Büyük bir heyecanla Diyanet İşleri Başkanlığı’nın internet sayfasına girdim ve bu haftaki hutbesinin konusuna baktım. “Bir umut” diyerek açtığım sayfada her zamanki gibi umduğumu, beklentimi karşılayamadan okumaya başladım. Her ne kadar beklediğim önemde değilse de konu şuydu: “İsra ve Miraç”. Hutbe şöyle başlıyordu: “Önümüzdeki Çarşamba’yı Perşembe’ye bağlayan gece inşallah Miraç Gecesini idrak edeceğiz. Cenâb-ı Hak, bu gece vesilesiyle aziz milletimize, ümmet-i Muhammed’e ve bütün insanlığa sağlık, huzur ve afiyet ihsan eylesin.” Çarşamba’yı Perşembe’ye bağladığımız gibi Perşembe’yi de Cuma’ya bağlasaydık 28 Recep gibi önemli bir güne erişmiş olacaktık. Zira o gün dua da ifade edildiği gibi Ümmet-i Muhammed’de ne sağlık ne huzur ne de afiyet kaldı. O günden itibaren sağlıklı Müslümanlar mermilerle hayatını kaybetmeye başladı. Huzurlu ailelerin evleri başlarına yıkıldı. Afiyet içindeki ümmetin malı sömürüldü, talan edildi. O gün bembeyaz İslam coğrafyasına kıpkızıl kan düştü. O gün hissemize zulüm, adaletsizlik ve gözyaşı düştü. Fakat bize sadece Miraç Gecesi anlatıldığı için bir sonraki günün mana ve mefhumu unutturuldu, uzaklaştırıldı.
Ve hutbe şöyle devam ediyordu: “Miracın ilk durağı, Mescid-i Aksa’dır. Peygamber Efendimiz bu mübarek mabetle ilgili şöyle buyurmuştur: “Gidin ve Mescid-i Aksa’da namaz kılın. Şayet gidemez ve orada namaz kılamazsanız, oranın kandillerini aydınlatacak yağ gönderin.” Miraç gecesinde böylesi önemli bir hadise yaşanmıştı ama bir gün sonrası anılmış olsaydı Mescid-i Aksa’nın gasıp “İsrail” tarafından işgal edildiğini, kutsal mabetlerin kâfirler eliyle kirletildiğini ve Müslümanların o ilk kıblelerinde artık namaz kılamadığını anlamış ve hissetmiş olurduk. Hadiste geçtiği gibi namaz kılamamakla birlikte oranın kandillerini aydınlatacak yağ bile gönderemez olduğumuzu idrak etmiş olacaktık. Zira orası artık sınırları Yahudilerin kontrolünde olan bir açık hava cezaevi… Dolayısıyla idrak ettiğimiz Miraç Gecesi ile bir sonraki 28 Recep gününü birleştiremediğimiz için her şey havada ve yavan kalıyor.
Hutbe, devamında Kudüs’ü şöyle tasvir ediyordu: “Mescid-i Aksâ’nın bulunduğu mukaddes belde Kudüs, bir İslam beldesidir. ‘Darüsselâm’ yani barış ve selamet yurdudur. Kudüs, tarih boyunca Müslümanların himayesinde özgürlüğün, adaletin ve huzur içinde birlikte yaşamanın sembolü olmuştur.” Fakat o günden sonra Mescid-i Aksa barış yurdu olmaktan çıktı. Savaş ve zulüm yurdu haline döndü. Müslümanların himayesinden çıkalı 73 yıl oldu. Artık gerçek sahipleri özgürce namaz bile kılamıyorlar. “Adalet ve huzur içinde yaşamak” derseniz, buna çocuklar bile güler. Zira her yıl mütemadiyen bombalarla yıkılan evler, öldürülen çocuklar, işgal edilen parça parça topraklar zihnimizde özel bir yere sahip değil, hepsine oldukça alıştık.
Ve şöyle bitiyordu hutbe: “Cimrilikten ve israftan kaçın. Zinaya yaklaşma. Haksız yere cana kıyma, asla kan davası gütme. Yetimin malına el uzatma. Ahde vefa göster. Ölçü ve tartıda hile yapma. Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Yeryüzünde böbürlenerek yürüme.”[1] İyi, hoş yazmışsınız da o günden sonra tebaasına karşı cimri, ehline karşı fazlasıyla müsrif olan yöneticiler türedi ve çoğaldı. Onların bu tutumları yüzünden ümmet sefalete sürüklendi. Zina yasal zemine oturtuldu ve meşru hâle geldi. Haksız yere cana kıyanlar, İslâm davası taşıyanlarla aynı cezayı alıyor; kimisine serveti karşılığında dokunulmuyor. Yetimin malı, onu koruması gerekenler tarafından çalınıyor. Ahde vefa, menfaatin bittiği yerde bitip tükeniyor. Ölçü ve tartıda hile yapanların zengin olması sağlanıyor, hile yapmayanlar ‘keriz’ muamelesi görüyor. Evet, o günden sonra hakkında kesin bilgi sahibi olmadan Müslümanlara iftira atılıyor, muhlis davetçiler aşağılanıyor ve terör yaftası vuruluyor. Liderler, zenginler ve onlara yaranmak için sıraya girenler sanki hesap vermeyecekmiş gibi böbürleniyor, şımarıyor ve azgınlaşıyorlar.
O gün; Miladi 3 Mart, Hicrî 28 Recep yani Miraç gecesinden bir sonraki gün, yani Hilâfet’in kaldırıldığı gün neler olmuş neler… “Umulur ki bu sefer Müslümanlar için dönüm noktası olan böylesi bir günü Diyanet İşleri Başkanlığı hatırlar da hakkında hutbe verirler” diye umutla ve heyecanla okudum ve yine hayal kırıklığı yaşadım. Fakat eminim ki unutmuş olamazlar, nasıl unutsunlar ki Hilâfet’in yıkıldığı gün kurulan bir yapı, kendisini var eden faktörü nasıl unutsun. O hâlde kimden çekiniyorsunuz; Hilâfet’in ilgasıyla Müslümanların neler kaybettiklerini niçin anlatmıyorsunuz? Her yıl hayvan sevgisini, çevre temizliğini ballandıra ballandıra anlatmaktan usanmıyorsunuz da neden bir kez olsun İslâm coğrafyasının hazin durumu için dişe dokunur bir açıklama yapmıyor; demokrasi ve laikliğin pisliğini ifşa etmiyorsunuz? Çarşamba’yı Perşembe’ye bağlayıp Miraç gecesini idrak ediyorsunuz da kandilleri bağlamından kopararak anlamsız kılan, Müslümanları kandilsiz bırakıp karanlığa mahkûm eden o günden, Perşembe’yi Cuma’ya bağlayan 28 Recep’ten bahsetmiyorsunuz?
Neden?
[1] İsra Suresi
___
#HerMüslümanHilafetiİster
#YenidenHilafet