan’da yapılacak referandumu da 2014’deki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin devamı niteliğindeki bir referandum olarak görebilirsiniz. Sadece partilerin rol paylaşımında ufak farklılıklar var. Beş grafikten yola çıkarak 16 Nisan’da ortalama 38-40 milyon arası geçerli oy’un sandıklara atılacağını söyleyebiliriz. AKP’nin sadık seçmen kitlesinin grafikteki oy oranlarına baktığımızda, ortalama 19 ile 20 milyon arasında sadık seçmen kitlesi olduğunu görebiliriz.
MHP ve HDP’nin seçmenleri Anayasa referandumunda tipik bir dejavu vakıası yaşayacaklardır. Çünkü iki parti de daha önceki seçim süreçlerinde AKP’ye oy atmanın yollarını açık tutarak seçmenine AKP’ye oy atmayı öğretmişlerdir.
MHP ve AKP’nin referandum ittifakları, MHP’nin içindeki muhalefet sebebi ile 2014 referandumunda CHP ve MHP ittifakında olduğu gibi verim sağlamasa da, MHP’nin 6-7 milyon ortalama geçerli oyundan sadece 3 milyonunu “EVET”e yönlendirmesi mümkün ve yeterli olacaktır. HDP’nin ise bir zamanlar “kader birliği” yaptığı AKP ile arasına İngiliz “NO”su girse de HDP’nin içinde Amerikan yanlısı “YES”ciler mutlaka olacaktır. HDP’nin ortalama 5-6 milyonluk geçerli oyundan 1 milyonunun “EVET” oyuna kayması, hem HDP’nin ileride izleyeceği siyaset için önem arz etmektedir hem de siyasi çıkarlarına uygun gözükmektedir.
Bugünkü siyasi konjonktür de bu olasılığı destekler mahiyette seyretmektedir: MHP ve HDP’den gelecek oylar ile AKP’nin ortalama 24.000.000’un üzerinde geçerli oy alma olasılığını kuvvetlendirmektedir. Bu da AKP’nin rahatlıkla %60’lık oy bandına çıkmasını sağlayacaktır.
Peki, “kamuoyunda AKP'nin anket analizlerinde “EVET” oylarının %52-53 bandında seyretmesine, CHP’nin anket analizlerinde ise “HAYIR” oylarının %50-51 bandında olduğuna dair yapılan analizleri nasıl yorumlamamız gerekir” derseniz, “bunun cevabı aslında çok basit” deriz. Her iki taraf da referandum kampanya süreçlerinde teşkilatlarını harekete geçirmek için anket sonuçlarını itici faktör olarak kullanmaktadır. AKP, kasıtlı olarak %52-53 bandında olduğunu teşkilatlarına göstererek teşkilatın en üst seviyesinden en alt seviyesine kadar herkesin sahaya inip canla başla çalışmasını istemektedir. Eğer AKP teşkilatı rehavete kapılır ise ceplerindeki oyu da kaybetme ve meydanı muhalefete bırakmalarıyla birlikte referandumda hedeflenen %60’lık bandın altında kalma ihtimali oluşacaktır. Bu sebeple Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan kırbaç etkisiyle bütün oy tedarikçilerini harekete geçirmeye çalışmaktadırlar.
CHP’nin anket analizleri ise “HAYIR” oranını yüksek tutarak teşkilatlarına motivasyon sağlamaya çalışmaktadır. Zira ulusalcı taban işin ciddiyetinde değildir. CHP kurmaylarının sık sık tabana “ölüm-kalım” mesajı vermeleri de bu yüzdendir. Anketlerdeki “HAYIR” oylarını kamuoyunda yüksek göstererek “Ha gayret arkadaşlar az bir şey kaldı! Biraz daha azmedersek “EVET” oylarını denize dökeceğiz” misalindeki telkinler ile Teşkilatını canlı tutmaya, ye’se kapılmalarını engellemeye çalışıp CHP’nin oy devşirebileceği kesimleri netleştirmek için sahada aktif olmalarını sağlamaktadır. Aslında CHP’nin bütün derdi, %40’lık oy bandını korumaya çalışmaktır.
Görünen o ki referandumun sonunda Amerika, %60’lık “EVET” - %40’lık “HAYIR” ortalamasından memnun kalacağa benziyor. Sanırım Türkiye’nin siyasal yapısının değişimi için atılan bu ilk adım, Amerika tarafından oldukça iyi bir başlangıç olarak gözükmekte. Amerika’nın referandum sürecindeki rahat tavırlarının sebebi, büyük olasılıkla Başkanlık sisteminin ileriki süreçlerinde her iki siyasal tabanın da razı olacağı ortak paydaları daha rahat bulacağından emin olmasıdır.
Son olarak Amerika, 1984'deki Türkiye-İngiltere maçındaki gibi rakibine 8 gol atıp, rakibinin hiç gol atmasına izin vermeden mağlup etmek istemiyor. Aksine rakibine ümit veriyor. Farkı açmıyor. Birkaç gol de rakibin atmasına izin veriyor. Yani daha siyasi bir misal ile izah etmek gerekirse; İngiliz siyasetini izleyen ulusalcıların ellerindeki güç ile Adnan Menderes’i idam edip rakip siyasilere göz açmalarına izin vermeyen üslubu izlemiyor. Türkiye’deki İngiliz yapılanmasına, makul bir kaybı göze almaları suretiyle muhtemel ilerideki kazançları kabul etmesini sağlamak amacıyla “Kazan-kazan” teklifini masaya sürmektedir. Ki yarın iki takımın da sahada top oynayacak taktikleri ve motivasyonları olabilsin. Taraftarları da bu iki takıma destek veremeye devam etsinler, ümitlerini kesmesinler, istiyor.
Makalemizi, seçim klişesi haline gelmiş bir atasözü ile bitirelim: “Irmaktan geçerken at değiştirilmez.”
Şimdi diyeceksiniz ki: “Biz bu atasözünü ve buna benzer bir makaleyi daha önce okumuştuk…”