Kutuplaştırılan Halklar!!
09 Ocak 2014

Kutuplaştırılan Halklar!!

2014 yılına girdiğimiz şu günlerde toplumda var olan ayrışma veya kutuplaşmanın daha da arttığını görmekteyiz. Bilindiği gibi kutuplaşma, genelde farklı ideolojiler arasında cereyan ettiği gibi, aynı ideolojiye inanmış farklı devletler veya halklar arasında da var olmuştur. Nitekim 2. Dünya savaşında Batılı Devletlerin birbirleri ile savaştıkları gibi. Yine aynı zamanda soğuk savaş döneminde Kapitalist ideoloji ile komünist ideoloji arasında bir kutuplaşmanın olduğu gibi.. Veya bugün aynı ideolojiye iman eden Pakistan ve Afganistan’da var olan aşiretler ya da bir takım guruplar arasında var olan çatışmalarda olduğu gibi.. Tabi ki bu duruma sebep veren çeşitli Saikler vardır. Bunlardan en önemlisi Batı’ya hizmet eden Müslümanların başındaki hain yöneticiler- bunlar sömürgeci kâfir devletlerin direktifleri ile toplumda bir takım ayrıştırmalar meydana getirip bunu daha da körükleyip hakları veya milletleri derinden ayrıştırdığı gibi- ve Müslümanlarda var olan siyasi basiretsizliktir. İşte bu dönemlerde devletler, halklar ve bir takım siyasi hareketler, kendilerini ideolojik ya da menfaatlerine uygun gördükleri bir blok içerisinde görmek istemişlerdir. Nitekim 20. yüzyılda olduğu gibi Batı Bloğu ve Doğu Bloğu. Bu kutuplaşmalar günümüze kadar devam etmiş ve ne yazık ki Müslümanlar geçen iki yüzyılda olduğu gibi, bugün de bir takım bloklar içerisinde yer almışlardır. Tabi ki bunun tarihi bir arka planı vardır. Biz konumuz olmadığı için burada buna girmeyeceğiz. Fakat şu anda Türkiye’de, üzüntü ve ibretle izlediğimiz bir kutuplaşma yaşıyoruz. Bu da bizi derinden yaralamaktadır. Ve her zaman olduğu gibi bu durumdan yine sömürgeci kâfirler kazançlı çıkmaktadır.

Bu girişten sonra şu an Türkiye’de AKP ve Hizmet Hareketi arasında devam eden çatışmayı farklı bir yönden değerlendireceğim. Özellikle 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarının arkasında Amerika’nın olduğu ve bu konuda cemaati desteklediği iddiası tutarlı bir değerlendirme değildir. Nitekim Amerika özellikle de Türkiye’nin dış siyasette atmış olduğu adımları desteklemektedir. Yani bir takım çevrelerin iddia ettiği gibi, Türkiye’nin bu adımlarından Amerika’nın rahatsız olduğu görüşü doğru değildir. Ya da Amerika Türkiye’nin dışarıya olan bu açılımlarından dolayı cemaat üzerinden AKP’yi terbiye etmek istiyor sözü de yanlıştır. Bu konuda çok basit bir örnek vererek bunun böyle olmadığını ortaya koymak mümkündür. Hatırlanacağı üzere, Başbakan Erdoğan’ın 2013 yılı mayıs ayında Beyaz Sarayda Amerikan Başkanı Obama ile bir görüşmesi olmuştu. Öyle ki, hem gündüz iki saat, hem de akşam iki saat birlikte olmuşlardı. Birde bunun üzerine öğle saatlerinde Amerikan Dışişleri Bakanlığından bir gurup yetkili ile öğle yemeği yemişlerdi. Burada sorulması gereken soru şu: ‘’Amerika mayıs ayından önce Türkiye’nin hem iş siyasette, hem de dış siyasette atmış olduğu bir takım adımlardan rahatsız değildi de şimdi mi? Rahatsız oldu. Ya da başka bir ifadeyle, Türkiye bu görüşmeden önce küçük bir devletti de bu görüşmeden sonra mı? büyük bir devlet haline geldi de Amerika bundan rahatsız olduğu için, 17 Aralıkta ki yolsuzluk ve rüşvet operasyonuna destek verdi. Yani bu kadar soyut ve düz bir mantıkla olaylar değerlendirilebilir mi?’’ Dolayısıyla bu yolsuzluk ve rüşvet operasyonunun arkasında, iktidara yakın olan bir takım çevrelerin iddia ettikleri gibi uluslar arası bir komplo veya Amerika’nın olduğunu iddia etmek hatta buna inanmak gerçeği yansıtmamaktadır. Çatışmanın temelinde pastadan daha çok pay alma, yani menfaat çatışması söz konusudur. Bu konuda daha fazla bir siyasi yorum yapmak istemiyorum. Nitekim şu an yaşananlar hakkında değerli köklü değişim yazarları bu konuda bir takım siyasi değerlendirmelerde bulunmuşlardır. Ben adet olduğu üzere İslami bir bakış açısıyla dikkatleri farklı bir yöne çekmek istiyorum.

Bilindiği gibi iki taraf arasında yaşanan bu çatışma yeni olmayıp, 7 Şubat MİT krizi ile ve hatta ondan önce başlayıp, dershaneler ile gün yüzüne çıkan ve 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonları ile kopma noktasına gelen bir süreçtir. Bundan sonra ise, taraflar karşılıklı olarak birbirlerine bir takım ağır ithamlarda bulunmuş, birbirlerini ajan ve hain olmakla itham etmişler ve tabiri caizse bu konuda toplumda bir kutuplaşma oluşturmuşlardır. Bu kutuplaşma toplumda vuku bulduğu gibi, basın ve medyada da var olmuş ve mesele Candaş ve yandaş medya tartışmasına kadar varmıştır. Hatta biraz daha geriye gidecek olursak, yine içki satışının belirli saatlerde yasak olması ve aynı evde kadınlı ve erkekli birlikte kalınması tartışmaları esnasında da toplum adeta ikiye bölünmüş ve liberallerle sözde muhafazakârlar arasında bir kutuplaşma meydana gelmiş veya getirilmiştir. Şimdi de bu kutuplaşmanın farklı bir versiyonunu görmekteyiz.

İkinci dünya savaşı ve sonrasında yaşanan bir takım devletlerarası kutuplaşmalar farklı iki ideoloji arasında cereyan etmişti. Fakat şu anda var olan iki gurup arasındaki kutuplaşma ne yazık ki aynı dine iman eden insanlar arasında cereyan etmektedir. Ve toplum öyle bir duruma getirildi ki, birisi çıkıp ‘’bağımsız yargı’’ dese hemen toplum olarak ‘’aaa.. bak bu kişi cemaatçi’’ yada başka biriside buna karşılık olarak devlette paralel bir yapılanma var dese bu defa da ‘’aaa.. bak bu kişide AKP.ci damgası vurmaktayız. Bir de bunun üzerine her iki taraftan bir takım yetkililerin yapmış oldukları benzer demeçlerde siyasi tansiyonu biraz daha yükseltmiş ve toplumdaki var olan kutuplaşmayı daha da derinleştirmiştir. Dolayısıyla mesele bu iki guruptan birisine taraf olmazsan bertaraf olursuna kadar getirilmiştir. Hatta bunu Başbakan Erdoğan’ın muhtelif birçok konuşmasında görmekteyiz. Yaşananları İslami bir bakış açısıyla değerlendiren bir Müslüman için, mesele iki taraftan birisine tabi olmak veya iki akımdan birisini tercih etmek meselesi değildir. İnsanlar varoluşlarından günümüze kadar bir takım siyasi tercihlerde bulunmuşlar ve bu tercihleri sayesinde bir takım cemaat veya siyasi oluşumları içerisinde yer almışlardır. Buda gayet normal bir şeydir. Fakat burada anormal olan şey, bu tür insanların sanki bir futbol takımı tutar gibi bazı siyasi hareket veya cemaatleri bilinçsiz bir şekilde desteklemeleridir. Asıl olması gereken durum derin bir araştırma ve tahlilden sonra bir tercihte bulunmalarıdır. İşte bu şekilde kendilerini kutuplaştırmak isteyen devlet veya siyasi hareketlerden kendilerini korumuş olurlar. Bunu başarabilmek için de mutlak olarak bir takım siyasi gelişmeleri doğru bir şekilde analiz yapabilmek için bir süzgecin kaçınılmaz olmasıdır ki, biz buna feraset diyoruz. Nitekim Allah’ın Resulü (sav) bir hadisinde şöyle buyurmaktadır.’’Müminin ferasetinden korkun. Çünkü o Allah’ın nuru ile bakar’’

Bizler Müslüman olarak her iki tarafın hata ve yanlışlarını ortaya koyup bu yönde onları muhasebe etmemiz ve bu yönde toplumu bilinçlendirmemiz gerekmektedir. Daha düne kadar Türkiye’de özelikle İngiliz-Ulusalcı yapının tasfiye edilmesi sürecinde birbiri ile ittifak kuran bu iki gurup şu anda tabiri caizse kanlı bıçaklı iki hasım haline gelmiştir. Aslında burada çokta garipsenecek bir durum yoktur. Çünkü aralarındaki bağ menfaat bağıdır ve bu bağ geçicidir. Fertleri ve toplumları birbirine bağlamakta oldukça zayıftır. Menfaatlerin çakıştığı yerde bu tür çatışma ve düşmanlıkların olması kaçınılmazdır. Bu bağ birlikteliği gerçekleştirmediği gibi, çatışma ve kutuplaştırmayı devamlı olarak körükler. Menfaatlerin çakıştığı anda her an kopabilir. Nitekim AKP ile Hizmet Hareketi arasında bu günlerde yaşanan çatışmada olduğu gibi.

Meselenin bir yönü böyledir.

Diğer bir yöne gelecek olursak, toplum içerisinde var olan bu kutuplaşmayı meydana getiren, bunu derinleştiren, körükleyen ve hayatın her alanında siyasi istikrasızlığı icat eden asıl faktör şu an tatbik edilen kapitalist sistem ve onun yönetim nizamı olan demokrasinin ta kendisidir. Bu sistem bütünleştirmekten daha ziyade ayrıştırmayı ve kutuplaştırmayı esas edinmiştir. Fakat bu yön toplumdan devamlı olarak gizlenmiş, üstü örtülmeye çalışılmış ve dikkatler farklı yöne çekilmiştir. Fakat sistem artık iflas etmiştir. Bütün dünyada var olan mevcut vaka hiçbir açıklama ve tevile ihtiyaç duymaksızın bunu çok açık ve net bir şekilde resmetmektedir. Hiçbir soruna köklü bir çözüm getirememektedir. Yolsuzluklar ve hırsızlıklar ayyuka çıkmıştır. Birde bu sistemin başındaki bekçiler utanmadan halkı enayi yerine koyarak halkı aldatmaya çalışmışlar ve tüm bu çirkefliklerin üzerini örtmek istemişlerdir. Allah’ın Resulü (sav) böylesi ruveybidalar için ne kadar da doğru söylemiştir.’’Haya etmiyorsan dilediğini yap.’’

Dolayısıyla Müslümanlar akidevi bir bakış açısıyla olayları değerlendirmek zorundadırlar. Kendilerini ne candaş ne de yandaş diye isimlendirilen bir takım çıkar guruplarının tarafında değil, ancak Allah’ın razı olacağı bir safta yerlerini belirlemelidirler. Buda ancak tüm ilişkilerinde İslam’ı hâkim kılmakla gerçekleşir. Ancak böylesi bir durumda hem kâfirlerin hem de zalimlerin üzerlerinde bir operasyon yapmalarına engel olabilirler. Yoksa birilerinin yaptığı gibi hamaset siyaseti yaparak değil.