Politika, yönetim ve bahislerin önemli konularındandır. Genel olarak “yol” ve “yöntem” kelimeleri ile eş anlamlıdır. Politika, hükümetlerin herhangi bir konuda belirledikleri çözümleri ya da yol haritalarını ifade eder ve reel siyasette sık duyduğumuz bir kavramdır.
“Politika” dediğimizde akla ilk gelen başka bir kavram ise “muhasebe”dir. Muhasebe, Allah’ın İslam ümmetine yüklediği önemli bir görevdir ve şer’î literatürdeki karşılığı farz olmasıdır. Tarih boyunca rabbani âlimler vesilesiyle icra edilen bu hüküm, devlet-tebaa ilişkilerinde önemli bir sinir ucu olmuştur. Bu makalemizde, mevcut yönetimlerin bazı politikalarının muhasebesine yer vereceğiz.
Gerek iç siyasette gerekse dış siyasette İslami hiçbir politikayı benimsemeyen mevcut hükümetler, beşerî ideolojilerin karanlık dehlizlerinde sürüklenmeye mahkûm olmuşlardır. Siyasi olarak dönemi kurtarmak, onların en büyük kazanımı haline gelmiştir.
İslam ümmetinin her türlü maddi ve manevi enerjisini batıla harcadıkları bazı politikalarını masaya yatırmaya başlayalım.
Bilindiği üzere 70 yıldır NATO’ya üye olan Türkiye’nin bu üyelikten hiçbir kazanımı yoktur. Aksine, İslam’ın hizmetkarı olması gereken TSK, ABD’nin emri ile Batı’nın çıkarları için dünyanın her bir köşesine gönderilmektedir. Bu askerî varlığın, haritalarda yerlerini bile bilmediğimiz ülkelerde İslam ve Müslümanlar için olmadığı ortada. Yine her sene “bağış” adı altında -biz buna “haraç” diyoruz- ödenen milyonlar, biz Müslümanların parasından başka bir şey değildir.
İzlenmesi gereken politika, Batı’nın bekası için NATO’ya destek vermek değil, bilakis derhal NATO’dan çıkıp tüm NATO üstlerini kapatmaktır!
Yine politikalardaki başka bir kaos, 60 küsur yıldır başka bir Batı kuruluşu olan AB’ye girme serüvenidir.
İzzeti ve yükselişi Batı’da görme hastalığı, İslam ümmetinin başına musallat edilen işbirlikçi yöneticilerin en kötü hastalıklarından birisidir. Aslında bu siyasi karneleri için kara bir lekedir. Onlar, dinlerine tabi olmadıkça Batı’nın kendilerinden razı olmayacağı hakikatine karşı kördürler, sağırdırlar.
Daha bu ay Litvanya’da gerçekleştirilen NATO zirvesinde İsveç’in üyeliğini, AB’ye girmek için pazarlık meselesi yapan Erdoğan’ın yüzüne kocaman bir “ret” yapıştırıldı. Yüzlerini İslam’a ve Müslümanlara çevirmedikçe iflah olamayacaklarını göremeyen yöneticiler, izzeti kabul edilmedikleri halde Batı’da aramaktadırlar. Halbuki Allah bunu, şu sözü ile yalanlamaktadır:
“İzzet, Allah’a, peygamberine ve müminlere aittir.”
Başa geldiklerinden günümüze kadar eğitim ve öğretim politikaları toplumsal yapıda çok ciddi gedikler açmıştır. Okullara teslim edilen nesiller ifsat olmakta, Allah ile irtibatları kesilmekte ve dinsizliği öngören akımlar revaç kazanmaktadır.
Milli eğitim bakanlarını değiştirmeyi problemlerin çözümü olarak görmek, eğitim-öğretim alanındaki kabiliyetlerini gözler önüne sermektedir. Ancak topluma ve ümmete faydalı bireyler yetiştirmeyi hedef almadıkça ve İslam eğitim sistemi uygulanmadıkça bu problemlerin çözümü mümkün gözükmemektedir.
Aile kurumunu hedef alan habis politikalara değinmenin zarureti adına şunları söyleyebiliriz: İstanbul Sözleşmesi ve 6284 gibi uyum yasaları ile on binlerce aile yıkıldı. Sayısız koca cezaevlerine gönderilirken bir o kadar çocuk babasız ve aile kurumundan yoksun kaldı. Örnek ve ibretlik vakıaları bir makale sınırlarında işlenemeyeceğinden dolayı özetle, aile kurumuna dair tüm bu yıkımlar mevcut politikaların bir eseridir. Mayası İslam ile yoğrulmuş bu topluma karşı başlatılan büyük bir savaştır.
Daha iki gün önce Aile Bakanı Göktaş, “6284 bizim kırmızı çizgimizdir!” diyerek büyük bir skandala imza atmıştır.
Seçimlerden önce bu yasaları başkaları yapmış gibi İslami tavırları ile oy devşirenler, seçimler bittiği gibi yine özlerine döndüler. Aile kurumuna dair tüm bu tahribatların derhal düzeltilmesi ve İslam ictimai nizamının yeniden tatbik edilmesi ise sorunun gerçek çözümüdür.
Toplumun ciddi bir kesiminin iliklerine kadar hissettiği ekonomik kriz ve buna karşı yapılan hatalı politikalar, insanları ciddi manada etkilemektedir. Faiz rakamları ile oynamayı ekonomik dengenin anahtarı kabul eden hükümet, yeri gelince “Nas var!” çıkışları ile faiz indirmeyi meşrulaştırırken, “Faiz bir dünya gerçeğidir!” sözleri ile faizleri yükseltmektedir. Ne garip ki faizi yükseltince de indirince de alkışlayan kesim aynı kesimdir.
IMF’nin Türkiye’deki kötü şöhretini örtbas etmek için özel kurumlardan borçlanmak ve doymak bilmeyen kapitalist tefecileri ülkeye davet etmek, ekonomik politikaların aslında bir özetidir.
Yine petrol ülkesi devletlerden çok ciddi borçlanmaya gitmek ve “yatırım” adı altında özelleştirmeler, politikada kaosların şiddetini artırmaktadır.
Mevcut gidişatın, “ben ekonomistim!” gibi suni çıkışlarla ya da yeri geldiğinde gömülen bakanların mezardan çıkarılması ile düzelmeyeceği ortadadır. Yapılması gereken; kapitalist ekonomik sistemi terk edip derhal İslam iktisat nizamını yeniden uygulamaya koymaktır!
Hiçbir politikası şer’î esasa dayanmayan bu yönetimlerin koltukları artık sallanıyor. Bu kaostan tek kurtuluş yolu, İslami hayatı yeniden başlatmaktan geçiyor. Bu da hiç şüphesiz ikinci Râşidî Hilâfet Devleti’nin kurulması ile mümkündür.