Osmanlı Devleti’nin enkazı üzerine kurulan devletlerden belki de en önemlisidir Türkiye.Türkiye’nin bu öneminin birçok sebebi vardır. Ancak doksanlı yılların ortalarından itibaren Türkiye’nin gündemi geçmiş yıllara oranla daha fazla canlılık göstermeye başladı. Şüphesiz ki bunda iletişim organlarının payı azımsanmayacak kadar büyüktür.
Fakat durum ne olursa olsun, gerek bölgesindeki konumu itibariyle ve gerekse iç siyasetinde yaşanan gelişmelerle Türkiye’nin gündemi hep sıcak oldu.
Çoğu kere gündemi takip etmekte zorlandığımız oluyor. Bir konunun gündeme oturup ardından gündemden çıkması çok da uzun bir zaman almıyor ve adeta tarihin tozlu raflarındaki yerini alıyor.
Elbette ki 2014 yılının başlarından itibaren Türkiye’nin gündeminde yer alan konuların başında şu hususları zikredebiliriz:
- Cumhurbaşkanı adayı kim olacak?
- Cumhurbaşkanı seçim sonuçları nasıl olacak?
- Paralel yapıya yönelik operasyonlar.
- İşıd’in Musul’a girmesi ve ardından yaşanan gelişmeler.
- Cumhurbaşkanı seçimi sonrası başbakan kim olacak?
Bu konu başlıklarına daha başka başlıkları da yerleştirmek mümkündür.
Konumuzla ilgili olarak Başbakan adayı olarak Ak Parti içerisinde neden Ahmet Davutoğlu’nun isminin öne çıkartıldı? Recep Tayyip Erdoğan neden Davutoğlu’nu tercih etti? Neden Abdullah Gül’ü tercih etmedi? Sorularının cevaplandırılmasının önemli olduğunu düşünüyorum.
Ak Partinin yapısına baktığımız zaman parti içerisinde kurucuları arasında daha başka isimlerin de var olduğunu görmekteyiz. En azından 2015 seçimlerine kadar bu isimlerden bazılarının başbakanlık koltuğuna oturması mümkün olabilirdi. Nitekim medyada da uzun bir süre bu isimler hep konuşulup durdu.
Ancak tüm bunların yanında benim dikkatimi çeken ve cevabını aradığım soru şu:
AKP kulislerini bilenlerin ve bu kulislerde konuşulanlara aşina olanların çok iyi bildikleri hususlardan birisi de şudur: “Başbakan Erdoğan ile Davutoğlu arası iyi değil.” “Ali Babacan ve Mehmet Şimşek ile Başbakan arasında gerilim var.” “Başbakan Davutoğlu’nun dış politikasını beğenmiyor.” Kulislerde dolaşan bu söylentilerden özellikle Babacan ile ilgili olanların gerçek olduğunu ortaya koyan gelişmeler medyada sürekli olarak detaylandırıldı. Dolayısıyla parti kulislerinde yer alan bu söylentilerin doğru olduğu kendisini net bir şekilde göstermiştir.
Bu kulislerde yer alan söylentilerinden birisi de Başbakan ile Abdullah Gül arasında gerilim olduğu, bazı konularda anlaşamadıkları yönündeki söylentilerdi. Nitekim Abdullah Gül’ün en son veda resepsiyonun da bu rahatsızlıkların birinci ağızdan açık ve net olarak dile getirilmiş olması da bu kulis bilgilerinin doğruluğunu gösteren delillerden birisidir.
Tayyip Erdoğan mı cumhurbaşkanı olacak yoksa Abdullah Gül bir dönem daha Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturmaya devam edecek mi? sorusu ile ilgili olarak “SİYASİ BAKIŞLAR” programında yapmış olduğumuz değerlendirmeleri yeniden gözden geçirdiğimde değerlendirmelerimizin ana hatlarıyla doğru olduğunu, sapma göstermediğini görüyorum.
Neden Abdullah Gül değil de Ahmet Davutoğlu? Sorusunu cevaplandırmak için şu hususların dikkate alınması gerekmektedir:
1- Recep Tayyip Erdoğan son derece hırslı birisi olup kafasına koymuş olduğu hususları gerçekleştirmek için bıkmadan usanmadan yoluna devam eden bir kişiliğe sahiptir.
2- 2010 referandumundan sonra Recep Tayyip Erdoğan, başkanlık sistemi için anayasa değişikliğinin yapılması yönünde tüm performansını ortaya koydu fakat bunu başaramadı. Başka bir ifade ile birileri başkanlık sisteminin yolunu açacak olan Anayasa değişikliğini engelledi.
3- Paralel yapı ve arkasında yer alanlar Tayyip Erdoğan’a karşı bir operasyon düzenlediler ancak Başbakandan beklemedikleri bir karşılık buldular ve kaybettiler.
4- Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı makamı ile Başbakanlığa devam etme arasında uzun süre git gelleri yaşadı, bu hususta çok uzun soluklu görüşmelerini sürdürdü. Bu nedenle Cumhurbaşkanlığı adaylığını son dakikalara kadar açıklamadı, bekledi.
5- Başkanlık sisteminin hayata geçirilmesinden hiçbir zaman vazgeçmeyen Recep Tayyip Erdoğan yaptığı görüşmelerin tümünde bunun nasıl gerçekleşeceğinin plan ve programlarını, hesabını yaptı. Etrafında yer alan kimselerle yaptığı tüm görüşmelerin eksenini bu oluşurdu.
6- Kendisi cumhurbaşkanı olduğu ve Abdullah Gül’ün de başbakanlık koltuğuna oturması halinde gerek parti ve gerek başbakan üzerindeki hâkimiyetinin kaybolacağını ve gerekse başkanlık sisteminin hayata geçmesi hususunda sıkıntılar olacağını gördü. Çünkü Abdullah Gül, parlamenter sistemden yana olduğunu açıklamıştı.
Bu hususlar iç siyaset açısından dikkate alınması gerekenlerin bir kısmıdır. Ancak; Suriye, Irak, Azerbaycan, Ukrayna, İran ve İsrail gibi etrafında çatışmaların, sıkıntıların kol gezdiği bir coğrafyada dünyanın jandarmalığını yapan sömürgecilerin tercihlerinin de burada etkili olduğu açık ve net olduğu gibi kaçınılmazdır da. Meseleye bu açıdan baktığımızda ise karşımıza şöyle bir durum ortaya çıkmaktadır. Bunlar:
a- Yukarıda da belirttiğimiz gibi Recep Tayyip Erdoğan açısında başkanlık sistemi ve kendisinin de yeni sisteme göre başkan olması adeta ölüm kalım meselesi haline gelmiştir. Bu süreçte Amerika, Erdoğan’ın kamuoyunu kendi yanına çekmekte, parti üzerinde hâkimiyet kurmakta, savunma pozisyonu yerine daima saldırı pozisyonunu benimsemiş olması nedeniyle sürekli olarak başarılı olduğunu gördü. Yine Amerika, cemaat-Erdoğan çatışmasında tarafsız bir tavır takınmak suretiyle bir anlamda paralel yapının başarılı olması halinde Erdoğan’ın gitmesine yeşil ışık yaktı. Ancak bu çatışmanın kazanan tarafı da Erdoğan oldu. Buna bağlı olarak Amerika, Erdoğan’sız bir Türkiye yerine Erdoğan’ın varlığının kabul esası üzerine kurulu bir Türkiye yapısını benimsemek durumunda kaldı.
b- Ancak Amerika’nın Erdoğan karşısında ortaya koyduğu bu tavır tümüyle kayıtsız ve şartsız olarak kabul edilen bir durum değildir. Amerika, Erdoğan’ın kafasında var olan ve ölüm-kalım meselesi gibi algılamış olduğu başkanlık sistemine birtakım şartlarla sıcak baktı. Buna göre Amerika bir taraftan Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığına ve bunun arkasından gelecek olan Başkanlık sistemine razı olurken, aynı zamanda Erdoğan’dan birtakım sözler alarak ve bunu sağlama bağlayarak kabul etti. Diğer bir ifade ile her iki taraf arasında bu noktada karşılıklı olarak bir mutabakat gerçekleşti.
c- Bu mutabakat şudur: Gerek Abdullah Gül ve Gerekse Erdoğan, dış politika seyirlerinde aralarında herhangi bir fark olmadan Amerikancı bir çizgiyi takip etmişlerdir. Hükümetin kurulduğu günden bu yana da bu çizgide her ikisinde de herhangi bir sapma kesinlikle söz konu olmamıştır. Ancak kendi çıkarlarını her zaman için öne çıkartan Amerika, aralarında çatışma olan adamlarından birisini diğerine, daha güçlü olanı zayıf olana tercih etmiştir. Bu tercihte kazanan Erdoğan olurken kaybeden ise Abdullah Gül olmuştur. Yani Amerika, içerisinde bulunduğumuz zaman dilimindeki acil çıkarları bakımından Gül’den vazgeçmiştir.
d- Bu mutabakat gereğince Amerika, bu güne kadar başkanlık sisteminin olmazsa olmazlarından birisi olan Anayasa değişikliğine yeşil ışık yakmıştır. Zira Amerika, 2010 yılından günümüze kadar Anayasa değişikliğine sıcak bakmamış ve engellemiştir. Ancak şu andaki duruma bakılacak olursa önümüzdeki yıl yapılan seçimlerin ardından bunun gerçekleşeceği görülmektedir. Ancak o zamana kadar, bu düşüncenin değişmesine neden olacak olağanüstü gelişmelerin olmaması şartıyla.
e- Bu mutabakat gereğince Amerika; Abdullah Gül’ün hem parti başkanlığına ve hem de Başbakanlığa gelmesini istememiş bu makama kendisi açısından son derece olumlu gördüğü ve sorunsuz bir şekilde çalıştığı Ahmet Davutoğlu’nun gelmesini tercih etmiştir. Çünkü dışişleri bakanlığı döneminde Davutoğlu, Suriye meselesi başta olmak üzere dış politika ile ilgili tüm politikalarda Amerika tarafından hazırlanan planların harfiyen uygulayıcısı olmuştur. Dolayısıyla Ahmet Davutoğlu’nun başbakanlığı ve Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı döneminde Türkiye daha fazla Amerikancı bir politika takip edecektir.
f- Amerika açısından Türkiye’nin iç siyasi gelişmelerinden daha ziyade bölgede yaşanan dış gelişmeler daha önemlidir. Dolayısıyla Davutoğlu’nun başbakan adayı olarak ortaya çıkartılması ağırlıklı olarak Amerika’nın bir tercihi olduğu ve başbakanlığı döneminde de dış politik konulara ağırlık vereceğini, vermesi gerektiğini göstermektedir. Başka bir ifade ile Amerika; Suriye ile zirveye ulaşan bölgedeki sıkıntılarından kurtulmak için Davutoğlu aracılığı ile Türkiye’yi olayların içerisinde daha fazla sokacaktır.
g- Amerika tarafından Davutoğlu’nun tümüyle desteklendiğinin ve tercih edildiğinin iki önemli işareti vardır. Bu iki işaretten birincisi; 21 Ağustos günü yapılan toplantının ardından Erdoğan tarafından beklendiği üzere Ahmet Davutoğlu’nun ismini açıklanmasından sonra neredeyse tüm televizyon kanalları Davutoğlu’nu destekleyen, öven programlara yer vermişler ve vermeye devam etmektedirler. İkincisi ise ABD Dışişleri Sözcüsü Harf’ın "Bir sonraki başbakanla çalışmayı sabırsızlıkla bekliyoruz" şeklindeki açıklamasıdır. Hatırlanacağı üzere aynı açıklama Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçilmesinin ardından da yapılmıştır.
h- Netice itibariyle gerek Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olması ve gerekse Ahmet Davutoğlu’nun Başbakanlık koltuğuna oturması tümüyle Amerika’nın oluru, kabul etmesiyle gerçekleşmiştir. Bunun bir başka anlamı ise şudur: Önümüzdeki yıllarda Türkiye’yi sıkıntılı günler beklemektedir. Bu yaklaşım ve bakışı açısı hiçbir şekilde bizlere hayır getirmeyecektir. Amerika cenahından yapılan “sabırsızlıkla bekliyoruz” ifadesi, aranızdaki çekişmeleri bir an önce bitirin ve benim çıkarlarıma dört elle sarılın demektir.
i- Son nokta olarak Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçilmesi sürecinde yaşanan seçim yarışı Türkiye’de yeni bir dönemi başlatmıştır. Seçim sonrası konuşmada Erdoğan’ın açıklamalarında da yer aldığı üzere yeni bir muhalefetin varlığı gerekmektedir. Bir başka ifade ile Türkiye, önümüzdeki süreçte iki partili veya belli bir zaman için iki buçuk partili bir sürece doğru ilerlemektedir. Ancak bu iki partili sürecin hayata geçmesi anayasa değişikliğine ve bunun gereği olarak başkanlık sisteminin kabul edilip uygulanması şartına bağlıdır. Başkanlık sistemi gerçekleşmeyecek olursa, parlamenter sistem devam edecek olursa iki partili sisteme geçiş de gerçekleşmeyebilir. Allah-u alem.