MUDANYADAN LOZANA
10 Ekim 2016

MUDANYADAN LOZANA

بِسْـــمِ اللهِ الرَّحْمٰـــنِ الرَّحِيـــم

Mudanya Mütarekesi Osmanlı Hilâfeti’nin hayatını hukuken sona erdiren TBMM eliyle imzalanmış ölüm fermanıdır. Osmanlının I. Cihan harbinde şaibeli yenilgisi ardından 16 Mart 1920’de İngiltere önderliğindeki İtilâf devletleri önce İstanbul’u işgal eder ardından Osmanlı hükümetini kapatırlar. Bundan mütevelli Osmanlının doğduğu Anadolu ve Hilâfet’in kalbi İstanbul artık İngiltere önderliğindeki İtilâf devletlerinin işgali altındadır.

Tabiri caizse nihayet Batılıların asırlık rüyasını gerçekleşiyor, İslam ümmetinin de korktuğu başına geliyordu. Artık İslam âlemi 14 asırlık koruyucu kalkanını, tek otoritesini, birlikteliğinin teminatı imametini yitirmek üzeredir. Ancak İslam dünyası bu büyük felaket karşısında kendisinden beklenen infiali, mukavemeti bir türlü gösteremiyordu. Çünkü İngilizler buna müsaade etmiyor bitmek tükenmek bilmeyen entrikalarıyla sanki İslam ümmetinin gözüne büyülü bir perde indiriyorlardı. Sinsi İngilizler efsunlu mizansenlerini birbiri ardına sahneleyerek çaresiz ve şaşkınlıkla adeta sağa sola koşuşturan ümmetin umutlarını bir bir boşa çıkarıyordu.

Mamafih çelişkili İngiliz politikaları feshedilen İstanbul hükümeti yerine 23 Nisan 1920’de Ankara’da kurulan yeni hükümete neden müsamaha gösteriyordu? Üstelik dua ve tekbirlerle açılan, omurgasını da feshedilen eski Osmanlı mebuslarının oluşturduğu bir meclise! İşte bu yaman çelişkinin ardında İngiliz kurnazlığıyla Osmanlıyı yok etme planları yatıyordu. Hassaten İngilizlerin hasta adam olarak niteledikleri Osmanlı artık idam sehpasındaki celladının insafına kalmış bir zavallıdır. Fakat İngiliz kurnazlığı Osmanlının boynuna taktığı ilmeği çeken el olma ahmaklığına müsaade etmeyecek ve ilmeğin ucunu başka birine çektirecektir.

Yine bu meyanda İngiliz entrikaları TBMM’nin Anadolu’da Yunanlara karşı başlattığı Kurtuluş Savaşı’na haiz olmalarına rağmen müdahil olmayacaklardı. Bu savaşta onca güç ve azametlerine rağmen mağrur itilaf devletleri küçük müttefiki Yunanları neden yalnız bırakmışlardı? Çünkü bu sinsi kurgu da İngilizlerin habis emellerine ulaşmak için planları dâhilindeydi. Nitekim İtilâf devletleri Kurtuluş Savaşı’ndan zaferle ayrılan TBMM’ye ateşkes çağrısında bulunacak ve 11 Ekim 1922’de sehven TBMM’nin imzaladığı Mudanya mütarekesiyle Osmanlı Hilâfeti hukuken sona erecekti.

Ancak Mudanya mütarekesiyle hukuken son bulan Osmanlı Hilâfeti ruhen ve bedenen de yok edilmeliydi. Çünkü ancak o zaman Batı Osmanlının üç kıtaya uzanan zengin topraklarını rahatlıkla sömürebilecekti. Bu stratejiyle hareket eden İtilâf devletleri TBMM’ye Lord Curzon aracılığıyla kati bir mesaj göndererek “Kalıcı bir barışın ancak Hilâfet’in kaldırılmasıyla mümkün olabileceğini” bildirmişlerdi. Bu mesaj İngilizlerin Mudanya mütarekesiyle kısmen tanıdığı yeni Türk devletinin yaşamasının ancak Osmanlı Hilâfeti’nin ilgasıyla mümkün olacağı anlamı taşıyordu.

Lakin yeni Türk devletinin varlığı hususu İngiliz Avam Kamarası’nda çok hararetli tartışmalar yaşanmasına sebep oluyordu. Muhalif kanat Curzon hükümetinin ateşle oynadığını yeni Türk devletini tanımayı yersiz ve çok büyük bir risk olarak görüyordu. Buna istinaden Lord Curzon Avam Kamarası’nda yaptığı ikna konuşmasında "Siz yanılıyorsunuz. İşte asıl bundan sonra Türkler (Müslümanlar) bittiler. Bir daha eski güçlü günlerine kesinlikle kavuşamayacaklardır. Zira biz onları Lozan anlaşması ile ruhen, imanen öldürdük. Türkler İslâm'dan uzaklaştırılacaklar. Bunun için Türkler (İsmet İnönü ) bize söz verdi." demiştir. Nitekim İnönü’nün yıllar sonra yayınlanan biyografisinde "Avrupalılar kendilerine verdiğimiz sözü tutamayacağımızı zannettiler." diyerek Curzon’u teyit edecektir. Lozan'da bizi temsil eden İnönü’den sonra ikinci delegemiz Yahudi Haim Naum yine koyu bir Yahudi olan Gurzon’a “Siz Türkiye’nin mülki tamamiyetini kabul edin, ben onlara İslamiyet’i ve İslam temsilciliklerini (Halifeliği) ayaklar altında çiğnetmeyi taahhüd ediyorum.” demiştir. Ancak bu şartlar ve taahhütlerle ikna edilen Batı dünyası Osmanlıdan kopan Türkiye ve diğer ulus devletlerini tanımıştır.

Filhakika I. Cihan harbi öncesi 1913’lerde Osmanlı toprakları üç kıtada 4.980.000 km2 iken, sınırları Lozan’da çizilen Türkiye’nin toprakları 814 000 km2 düşürülmüştü. Hilâfet’in ilgasıyla İslam’ın hukuki, siyasi, sosyal ve iktisadi düzeninin tamamen kaldırılarak Batı’nın bu alandaki kanun ve nizamlarının alınacağı Lozan’la tescillenmişti. Bundan sonra Türkiye Cumhuriyeti İslam karşıtı bir politika izleyecekti. Arapça okunan ezan yasaklanacak, birçok cami, medrese satılıp ahırlara, müzeye dönüştürülecekti. İnkılap adı altında kanlı devrimlerle alfabede, kılık kıyafet, ölçü tartı, takvim gibi daha birçok İslami unsur değiştirilecekti. İşte bu yüzden İngilizler tek kurşun atmadan İstanbul’u terk etmişlerdi, fakat yanlarında tutsak olarak Hilâfet’i de götürmüşlerdi.

Zira o günden bu güne ne Batı İslam âleminin üzerinden elini çekmiş, ne de Curzon’un dediği gibi ümmet bir daha kendine gelebilmiştir. Ayrıca Curzon’un tarihi vesika hüviyetindeki bu beyanatı bugün temcit pilavı gibi hala tartışılan Lozan “zafer mi” yoksa “hezimet mi” sualinin de doğru cevabıdır.

İslam ümmeti Lozan ve ardında gizlenen hakikatleri görebilecek basirete sahiptir. Yeter ki doğru zaviyeden bakabilsin.

قَدْ جَاءكُم بَصَآئِرُ مِن رَّبِّكُمْ فَمَنْ أَبْصَرَ فَلِنَفْسِهِ وَمَنْ عَمِيَ فَعَلَيْهَا وَمَا أَنَاْ عَلَيْكُم بِحَفِيظٍ

“Doğrusu size Rabbiniz tarafından basiretler (idrak kabiliyeti) verilmiştir. Artık kim hakkı görürse faydası kendisine, kim de kör olursa zararı kendinedir.” Enam Suresi 104

@Altin12345Murat