Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Portekiz'in Cascais kentinde 25-27 Kasım'da düzenlenen Birleşmiş Milletler (BM) Medeniyetler İttifakı 10'uncu Küresel Forumu'nda yaptığı konuşmada, "Medeniyetler çatışmasına gerçek anlamda hiç bu kadar yakın olmamıştık, bu insanlık için bir uyarıdır." ifadelerini kullandı.
İşgalci Yahudi varlığının 7 Ekim Aksa Tufanı Harekâtı’ndan sonra Gazze’de gerçekleştirdiği, insanlık tarihinde benzeri görülmemiş katliam, soykırım ve insanlık suçları, Müslüman halklarda büyük bir öfke ve tepkiye neden olurken aynı zamanda bölgede zaten var olan istikrarsızlığın daha da artmasında önemli bir etken olmuştur.
"İsrail"in Gazze’ye yönelik hukuk tanımayan ve hiçbir değere bağlı kalmayan saldırılarına sömürgeci Batı medeniyetinin, Amerika ve Avrupa’nın her türlü desteği vermesi, katliam ve soykırımın gönüllü suç ortağı olmaları, özellikle halkı Müslüman olan ülkelerin sömürgeci Batı medeniyetine bağımlı yöneticilerinde büyük bir endişeye yol açtı.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın son zamanlarda sıklıkla vurgulamaya çalıştığı ve en son Portekiz’de Birleşmiş Milletler (BM) Medeniyetler İttifakı 10'uncu Küresel Forumu'nda yaptığı konuşmasında, "Medeniyetler çatışmasına gerçek anlamda hiç bu kadar yakın olmamıştık, bu insanlık için bir uyarıdır." ifadelerini bu endişenin bir yansıması olarak görmek gerekir.
Aslında Hakan Fidan’ın demek istediği şey şu: Eğer işgalci Yahudi varlığı ve Batı medeniyeti tarafından bölgedeki Müslümanlara yönelik baskı, şiddet, katliam ve soykırım devam eder; Müslümanlar içinde yaşadıkları istikrarsızlıktan kurtarılmaz ise bu durum Müslümanların sistem dışına itilmesine yol açar. Bu durumda Müslümanlar sistem dışı arayışlarla aşırıcılığa ve radikalleşmeye (İslâm’a ve Hilâfete) yönelebilir, Batı medeniyeti için gerçek bir tehdide dönüşebilir; Batı medeniyetine bağlı rejimler yıkılabilir ve Batı medeniyetinin aleyhine olacak şekilde bir medeniyetler çatışması doğabilir. Bu nedenle bölgedeki Batı’ya bağlı rejimlerin ayakta kalabilmesi ve Batı medeniyetinin aleyhine olacak şekilde bir medeniyetler çatışmasının gerçekleşmemesi için Batı ile Müslümanlar arasındaki çatışmanın sona ermesi gerekir. Üzerlerindeki baskının kaldırılarak İslâm’a ve Hilâfete yönelmeleri engellenerek, sistem içinde kalmalarını sağlayacak biçimde Müslümanlara güven içinde yaşayacakları ortamın tesis edilmesi gerekir.
ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’ın, NATO’nun Brüksel'deki karargâh binasında düzenlenen NATO Dışişleri Bakanları toplantısı sonrası Suriye sahasında yaşanan son gelişmelerle ilgili olarak yaptığı açıklamada, "Suriye'de kalıcı güvenlik çıkarlarımız var; dolayısıyla kendi katılımımız ve varlığımız önemini koruyor. Yine hayati önem taşıyan aşırıcı bir Hilâfet’in, cihatçı bir Hilâfet’in yeniden dirilişini görmediğimizden emin olmak için çalışan ortaklarımız var." ifadeleri de Batı medeniyetinin liderliğini yapan Amerika’nın bir medeniyetler çatışması konusunda büyük bir endişe taşıdığını ve bu çatışmanın önlenmesi amacıyla bölge ülkeleri ile iş birliği içinde olduklarını gösteriyor.
Sömürgeci Batı medeniyeti ile Müslümanlar arasında sürekli artan gerilimin bir medeniyetler çatışmasına doğru hızlıca ilerlemesinin başlıca sebepleri şunlardır:
1- Müslüman halkların, Osmanlı’nın parçalanması ve Hilâfet’in ilgasıyla birlikte Müslüman coğrafyada kurulan Batı medeniyetine bağımlı rejimler tarafından bir asırdır büyük baskılara maruz bırakılması, en tabiî haklarının ellerinden alınması, aşağılanması, ötekileştirilmesi, kutuplaştırılması, zalimce yöntemlerle sürekli sistem dışına itilmesi.
2- Sömürgeci Batı medeniyetinin Müslüman halk ve ülkeler üzerindeki vahşi sömürgeci politikaları; Asya, Ortadoğu ve Afrika’da gerçekleştirdikleri işgaller, katliamlar, kanlı darbeler ve nüfuz çatışmaları.
3- Sovyetler Birliği’nin parçalanmasıyla birlikte Doğu Bloku ve komünist ideolojinin Batı medeniyeti için bir tehdit olmaktan çıkması sonrasında Batı medeniyetinin “yeni düşman” ve “tehdit” olarak İslâm’ı ve Müslümanları hedefe koyması.
4- Amerika’nın Afganistan ve Irak’ı işgal ederek Batılı bir koalisyonla birlikte milyonlarca Müslümanı katletmesi ve bu bölgelerdeki insanlık dışı uygulamaları.
5- Arap Baharı ile Müslüman halklarda yükselen değişim talep ve çağrılarının karşılık bulamaması; Müslüman halkları yöneten zalim diktatör rejimler tarafından bu değişim isteklerinin vahşi katliamlarla bastırılmaya çalışılması ve bu konuda sömürgeci Batı medeniyetinin acımasız diktatörlerin yanında yer alması.
6- Aksa Tufanı Harekâtı sonrasında işgalci Yahudi varlığının Gazze’de gerçekleştirdiği katliam, soykırım ve insanlık suçlarının sömürgeci Batı medeniyeti tarafından açıkça desteklenmesi; bu konuda Müslümanlardan yükselen taleplerin sömürgeci Batı ve Batı’ya bağlı rejimler tarafından dikkate alınmaması.
7- Sömürgeci Batı medeniyetinin ve bölgede Batı’ya bağımlı rejimlerin yaptıklarından bağımsız olarak, yenilmez ve ölmez bir inanç olarak İslâm’ın Müslümanların kalplerinde her zaman yeniden doğan bir inanç olması; İslâm’ın hayata hâkim kılınması ve İslâm davetinin bütün dünyaya taşınması yönünde Allah ve Rasulü’nün gösterdiği yüksek hedef ve ideallerin ümmetin hayırlı evlatlarında büyük bir karşılık bularak muazzam bir enerji, çaba ve gayret üretmesi.
Müslüman coğrafyada oluşturulan büyük istikrarsızlıklar, Müslümanlara güvenlik, adalet ve refah içinde yaşayacakları bir ortamın tesis edilememesine ve Müslümanların hem Batı’ya bağlı rejimler hem de sömürgeci Batı ve uluslararası sistem tarafından sürekli sistem dışına itilmelerine sebep olmuştur.
Bu sistem dışına itiliş, sömürgeci Batı’nın eşitlik, adalet, insan hakları, özgürlükler, uluslararası hukuk, ulusların kendi kaderini tayin hakkı gibi değerlere bağlı kalmaması; bu değerlerin sadece kendileri için olduğu ve Müslümanları kapsamadığına yönelik sahtekârlık, ikiyüzlülük ve çifte standart, Müslümanları sistem dışı arayışlara yöneltmiş; Müslümanların radikalleşmesine, İslâm ve Hilâfet’e geri dönüşle ilgili çağrıların Müslümanlarda karşılık bulmasına yol açmıştır.
Sömürgeci Batı’nın İslâm’a ve Müslümanlara karşı izlediği bu siyaset, şimdi kendisi için bir tehdit ve tehlikeye dönüşmüştür.
Sömürgeci Batı, bölgede süregelen istikrarsızlığın ürettiği bu tehdit ve tehlikeyi görmüş; bunu önlemek ve bölgeyi istikrara kavuşturmak amacıyla da bölge için yeni bir plan benimsemiştir.
Bu planın merkezinde, işgalci Yahudi varlığı "İsrail"in güvenliği yer almaktadır. "İsrail" bölgedeki istikrarsızlığın baş aktörüdür. Onun kendini güvende hissetmesi ve istikrarsızlık üretmesini engellemek amacıyla bölgedeki bütün devletlerin "İsrail" ile normalleşmelerinin sağlanması; devlet dışı paramiliter silahlı grupların silahsızlandırılması, faaliyetlerinin sadece siyasetle sınırlandırılması ve tümüyle kontrol altına alınarak "İsrail" için bir güvenlik tehdidi olmaktan çıkarılması gerekmektedir.
Bölgede istikrarsızlık üreten ikinci faktör, İran’dır. Bu nedenle İran’ın sınırlandırılması, İran’a bağlı silahlı grupların silahsızlandırılması, İran’ın "İsrail" için bir güvenlik tehdidi olmaktan çıkarılması, Irak, Lübnan ve özellikle de Suriye sahasındaki nüfuzunun tasfiye edilmesi gerekmektedir.
"İsrail" ile "Hizbullah" arasındaki anlaşmayı, "İsrail" ile Hamas arasında sürdürülen ateşkes görüşmelerini ve Trump’ın tehdidini, İran’ın "İsrail"e karşı sessizliğini, Suriye sahasında Türkiye destekli muhalif grupların operasyonlarıyla İran ve Rusya’nın Suriye’den tasfiye edilerek siyasi çözüm öncesinde Türkiye’nin Suriye sahasında etkisini artırmasını, Antony Blinken ve Hakan Fidan’ın açıklamalarını bu çerçevede okumak gerekir.
Bütün bu gelişmeler, bölgedeki istikrarsız durumun sona erdirilerek bölgenin istikrara kavuşturulması, Müslümanlar üzerindeki baskının hafifletilerek sistem içinde Müslümanların güven içinde yaşayacakları bir ortamın tesis edilmesi, böylece Müslümanların sistem dışı arayışlarının, İslâm’a ve Hilâfet’e geri dönüş taleplerinin önüne geçilerek sömürgeci Batı medeniyetinin aleyhine gelişmekte olan bir medeniyetler çatışmasını önlemek amacını taşımaktadır.
Ne var ki sömürgeci Batı medeniyetinin hiçbir planı, yüzleşmekten korktuğu medeniyetler çatışmasını önlemeye yetmeyecektir.
Sömürgeci Batı, yüz yıldan bu yana İslâm medeniyetinin yokluğunda sadece Müslümanlarla çatışmış ve savaşmıştır.
Sömürgeci Batı ile gerçek medeniyetler çatışması, bütün Müslümanların Hilâfet çatısı altında birleşerek yeniden büyük İslâm medeniyetini tesis etmelerinden sonra gerçekleşecektir.
Bu çatışma, sömürgeci Batı medeniyetinin sonu olacaktır.
Şüphesiz ki bu çok yakındır.
Bu, âlemlerin Rabbi Allah’ın vaadidir:
[وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنْكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُمْ فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذِي ارْتَضَى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُمْ مِنْ بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْنًا يَعْبُدُونَنِي لَا يُشْرِكُونَ بِي شَيْئًا وَمَنْ كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ] "Allah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden öncekileri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına, onlar için hoşnut ve razı olduğu dinlerini iyice yerleştireceğine, yaşadıkları korkularının ardından kendilerini mutlaka emniyete kavuşturacağına dair vaatte bulunmuştur. Onlar Bana kulluk eder ve Bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Artık bundan sonra kimler inkâr ederse, işte onlar fasıkların ta kendileridir." [Nur Suresi 55]