Prof. Dr. Şahin Filiz’e ithafen; “Bu Kadar Cehalet Ancak Tahsil ile Mümkün Olur!”
28 Ağustos 2021

Prof. Dr. Şahin Filiz’e ithafen; “Bu Kadar Cehalet Ancak Tahsil ile Mümkün Olur!”

Prof. Dr. Şahin Filiz’i Köklü Değişim okurları aslında iyi tanırlar. Hilâfet ve Hizb-ut Tahrir hakkında hezeyanlarını zaman zaman etrafa saçan bir zattır. Geçtiğimiz aylarda “Yüzleşme TV” adlı Youtube kanalında yine Hizb-ut Tahrir ve Hilâfet hakkında bir dizi hezeyan, yalan ve iftira serdeden bu zata, Köklü Değişim yazarlarımızdan Süleyman Uğurlu gereken cevabı vermişti. Okumayanlar ya da yeniden okumak isteyenler için yazının linkini buraya bırakıyorum:

Prof. Dr. Şahin Filiz’e Cevabımdır: Hilâfet İslâm’dır! Onu Savunmak Şereftir!

İşte bu zat “Veryansın TV” isimli internet sitesinde yayınlanan yeni bir yazı kaleme almış. “Hilafet, İslam Değildir... Şeriatçı, Dindar Değildir” başlıklı bu yazıda Hizb-ut Tahrir’i her zaman yaptığı gibi “İŞİD” ile birlikte zikrederek iftira ve karalamalara devam ederken aynı zamanda İslâmi birtakım mefhumlar üzerinde sözde ilmî açıklama ve izahatlar yapmaya çalışmış.

Bu yazıyı okuyunca aklıma ilk gelen, muhalif eğitimci ve düşünürlerden “Sakallı Celal” lakaplı Celal Yalınız’ın o meşhur sözü oldu. “Sakallı Celal” olarak bilinen bu kişi, Cumhuriyet tarihindeki sözde eğitimli kişilerin cehaletini görünce; “Bu kadar cehalet ancak tahsil ile mümkün olur” demişti. Gerçekten günümüzde de sıklıkla karşılaştığımız bir kısım akademisyenin özellikle İslâmi hüküm ve mefhumlar hakkındaki açıklamalarını görünce, insan ister istemez “bu kadar cehalet olsa olsa yüksek bir eğitim ile mümkün olur” diyesi geliyor.

Prof. Dr. Şahin Filiz bahse konu yazısında “Hilâfet”, “Halife”, “Ulü’l-emr”, “İmam”, “Şeriat” gibi birtakım kavramları ele alarak, bunların birer dinî kavram olmadığını zikrettikten sonra, sözü döndürüp dolaştırıp İslâm’ın bir devlet modeli olmadığına, Hilâfet’in masal, halifeliğin ise yalan bir iddia olduğuna getiriyor.

Şahin Filiz bu iddia ve düşüncelerinde tabii ki yalnız değil. Akademik camiada kendisi gibi düşünen birçok “Prof.” olduğunu biliyoruz. Nasıl olmasın ki? İslâm’ı asıl kaynaklarından değil de Din Felsefesi kitaplarından öğrenen; Allah’ı, hayata her daim müdahale eden, her şeyi yoktan var edip hepsine bir nizam koyan, yaratma ve hüküm koymanın ancak Kendisine ait olduğu bir yaratıcı olarak değil de sadece bilmem kaç milyar yıl önce evreni yaratırken ilk hareketi veren yani “muharrik-i evvel” olarak gören, İslâmi mefhumları aslen Yahudi, Hıristiyan ya da ateist olan oryantalistlerin kitaplarından okuyan bu eğitimli(!) zevatın zihniyetinin farklı olmasını çok da beklemiyoruz. Bu sebeple de onların Batı kültürü ile tıka basa dolmuş laik ve seküler kafa yapılarının “Hilâfet”, “şeriat” gibi mefhumlara karşı saldırgan olmasını çok da yadırgamıyoruz. Ancak en azından ilmî ve adil bir yaklaşım beklemek de hakkımız, diye düşünüyorum.

Şahin Filiz “Hilafet, İslam Değildir... Şeriatçı, Dindar Değildir” başlıklı yazısında ilk olarak “ulü’l-emr” kavramını ele alıp Kur’an’da da geçen bu kavramın sadece “yetki sahibi” demek olmadığını “ehliyet ve liyakat sahibi kimse” olduğunu söyledikten sonra “Ulü’l-emr, halkın kendisine emanet ettiği yetki ve otoriteyi, yine halk için kullanacaktır. Başka bir deyişle, ulü’l-emr, dinî ya da ilahi bir anlamı değil, insani ve dünyevi bir anlamı daha çok içermektedir” demektedir. Ardından da bu tespitini şöyle bağlıyor: “İslamiyet, diğer dinler gibi, siyasi yönü de olan bir dindir. Ancak siyasi rejim öneren; bir devlet modeli ileri süren bir ideoloji değildir. Allah, siyasi bir varlık olarak algılanmamalıdır. Ulü’l-emr, dini bir otorite ve egemenlik yetkisi olarak görülemeyeceğine göre, ‘Allah’ın hâkimiyeti’, siyasi bir referansa dayanmaz. Egemenlik, siyasi değil, ontolojiktir; tüm varoluşu ve varlığı kuşatan bir kavramdır.”

Yani Yazar, yöneticilerin ehliyet ve liyakat sahibi olmasından, yöneticileri bizzat Allah’ın değil halkın seçmesinden ve Allah’ın mahlukatının tümünün üzerinde hakimiyetinin olmasından yola çıkıp konuyu İslâm’ın bir devlet modeli olmadığına bağlıyor.

Öncelikle, birtakım doğrulardan kaynaklanan mugalatalar konusunda uzman olduğu anlaşılan Sayın Yazar’a şunu ifade etmek isterim: Evet, Hilâfet Devleti teokratik yani ilahi bir devlet modeli değil beşerî bir devlet modelidir. Halife/emir, rasuller gibi Allah tarafından belirlenip seçilmez; bilakis İslâm ümmeti tarafından ehliyet ve liyakat üzere seçilir. Bu durum geçmişten bugüne tüm İslâm âlimlerinin üzerinde ittifak ettiği bir konudur. Yine Allah’ın egemenliği ve hâkimiyetinin tüm varlığın üzerinde mutlak bir şekilde var olduğu da zaten her Müslümanın iman etmesi gereken ilk hakikatlerden birisidir. Ama sizin, herkesin bildiği bu iki hakikati zikredip konuyu İslâm’ın bir devlet modeli olmadığına bağlamanız gerçekten efsane bir mugalata örneklerindendir. Herhalde mugalata beceriniz noktasında sizi tebrik etmemiz gerekecek.

Ama şu birkaç cümlelik ifadelerinizde geçen çelişkileri de göstermeden geçmeyelim: -Sizin tabirinizle- Allah’ın tüm varlığı kuşatan ontolojik egemenliği, varlığa koyduğu nizam, yasa ve kanunlarla gerçekleşirken ve varlıklar arasındaki ontolojik ilişkilerin ancak bu nizam ve yasalarla devam ettiği ortada iken, toplumsal bir varlık olan insanların ilişkilerine dair bir nizam, yasa ve kanunlar konulmadığını iddia etmek sizce “ontolojik” bir çelişki değil mi?

Yine “İslâm’ın insanlar arasındaki problemlere çözümler getiren siyasi bir din olması” söyleminden, “Allah’ın siyasi bir varlık kabul edildiği” çıkarımını yapmak çıkarımsal bir çelişki değil mi?

Neyse, biz devam edelim…

Sayın Yazar, birçok mugalata ve çelişkilerle dolu yazısının içeriğinde İslâm’ın ve Kur’an’ın bir devlet modeli olmadığını, Hilâfet’in daha sonradan uydurulmuş bir yönetim modeli olduğunu zikrederek yazısının sonunu; “Hilâfet masal, halifelik yalan bir iddiadır” diyerek bitiriyor.

Biraz önce de değindiğimiz gibi bu düşüncelerinde Sayın Yazar yalnız değil; kendisi gibi düşünen maalesef birçok akademisyenimiz var.

Ben şimdi burada sadece Sayın Yazar’a değil de bu zihniyetteki reformist, akademik ünvanlı ya da “Hilâfet’in Kur’an’da geçmediğini” söyleyen kimselerin sözlerine genel olarak değinmek ve cevap vermek istiyorum.

Bu kimseler; “Hilâfet, Kur’an’da geçmez. Allah Hilâfet’i talep etmemiştir. Eğer Hilâfet çok önemli olsaydı, Allah Kur’an’da beyan ederdi” diyorlar.

Ancak bunları söyleyen zevat, söz konusu mevcut laik, demokratik devletler olunca; “devlet çok önemlidir, devlet olmazsa, hayat olmaz, hukuk olmaz hatta milletler varlıklarını koruyamaz. Bundan dolayı her şeyden önce devletin varlığını korumamız lazım” derler.

Peki, bu kimseler, Kur’an’da yüzlerce hüküm içeren ayetleri, hayatın her alanına dair hükümleri, Allah’ın niye indirdiğini düşünüyorlar acaba. Yeri gelince; “Kur’an Mekki ve Medeni ayetlerden oluşur. Mekki ayetler daha çok inanca ilişkindir. Ancak Medeni ayetler hüküm, kanun ve nizam ayetleridir”, diyorlar. Peki, bu hüküm, kanun ve nizam ayetlerini Allah, Müslümanlar nerede tatbik etsinler diye indirdi? Din ve devletin ayrı olduğu laik devlette mi?

Yoksa Allah hükümleri indirdi ama “tatbik etseniz de olur etmeseniz de olur” mu dedi?

Gerçekten Allah bir kimsenin basiretini alınca o demek ki, saçmalamakta zirveye ulaşıyor.

Allah’ın Kitabında geçen tüm hüküm ayetleri, aslı itibariyle Hilâfet Devleti’nin varlığının, farziyetinin delilleridir. Mesela; [وَأَنِ احْكُم بَيْنَهُم بِمَا أَنزَلَ اللّهُ وَلاَ تَتَّبِعْ أَهْوَاءهُمْ وَاحْذَرْهُمْ أَن يَفْتِنُوكَ عَن بَعْضِ مَا أَنزَلَ اللّهُ إِلَيْكَ] “Aralarında Allah’ın indirdikleri ile hükmet! Onların hevâlarına tâbi olma ve Allah’ın Sana indirdiklerinin bir kısmından seni saptırmalarından sakın!”[Maide Suresi 49] buyuruyor, Rabbimiz.

Şimdi bu ayetlerde Rabbimizin en ufak bir sapma olmadan sadece Allah’ın indirdikleri ile hükmetmesini talep etmesi, nerde olacak.

Bir devlet idaresi altında değil mi!

Allah Rasulü Medine’de devleti kurduktan sonra hayatı boyunca, aynı zamanda bir devlet yöneticiliği yapmadı mı?

Bunu hangi akıl baliğ kimse inkâr edebilir?

Peki, Allah Rasulü’nden sonra, Allah’ın indirdikleri ile hükmetmekten vaz mı geçilecek? Yani ondan sonra Allah’ın hükümleri ile hükmetmeye gerek yok mu?

“Hayır, tabii ki bu ayetler kıyamete kadar geçerli olan hüküm ayetleri” diyorlarsa, Peki, Allah Rasulü’nden sonra bu işi kim üstlenecek?

İşte Sayın Yazar! Allah Rasulü’nden sonra, İslâm ile hükmedecek ve Müslümanların riyasetini ve yöneticiliğini üstlenecek kişidir, Halife ve bunun yönetim biçimidir, Hilâfet.

Yine Sayın Yazar’ın yazısında zikrettiği ayette Rabbimiz şöyle buyuruyor:

[يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُوا الرَّسُولَ وَاُو۬لِي الْاَمْرِ مِنْكُمْۚ] “Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, Rasulü’ne itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine itaat edin.” [Nisa Suresi 59]

Şimdi bu ayette, Allah, olmayan kimseye itaati emreder mi? Peki Allah Rasulü’nden sonra ulü’l-emr kimdir?

Bu, aynen Allah Rasulü’nün tatbik etmekle emrolunduğu, Allah’ın indirdikleri ile hükmedecek, ehliyet ve liyakat sahibi olan Müminlerin emiri, imam ve halife değil midir?

Peki, Rabbimiz Kur’an-ı Hakîmi’nde, birçok farzlardan ve haramlardan bahsetmiyor mu? Mesela; zekâtı emrediyor, faizi haram kılıyor. Mirası taksim etmek için miras ayetleri indiriyor, cihat ayetleri indiriyor. İçkiyi, kumarı, zinayı, hırsızlığı yasaklıyor ve haram kılıyor. Bu hükümlerin tatbiki, bu farzların ve haramların uygulanışı, ancak bir devlet ile mümkün olur.

Yoksa “Hilâfet’in Kur’an’da delilleri yoktur!” diyenler, “Allah bu hükümleri indirdi ama bir otorite altında tatbikini talep etmedi”, mi diyorlar. Yani Allah hırsızlığı haram kıldı ama hırsızlık yapanlara bir ceza tatbik edilmesini talep etmedi mi? Allah faizi, içkiyi, kumarı haram kıldı ama sonra “ne hâliniz varsa görün” mü dedi? Hâşâ!

Bu anlayışta olan kimseler acaba, bugünkü ortamda da aynı şeyleri söyleyebilirler mi?

Mesela, “hırsızlık ve yolsuzluk yasak ama devletin hırsızlık ve yolsuzluk yapana ceza vermemesi gerekir” diyebilirler mi?

Ya da “uyuşturucu yasak” deyip sonra devlet uyuşturucu satıcılarına herhangi bir yaptırım getirmese ne derler?

“Böyle saçmalık mı olur?” derler, öyle değil mi?

Ama aynı saçmalığı Allah’a ve İslâm’a isnat edebiliyorlar.

“İslâm’ın devlet talebi yoktur” diyenler, bugün aynı şeyi mevcut devletler için de söyleyebilirler mi?

“Devlete, yargıya, anayasaya, kanuna, orduya ne gerek var!” Diyebilirler mi? Tabii ki diyemezler. Hiçbir akıl sahibi bunu iddia edemez.

Peki, iş İslâm’a gelince, Kur’an’a gelince bunu nasıl iddia edebiliyorlar.

Bütün bu emir ve yasakları, hadleri ve muamelatı indiren Allah Subhanehu ve Teâlâ ve “bunlardan kıl kadar sapmayın”, “insanların heva ve isteklerine uymayın” diyen Allah, bir devlet modeli talep etmedi öyle mi?

İşte “Kur’an’da bir devlet talebi yoktur, Hilâfet İslâmi bir devlet modeli değildir” diyenlerin söylemleri bu denli bir hezeyan, çelişki ve mugalata içermektedir. Bunlar gibi Kur’an’daki deliller dışında hadisler ve sahabe icması gibi şer'î delillerden de yüzlerce deliller zikredilebilir. Ancak bunların yeri şimdilik burası değil.

Yine Sayın Filiz, bir önceki makalesinde “Büyük Günahlar Nelerdir?” başlıklı bir yazı kaleme almıştı. Bu yazısında büyük günahlardan birisi olarak; “İftira atmak, bir kimsenin haksız yere ırzı, onuru ve haysiyetine dil uzatmak” olduğunu haklı olarak ifade ettikten sonra şöyle bir açıklama yapıyordu.

“Çağdaş iftira yöntemi, medya tarafından kullanılmaktadır. İster kapı komşuna birebir, istersen tüm kamuoyuna alenen olmak üzere herhangi bir kişi ya da topluluğa iftira atmak, seni sadece müfteri yapmaz; büyük günah sahibi de yapar. Medyanın büyük çoğunluğuna sesleniyorum: Özellikle bu günahı siz işliyorsunuz, yapmayın, iyi bir yolda değilsiniz. Ergenekon, Balyoz gibi Fetö kumpaslarındaki kirli geçmişinizi şimdiden temizlemeye başlayın. Çünkü çok uzun sürer.”

Yazarın burada bahsettiği konu Ergenekon operasyonları sırasında kendisinin de bir soruşturma geçirmesi ve bu konuda hakkında medyada çıkan haberler ve yazılar. Peki, Sayın Filiz, “FETÖ” kumpasları çerçevesinde size de yapılan bu iddialar büyük günahlardan birisi olan iftira atmak iken, sizin Hizb-ut Tahrir gibi İslâmi kitlelere attığınız “terör” iftirası büyük günahlardan değil mi? Çağdaş iftira yöntemi dediğiniz herhangi bir kişi ya da topluluğa medya yoluyla iftira atmak, kendinizi yakın hissettiğiniz Ergenekon ve Balyoz sanıkları için geçerli iken, İslâmi şahıs ve kitlelere yapıldığında geçerli değil mi? Sizin medya üzerinden attığınız iftira ve karalamalar neden büyük günah olmuyor?

Prof. Dr. Şahin Filiz’in yazısında tek tek ele alınıp çelişkileri ortaya konularak cevap verilecek birçok husus var. Ama bunlara tek tek cevap vermeyi gereksiz görüyorum. Burada sadece bir zihniyeti ortaya koymanın daha doğru olduğunu düşünüyorum. Batı kültürü ile dolu bu sözde modernist zihin yapısını ben, “‘Kur’an’da Yok’çular” olarak isimlendiriyorum.

Bu zevata göre Kur’an’da; devlet talebi yok, şeriat yok, hadler ve cezalar yok, cihat yok, başörtüsü yok, evlilik ve boşanmaya ilişkin hükümler yok, ekonomik hükümler yok, yok, yok, yok. İslâmi hiçbir hükmü Kur’an’da bulamayan bu zevat, mesele küfür akide ve fikirlerine gelince hepsini Kur’an’da bulmakta gayet mahirler. Demokrasi, laiklik, cumhuriyet, milliyetçilik vb. hepsi bunlara göre Kur’an’da var ve İslâm’a uygun!

Ne diyelim Allah selamet versin…

Madem yazımıza Sakallı Celal’den bir söz ile başladık sonunda da başka bir sözü ile bitirelim: “İnsanoğlundaki zekâ midyedeki inci gibidir; hepsinde bulunmaz.”