[لَا يُقَاتِلُونَكُمْ جَم۪يعاً اِلَّا ف۪ي قُرًى مُحَصَّنَةٍ اَوْ مِنْ وَرَٓاءِ جُدُرٍۜ بَأْسُهُمْ بَيْنَهُمْ شَد۪يدٌۜ تَحْسَبُهُمْ جَم۪يعاً وَقُلُوبُهُمْ شَتّٰىۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَعْقِلُونَۚ] “Onlar, korunaklı şehirler içinde veya surlar arkasında olmadıkça, sizinle, toplu olarak karşı karşıya gelerek savaşmazlar. Kaldı ki kendi aralarında da derin ayrılıklar içindedirler. Sen, onların birlik olduklarını sanırsın, oysaki kalben farklı farklıdırlar. Bu, onların akıllarını doğru kullanmayan bir kavim olmaları nedeniyledir.” [Haşr Suresi 14]
16 Şubat’ta düzenlenen 61. Münih Güvenlik Konferansı, Kur’an-ı Kerim’in yüceliğini ve O’nun bir mucize olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi. Rabbimizin Haşr Suresi’nde bildirdiği “birlik gibi görünmekle beraber aslında derin ayrılıklara sahip olma” vasfı, günümüzde hâlâ tüm çıplaklığıyla geçerliliğini koruyor.
Münih Konferansı, “güvenlik” teması altında toplansa da farklı devletlerin birbirlerine yönelttiği ithamlar, gizli tehditler ve çıkar arayışlarıyla dolu sert bir atmosfer içinde gerçekleşti. Bir ülkenin diğerini suçlaması, bir başkasının menfaat uğruna sahte tehditler savurması veya bir diğerinin yalvarırcasına yardım istemesi... Tüm bu sahneler, ayrılığın ve çıkar çatışmalarının ne kadar derin olduğunu anlamaya yeter de artar bile.
Trump-Putin Telefon Görüşmesi
Ukrayna-Rusya savaşının fitilini ateşleyen, ABD’nin Rusya’yı zayıflatma ve Avrupa ile Rusya arasında kendi lehine bir güç dengesi oluşturma stratejisiydi. Bu süreçte ABD, Ukrayna’ya tam destek vererek savaşın sürmesine ön ayak oldu. Öte yandan, ekonomik açıdan çöküşe sürüklenen Rusya, ABD destekli Ukrayna karşısında istediği başarıyı elde edemedi; her iki taraf da on binlerce kayıp verdi. Böylelikle ABD, hem Rusya’yı hem de ekonomik ilişkileri bakımından Rusya’ya bağımlı olan Avrupa’yı zaafa uğratmış oldu.
Ardından başkanlık koltuğuna oturan Trump ile ABD, Çin’e karşı bir ekonomi savaşı başlattı. Bu yeni odaklanma, Ukrayna meselesini artık “gözden çıkarılabilir” hâle getirdi ve Trump doğrudan Putin ile görüşmelere başladı. ABD’nin Ukrayna’dan el çekmesi, Avrupa’da büyük bir sarsıntıya ve yoğun bir diplomasi trafiğine yol açtı. Çünkü Avrupa, yıpranmış ekonomisiyle ABD’nin desteği olmadan Rusya karşısında büsbütün yalnız kalmaktan korkuyordu.
“Güvenlik” Konferansının Güvensiz Havası
Tüm bu gelişmelerin gölgesinde gerçekleşen Münih Güvenlik Konferansı, katılımcıları arasında derin ihtilafların ve çekişmelerin hüküm sürdüğü bir ortam sundu. Açılış konuşmasını yapan Almanya Cumhurbaşkanı, doğrudan Trump'ı hedef alarak onun “küstah bir tüccar” edasıyla uluslararası düzeni bozduğunu belirtti ve “Kuralsızlık dünya düzeni olamaz!” dedi.
ABD, bir süredir uluslararası sistemi kendi çıkarlarına uygun şekilde yontmaya çalışıyor. İngiltere’nin kurduğu, daha sonra ABD’nin liderliğinde devam eden Birleşmiş Milletler sistemi bile, Washington’ın mutlak kontrolü altında değil. ABD ise kendinden sonra gelen ikinci, üçüncü ve hatta dördüncü güçleri zayıflatıp dünya üzerindeki nüfuzunu tekelleştirme amacında. Bu stratejiye engel olarak gördüğü bu yapıları -güçlü bir nüfuzu olsa da- tamamen hâkimiyeti altına almak istiyor.
Konferansta kürsüye çıkan ABD Başkan Yardımcısı JD Vance, Avrupa’yı tehdit etti:
“Avrupa'ya karşı en çok endişe duyduğum tehdit Rusya değil, Çin değil, başka herhangi bir dış aktör değil. Endişelendiğim şey içeriden gelen bir tehdit: Avrupa'nın en temel değerlerinden, Amerika Birleşik Devletleri ile paylaştığı değerlerden uzaklaşması.”
Bu sözler, dünya kamuoyunda bizzat “dost” bildikleri devletlere karşı bile ABD’nin ne kadar pervasız olduğunu gösterdi.
Konferans boyunca genel olarak üç tutum belirginleşti:
1. Kendini “dünyanın efendisi” ilan eden ve her devletin bu gücü kabul edeceğini varsayan ABD.
2. ABD’nin “yeni dünya düzeni” karşısında menfaatlerini korumaya çalışırken aynı zamanda Avrupa Birliği’ni canlandırma uğruna adeta “dilenen” devletler.
3. Menfaat gereği ABD’ye açıktan karşı gelemeyen, aksine onunla yakın ilişkilerine devam edeceğini ilan eden “sinsi” İngiltere.
Bu denklemde, Ukrayna’nın ABD tarafından savaşa sürüklenmesi, ardından terk edilmesi, ABD’nin Ukrayna’nın maden kaynaklarına göz dikmesi; yine Avrupa’nın ABD olmadan Rusya karşısında çaresiz kalma korkusu gibi pek çok siyasi satranç hamlesi göze çarpıyor.
Şimdi önümüze serilen bu tabloyu, tüm siyasi entrikaları ve omurgasız ilişki ağlarını bir kenara bırakarak biraz dışarıdan bakalım. Bize, “muasır medeniyet” veya “örnek uygarlık” olarak sunulan Batı’nın halini iyice inceleyelim.
Yaşadıkları ayrışmayı, mutsuzluğu, hedefsizliği ve menfaat hırsıyla salyalı dilleri dışarıda gezen “dünya liderleri”ni görüyor musunuz? İşte bizim başımızda olan yöneticilerin yüzlerini döndükleri, barış getirmelerini bekledikleri, “dostum” dedikleri liderler bunlar!
"Dahil olmak zorunda" hissettikleri, “reel-politik” gerekçelerle halklarını mecbur bıraktıkları dünya düzeni bu!
Korktukları, tek bir emirleriyle el-pençe divan huzurlarına koştukları -sözde- “adamlar” bunlar!
Bu zelil toplantılara katılınca kendilerini bir seviyeye gelmiş addediyorlar! “Uluslararası toplum” dedikleri safsata, onları kabul edince kendilerini “adam” zannediyorlar!
Makalenin başında alıntıladığımız ayet, müfessirlere göre, kâfirlere karşı Müslümanları cesaretlendirmek için indirilmiştir. Devasa ordularına, katliam silahlarına ve şaşaalı saraylarına rağmen onların birleşemediklerini, gerçek bir tehdit hissettiklerinde darmadağın olacaklarını anlatır. Bu, iman sahipleri için bir uyarı ve aynı zamanda müjdedir.
Ne zaman kulak vereceğiz?