Mehmet Görmez’in Görmezden Geldikleri
05 Ağustos 2017

Mehmet Görmez’in Görmezden Geldikleri

24 Temmuz günü Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez sebebi meçhul bir şekilde görevini bıraktı. İstifa mı etti yoksa istifaya mı zorlandı sorusu ülkemizde cevapsız kalan sorular zümresine dahil edildi. Şeffaf ve açık bir toplum olmamıza rağmen devlet olarak oldukça kapalı ve gizemliyiz. An gelir ülkenin saçilmiş başbakanı istifa eder, an gelir yasalar değişir, zam gelir, darbe olur, OHAL ilan edilir. Herşey hiç beklenmedik anda ve beklenmedik şekilde gerçekleşir. Üstelik topluma hiç bir malumat verilmez, hiç bir soru net olarak cevaplanmaz. İşte böyle bir süreç Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) için de söz konusu oldu. Hâlbuki her şey istenildiği gibi gidiyordu, alan razı veren razıydı. Yandaş medya olarak tabir edilen TGRT kanalının kayda değmez eleştirileri dışında herhangi bir husumet yaşanmamıştı. Bu işin magazinel kısmını geçip hayati kısmına gelecek olursak görürüz ki; DİB, Osmanlı Hilâfet Devleti yıkıldıktan hemen sonra Müslümanları sakinleştiren bir rol oynamıştır. Büyük ümmet projesine karşı milli ve küçük ümmetçiklerin oluşmasına zemin hazırlamıştır. Laik, demokratik bir devlete meşruluk kazandıran kurumlar hâline gelmiştir. İslâm coğrafyasına bir bütün olarak bakıp, köklü ve kapsamlı çözümler üretme konusunda aciz kalmıştır. Sömürgeciliğin yaydığı virüse karşı İslâm akidesinden bir panzehir bulamamıştır. Hatta sömürge elçileri ile dostane ilişkilerin kurulmasına ön ayak olmuş, dinler arası diyalog için günümüzün terör örgütleriyle aynı ağızdan konuşmuşlardır. Nice yıllar Türkiye’deki Müslümanların ümmetin geri kalanıyla farklı zamanlarda bayram edip, farklı zamanlarda kurban kesmesine neden olacak kritik ön yargıların esiri olmuşlardır. Bayramın birinci gününde Ramazan’ın son orucunu da tutturmuşlar, Arafat günü Kurban da kestirmişlerdir. A’dan Z’ye Batı’ya ve Batılı değerlere -miladi takvim de olduğu gibi- payanda kalmışlar veyahut mecbur bırakılmışlardır. İşte tüm bu olup bitenleri Mehmet Görmez ya görmedi ya da göremedi, belki de görmek istemedi.

Mesela başkanı olduğu DİB, Osmanlı Hilâfet Devleti’nin enkazı üzerine kurulmuş olmasına rağmen Hilâfet kurumunu ısrarla görmez. Neredeyse hayvanları koruma gününde bile günün anlam ve önemine binaen hutbe verirken, Müslümanların darmadağın olduğu o hazin günde, 3 Mart’ta Hilâfet’in anlam ve önemine değinmez. Hiç unutmam, Halep’te taş üstünde taş kalmadığı o soykırım günlerinde vicdan muhasebesi yapmaktan bahsetti hocalarımız… Müslümanların hep bir ağızdan dua etmelerini tavsiye ettiler. Belki de bu zulme son verebilecek tek mercii olan yöneticiler ise vicdan ve iman muhasebesine çağrılmadılar. Yine Kudüs ziyaretinde Cuma hutbesi verirken Biz sizdeniz, siz bizdensiniz” demişti. O halde iki devletli çözüm isteyen yöneticilerin “bizden olanlara” reva gördüğü bu muameleyi nasıl görmedi. Ya Mavi Marmara davasında “bizden olanlar” için yardım götürenlere yapılan muamele ne olacak? Sakarya’da tecavüze uğrayıp karnındaki bebek ile katledilen Suriyeli bacımız için kıldırdığı cenaze namazının akabinde “bize ne oldu böyle” sorusunu sormuştu. Cevabını yüzlerce defa vermemize rağmen neden doğruları göremedi? TV ekranlarında hadislerin geçerliliğini tartışanlara ağızlarının payını verip tartışmayı bitirecek bir açıklama yapılmadı. Kur’an’ı Güzel Okuma Yarışması için “Kur’an ses yarışmalarının güftesi yapılacak bir kitap değildir” demişti, çok da güzel söylemişti. Peki, neden organizasyonda yer almak zorunda kaldı? Jüri o kurumun çalışanı değil miydi? Cevap net: Diyanet İşleri Başkanlığı devletin bekasını sağlamak üzere kurulan diğer kurum ve kuruluşlar gibi kendisine verilen vazifeleri yapmak zorundadır da ondan. Peki, Mehmet Görmez bunu gördü mü? Görseydi çoktan ceketini alıp gitmesi gerekirdi zira bu ayet görünmeyecek gibi değil. كُلُّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْ رَهِينَةٌ “Her nefis yaptıklarına karşılık bir rehindir.”[1]**

AK Parti sözcüsü Mahir Ünal konuk olduğu TRT haber canlı yayınında aynen şu sözleri sarfetti: “Türkiye dindarlaşmadı; refah ve özgürlükler arttıkça toplumlar daha da sekülerleşir! ...Türkiye’de artık Cumhuriyet’le ilgili, M. Kemal ile ilgili kimsenin bir sorunu yok. Recep Tayyip Erdoğan gibi Mısır ziyaretinde laikliği tavsiye etmiş bir Cumhurbaşkanımız var.” Bu durumda M. Görmez Mahir Ünal veya aynı fikirde olan politikacılara birşey demeliydi. Toplum sekülerleşirken Diyanet İşleri ne yapıyordu? Birşeyler söylenmeliydi... Laiklik ile ilgili olabileceği gibi özgürlüklerin artması ile ilgili de olabilir. Görmezden gelmemeliydi. Belki de bütün görmezden gelmelerinden dolayı mükâfatlar verilebilir. Mesela kurucu rektör olarak yeni kurulacak İslâm Teknoloji ve Bilim Üniversitesine atanabilir -ki söylentiler bu yönde-... Böylesi kazançlar az önceki ayette de belirtildiği gibi bizleri ahirette esir alabilir. Zira şu kısacık ömürde tek atımlık kurşun misali güçlü, net ve salih ameller ortaya koymalıyız. Suriye’nin saray uleması hâline gelen Ramazan El Buti’nin akıbeti ortada, ne kazandı acaba? Bu duruma “Bumerang Etkisi” de denilebilir. Önceleri araç olarak kullanırsın, sonra çok sever elinden bırakamazsın, daha fazlasına ulaşmak için çırpınırsın, sessiz kalırsın, tahammül edersin, onaylarsın sonra sen söylersin ardından benimsersin ve o “araç” gelir sana döner ve ciddi zararlar verir. Sonra bu zararı da ortadan kaldıramazsın; tıpkı Arap Baharı’nda yöneticilerin başlarına geldiği gibi.

Son tahlilde görevden ayrılan Mehmet Görmez üzerinden “devlet baskısı” kaldırılınca gerçekleri görmeye ve haykırmaya başladı. Veda konuşmasında şöyle söyledi: “Denize açılan sayısız masum insan Akdeniz’e gömüldü. Cansız bedenler sahillere vurdu. Gazze defalarca bombalandı. Kudüs’te, Filistin’de zulüm durmaksızın devam etti. Arakan’da Myanmar’da zulüm devam etti. Kısaca, İslâm ümmeti büyük acılara gark oldu, ancak gücümüz ve nefesimiz yetmedi.” Belki de en anlamlı özeleştiri buydu.

Sonuç itibariyle ümmet neden olduğu belirsiz olan bir görevden alma veya istifa ile daha karşı karşıya kaldı. Günün sonunda yine devlet kazanmalıydı ve öyle de oldu. İbret alanlara ne mutlu...


[1] Müddessir 38