Batı medeniyetinin yaptığı en önemli işlerden biri yakıp yıktıktan sonra sanki hiçbir şey olmamış gibi inşacı bir rol oynamak. Irak ve Afganistan’da taş üstünde taş bırakmayan Amerika’nın en güçlü mazereti demokrasiyi inşa etmekti. Cezayir’de kadın, çocuk demeden katliama imza atan Fransa’nın tek dayanağı özgürlükleri inşa etmekti. Libya ve Trablusgarp canisi İtalya aslında diktatörlük istemediği için işledi tüm cinayetleri. Sırpların Bosna’da önüne geleni katletmesinin tek bir sebebi vardı “Barış Gücü” oluşturmak. Kestikleri çocuk ellerinden koleksiyon yapan Belçika, Kongo’da öldürdüğü 10 milyon insan için “medeniyet” istemişti. Almanya Namibya katliamını yaparken oldukça idealist ve barışçıl bakıyordu. Gasıp “İsrail” varlığı Filistin’de işlediği cürümlere masumane bir şekilde yaşama ihtiyacından dolayı başvurmuştu. Yine ABD, milyonlarca Kızılderili’yi ve yüzbinlerce Vietnamlıyı daha iyi yaşam koşulları sağlamak amacıyla öldürmüştü. Hâl böyle iken kimse Batı’yı yaptıklarından dolayı hesaba çekemez ve yargılayamazdı. Çünkü onlar bütün bu zulümleri, katliamları iyi niyetlerinden işliyor, fedakârlık yapıyor ve daha medeni, özgür ve demokratik yarınları hayal ediyorlardı.
Batı medeniyetini kutsayan birtakım liderler de aynı mantıksal çıkarımla hareket ediyor, mahvettikleri her ne varsa hepsi için özel günler belirliyor ve kutluyorlar. Söz gelimi anne ve babasını kaybetmiş küçük bir çocuğa şeker ve çikolatalardan güzel bir paket yapılıp verilse sevinçten havalara uçar. Anne ve babasını kaybettiğini anladığı sonraki yaşlarında ise yediği veya yiyeceği şekerlerin hiçbir tesiri kalmaz fakat ne çare giden gitmiştir. İşte tepesine bomba yağdırılmış Iraklı çocuklardan sağ kalanlarına Amerikan askerleri tarafından yapılan jestler şimdilerde bir önem arz etmiyor, lakin Irak sömürüldü bir kere. İşte bu taklitçi anlayış bizlere neleri miras bıraktı bir bakalım…
Hilâfet’in yıkılmasını hedefleyen Türkiye’deki karanlıkçı zümre ilk iş olarak payitahta alternatif olacak bir meclis ile “Ankara hükümetini” kurdu. Bu meclis Hilâfet Devleti’ne muhalif olacak şekilde anlaşmalar, genelgeler ve kanunnameler çıkararak İslâm Hilâfet Devleti’nin elini zayıflattı ve sonrasında da yıkıma götürdü. İşte bu yıkımdan sonra yetişen çocuklar adeta dinsiz, ahlaki ve insani erdemlerini kaybederek seküler bir dünyaya gözlerini açtı. Maalesef ki onlar artık kapitalist dünyanın yönünü tayin ettiği bir akarsuda şahsiyetlerini bu yeni düzene teslim ederek bir ömür yaşadı. Batılı müfredatın öğütücüsü altında balyoz darbeleriyle eğitildi, öğretildi. Zihinsel kabiliyetlerini törpüleyerek seküler hükümetlerin değirmenine su taşıdı. O istediği kimliğe kavuşamadan dayatılan kimlikler ile yaşamına devam ediyor. İşte çocuklar bu yıkımın ilk gününü 23 Nisan’ı maalesef ki bayram olarak kutluyor. Hatta bu hayatı dayatanların kendilerine bir armağanı olarak…
Benzer şekilde gençler de 19 Mayıs’ta Mustafa Kemal’in Hilâfet Devleti’nin emirlerine isyan ederek çıktığı yolculuğun hemen başını bayram olarak kutluyorlar. İçinde bulundukları neslin ifsat edilmiş olmasından habersiz, sağa-sola savrulurcasına debelendiği bir sürecin ilk günü. Peki ya koskoca bir toplum… İlanından 4 ay sonra bütün hükümleriyle yeryüzünden silinecek olan İslâm Devleti’nin yani adil, koruyucu, merhametli devletlerinin enkaz haline dönüşünü kutluyor. Hem de Cumhuriyetin bereketli, hayırlı olduğu/olacağı vaazları eşliğinde…
Yine Batı’dan ithal ettiğimiz “Anneler Günü” ve “Babalar Günü” safsatası… İslâm’ın anne ve babalar üzerinde vazettiği hak ve hukukun zerresini kabul etmeyip evladını düşmanlaştıran, saygı ve sevginin kolunu kanadını kıran, yıktığı aile kurumu ile anne-baba mefhumunun içini dışına çıkartan Batı, anne ve babalar için özel günler tayin ediyor. Hem de kapitalizmin en önemli gereği olan harcama, tüketim ve israf çılgınlığından istifade ederek…
Sevgi demişken, karşılıksız sevginin olmayacağı temeline dayanan faydacı, menfaatçi ve fırsatçı fikirlerin topraklarımıza sokulmasıyla maalesef ki kaybettiğimiz sevgi boşluğunu da Batı dolduruyor. “14 Şubat Sevgililer Günü” adı altında gayri meşru ilişkileri meşrulaştırarak ahlaki temelleri dinamitleyenler, bir de bugünü metalaştırıp hediye almayı zorunlu kılmışlardır. Ve toplumlar bu yıkımın altında sevgi kavramını maalesef ki duygu ve histen uzak maddeci–faydacı-çıkarcı bir şekilde algılamakta ve yaşamaktadır.
İki gün önce 8 Mart’ta kutlanan(!) “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” de saydığımız yukarıdaki günler gibi yıkımın üzerine inşa edilmiş bir yalan! Yüzyıl öncesine kadar “eş satma” adı altında alış-veriş metaı olarak kullanılan kadın, yüzyıl sonra da Batı için farklı bir konumda değil! Şimdi de kozmetikten çamaşıra, turizmden sanata birçok sektörde reklam malzemesi olarak kullanılmaktadır. Kadının iffet ve namusunu korumayı farz kılan İslâm’a muhalefet etmek için bütün bedenî tasarrufları kadının kendisine bırakan Batı onu kötülüklerden, ahlaksızlıklardan, fitne ve fesattan nasıl kurtaracak; kadınlar günü ile mi?
Şimdi de avurtlarını şişire şişire imzalattıkları İstanbul Sözleşmesi ile aile kavramını kökünden yıkıp mahvettiler. Üstüne çocukları yetim, öksüz bıraktılar. “Pozitif ayrımcılık” adı altında kadını ilahlaştırdılar. Dinsiz, kural ve kaidesiz bir feminizm icat ettiler. Toplumu ifsat etmekle kalmayıp yeniden toparlanması önünde setler kurdular. Şeytanı bile şaşırtan yasalar çıkarttılar. Kadınlar “biz bu kadarını da istemiyoruz” diyerek aileleri yıkılacağına kendilerine tanınan bu ayrıcalıktan vazgeçmek istiyorlar. Fakat Batı’nın hükümlerini gözünü-kulağını kapatarak benimseyenler, şimdi yıkılan aileleri görüp-duymaktan kurtulamayacaklar. Nihayet yapacakları tek şey “Aileyi Koruma Günü” gibi kutlanası günler bulmak… Dedik ya; önce mahvet sonra kutla!