Özgecanları Başkanlık mı Koruyacak?
19 Şubat 2015

Özgecanları Başkanlık mı Koruyacak?

Ülkede hemen her kesimin konuştuğu neredeyse tek bir konu var. Özgecan’ın katledilmesi… Bunun üzerinden kadına şiddet, çocuk cinayetleri, tecavüzler, sapkın taciz vakaları, bu suçların nasıl azalacağı ve sorunların hangi yöntem ile çözüleceği…

Bu şiddet eylemlerinin ve sapkınlıkların her birini işittiğinde insanın içi ürperiyor. Küçük yaştaki çocuklar, kızlar ve bunların masum temiz bedenlerine taciz... Bir nimet ve kıymetli bir değer olarak Allah’ın en güzel şekilde yarattığı kadın ve ona reva görülen şiddet ve tecavüz…

Ancak dikkat edin, bu konular halkı Müslüman olan bu ülkede normalleşmiş, sıradanlaşmış ve hayatın olağan gelişmeleri haline gelmiş olaylar gibi tartışılıyor. Ve hatta öyle ki, bu olaylar devletleri sarsacak derecede etki ve infial oluşturması gerekirken, konuya muhatap çevreler bu sorunları siyasi hesapları için bir malzeme olarak kullanıyor.

Bir tarafta Özgecan’ın taciz edilmesi ve katledilmesinin sorunluluğunu İktidara, iktidarın İslami olan yönü gereği ise Müslümanlara ve İslam’a yükleyen katı solcu laikler. Diğer tarafta ise bu içi boş saldırıyı iyi bir konjektürel siyasi malzeme olarak gören iktidar ve etrafında iktidara yapılacak her türlü eleştiriye cevap vermek ve onu savunmak için hazır olda bekleyen koca bir ordu zevat…

Özgecan’ın katledilmesi öncekileri gibi yine ve yeniden idam cezasının geri gelmesi tartışmalarına vesile oldu. Kayseri’de 1,5 yıl aradan sonra gömülmüş halde bulunan çocuklar da aynı tartışmaya vesile olmuşlardı. Hakeza Kars’ta boğularak katledilen küçük yaştaki çocukta... Belki medyaya yansımadığı için bu tartışmalara vesile olamayan bilmediğimiz daha nice vaka var.

Türkiye’de maalesef artık sadece Cumhurbaşkanları ve başbakanlar gündem belirlemiyor. Maalesef artık sadece iktidar ve cemaat arasında yaşanan iğrenç savaşlarla gündem belirlenmiyor. Türkiye’de artık sadece siyasete yön veren uluslararası üst akıllar da gündem belirlemiyor. Özgecan’ın katledilmesi gibi Türkiye’nin gündem belirleyen gerçek toplumsal daha büyük sorunları da var.

ÖZGECANLARI KİM KORUYACAK BAŞKANLIK MI?

Hadi buyurun bakalım idam geri gelsin mi gelmesin mi tartışmasına yeniden dönelim. Çözüm süreci ve Abdullah Öcalan’ın durumu dâhil tüm etkin faktörleri göz ardı ederek iktidarın idam cezasını geri getirdiğini düşünelim. Hem de ölüm kalım meselesi olarak gördüğü Başkanlık modeli ile birlikte idam cezasını uygulamaya soktuğunu düşünelim. ABD’de Başkanlık modeli ve idam cezası var ya, hadi diyelim Türkiye’de de Başkanlık olunca idam olsun.

Soruyorum kimi idam edeceksiniz? Küçücük çocuklara tecavüz edip sonra da yavrucakları katleden vatandaşınızı mı? Kandırıp şehrin dışına çıkardığı çocuğu canice boğup öldüren gencinizi mi? Katlettikten sonra doku izi kalmasın diye Özgecan’ın ellerini bileklerinden kesen sonrada yakan caninizi mi?

Kimi idam ederek öldüreceksiniz “Sayın” Başkanlık! Zaten ölmüş yaşamayan bu vatandaşlarınızı mı? Maktulünün tırnak arasında kalan doku izlerinden polisin kendisine ulaşabileceğini, bu sebeple Özgecan’ın ellerini bileklerinden kesmenin gerekli olduğu bilgisini öğrettiğiniz caninizi mi öldüreceksiniz?

ABD’de idam cezası var. ABD’de çok sevdiğiniz demokrasi de var. Hayalini kurduğunuz Başkanlık sisteminin olduğu ABD’de her 90 saniyede 1 kadına cinsel saldırı var. Ve ABD her gün idam cezası veriyor belki. Ama tecavüzcüler ve katiller azalmıyor.

Yönetim sistemlerine imrendiğiniz Almanya ve Fransa’nın da içinde bulunduğu Avrupa ülkelerinin toplamında yılda 62 milyon kadına şiddet uygulanıyor. Ayrıca azalmıyor artıyor.

Başkanlık modeli gelince ABD’nin ve Avrupa’nın çözemediği bu soruna ilişkin sizin bir çözümünüz var mı?

Başkanlık olsaydı Özgecan korunacak mıydı?

Nasıl?

Siz idam cezasından ne anlıyorsunuz? Size göre idam üç kalas, bir ip birde sehpa mı yoksa?

Evet, size göre idam darağacında sallandırılacak suçlulara verilen cezadan ibaret.

İDAM DEĞİL İSLAM GERİ GELSİN

Bedenini ve canını koruyamadığınız Özgecan’ın öldürülmesi sonrası idam cezası tartışması başlatılınca malum hocalarımız da bu tartışmaya dâhil oldular. Hepsi bir ağız yapmış gibi idam geri gelsin diye haykırıyor.

Bir hoca Allah’ın yeryüzünde uygulanması için bir rahmet olarak gönderdiği on binlerce hükümden sadece biri olan kısas hükmünü gündeme getirerek, idamı kısasa kıyas edip geri gelsin diyor. Diğer bir hoca ise çok ilginç bir şekilde suçlulara uygulanacak cezaların toplumların yaşadığı şart ve koşullara göre değişeceğini ilginç ve şaşırtıcı bir şekilde şöyle ifade ediyor: “Başka toplumlar için durum farklı olabilir, ama kabul edelim, bu toplumda hapis cezası bu tür vakalarda caydırıcı değil. Suç işleyip hapse girmek, sonra çıkıp tekrar suç işlemek bir kısım insanlar için bir “hayat tarzı“ haline geliyor zaman içinde. “Çağdaş normlar” ne derse desin, her toplumun kendine özgülükleri vardır. Silah görünce ürperen insanların oluşturduğu toplumla, silahla büyümüş insanların oluşturduğu toplum arasında elbette farklar vardır. Birisi için caydırıcı olan, diğeri için olmaz.”

Eminim ki, bu hocalar ve tüm hocalarımız idam ile İslam’ın hükmü olan kısasın aynı şey olmadığını çok iyi biliyorlar. Aynı zamanda kısasın İslam’ın hükümlerinden sadece biri olduğunu, şu anda yeryüzünde uygulanmadığı için tüm Müslümanlardan ve özellikle âlimlerden gazaplanan Allah’ın kısas gibi binlerce hükmünün olduğunu da çok iyi biliyorlar. Ve yine Âlimlerimiz İslam’ın hükümlerinin toplumlara ve şartlara göre değişmeyeceğini de çok iyi biliyorlar. İlimlerinden kesinlikle şüphem yok. Lakin samimiyetlerinden şüphem çok.

Zira böyle bir durumda idam geri gelsin diye haykırmak yerine İslam geri gelsin diye haykırmak gerekliydi. Çünkü İslamsız idam, tek başına hiç şey ifade etmemektedir.

İslam’ın fikirleri ve hükümlerinde ruh vardır. Demokratik beşeri yönetimlerin fikirleri ve hükümleri ise ruhsuzdur. Türkiye’deki sistem gibi demokratik beşeri sistemlerde bir insanı suç işlemekten alıkoyacak maddi yaptırımların dışında hiçbir şey yoktur. İslam’da ise bir Müslüman ruh ile hareket eder. Yani her işinde Allah’ı ve onun rızasını ve gazabını hatırlayarak yol alır.

Laik ilke ve esaslar ile donattığınız, demokratik özgürlükler ile süslediğiniz ülkenizde siz kanunlarınızı ancak polis gücü ile uygulayabilirsiniz. İslam’da ise kanunlar, Müslümanların Allah’tan korkusu, rızasını kazanma arzusu ve yardımıyla İslam devletinin otoritesinde uygulanır. Başka hangi toplumda bunu görebilirsiniz? Başka hangi sistem ve model de görebilirsiniz?

Krallıklarda mı, Cumhuriyetler demi, Federal yönetimlerde mi, Parlamenter rejimlerde mi, yoksa Başkanlık modelinde mi?

Bunların hangisi İslam’ın hükümlerinin ve nizamlarının uygulandığı sistem? Bu sistemlerin uygulandığı hangi toplum ve devlette refah, huzur, adalet ve düzen var? Suudi Arabistan’da mı, İran’da mı, Türkiye’de mi, yoksa Sudan’da mı?

Şimdi biz, insanlığın refah ve huzuru için, hak ve adalet için İslam’ın geri gelmesi lazım diyeceğiz. İslam’ın geri gelmesi ve yeniden hayatta hâkim olması için ise devlet gerekli diyeceğiz. Bu devlet Raşid-i Hilafet Devletidir diyeceğiz. Haydi, bunun için el ele verelim çalışalım diyeceğiz.

Siz ise, Hz. Ali ile Muaviye’den, Hz. Ali ile Hz. Aişe annemizden başlayacaksınız anlatmaya… Sıffin savaşı ne olacak? Cemel vakıasına nasıl bakacağız? Emeviler, Osmanlılar gibi gibi...

Ne Hz. Ali ne Hz. Muaviye nede Hz. Aişe annemiz batıl bir iş üzerinde birleşmediler ve birbirileri kırmadılar. Evet, belki Müslümanların kanı döküldü. Ama İslam’ın hâkim olduğu hiçbir dönemde ve hatta son Osmanlı döneminde bile bugünkü gibi istatistikî oranlarla anlatılacak cinayet ve tecavüzler olmadı. Belki bir elin parmakları kadar, belki yok denecek kadar az.

Bugün Halife Ali yok, Halife Muaviye’de yok. Müslümanların kanı oluk oluk akıyor.

Sizin buna bir çözümünüz var mı?

@mk_mahmutkar