Yeryüzü hakimiyetini ele geçirmelerinden bu yana var olan tüm kaynakları sınırsız bir şekilde menfaatlerine tahvil edip vahşice kullanan bu devletlerin insanlığın hayrına bir çalışma yürütmelerini beklemek abesle iştigal olacaktır. Son yıllarda sıkça karşımıza çıkan “küresel ısınma” ve buna bağlı olarak dillendirilen “iklim değişikliği ile mücadele” meselesiyle yeni bir algı operasyonu oluşturulduğu görülebilir. Aynen DSÖ, FAO, IMF, DTÖ gibi örgütler aracılığıyla dünyanın sömürülmesinde olduğu gibi…
Paris İklim Anlaşması, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS) 2015’teki Paris Konferansı’nda kabul edilerek 2016’da ülkelerin imzasına açıldı. Türkiye’nin de imzaladığı bu anlaşma 7 Ekim 2021’de Cumhurbaşkanı kararıyla onaylanmış olup iç hukuk süreci tamamlanmış bir anlaşmadır.
Anlaşma, “insan kaynaklı sera gazı salımlarının neden olduğu küresel sıcaklık artışını uzun vadede, sanayileşme öncesi döneme kıyasla 2 santigrat derecenin altıyla sınırlamayı hedeflemekte; bu konuda 1,5 santigrat dereceyi yakalamanın önemine dikkat çekmektedir.”
Dünyayı, uyguladıkları kapitalist düzen ile felakete sürükleyen küresel çeteler, sebep oldukları yıkımın faturasını dünyaya ödetmeye kararlılar. Bu doğrultuda her platformda iklim krizi meselesi gündemlerinin birinci sırasında. Öyle ki Hindistan’daki son G20 zirvesinde “iklim değişikliği ile mücadele” yine gündemlerindeydi.
1850’den günümüze kadar atmosfere salınan karbon oranı 2.5 trilyon ton olduğu tahmin edilmekte. Sadece ABD, 509 milyar ton karbon salımı yaparak toplam salımın %20’sine sebep olmuştur. Bunu %11 ile Çin %7 ile Rusya izlemekte. 2022 verilerine göre ise yıllık karbon salımı 37 milyar ton olup bu salımın yarısından fazlası üç ülke; Çin, ABD ve Hindistan tarafından gerçekleştirilmekte. Bu tabloya AB ülkeleri, Rusya, Brezilya dahil edildiğinde bu ülkelerin sebep olduğu kirlilik %70’lere varmakta. Erken dönemde sanayisini kurmuş Batılı ülkeler ve onları takip eden Çin, Rusya ve Hindistan problemin esas sebepleri iken bugün sadece iklimle alakalı sorunların konuşturulması, siyasi kurnazlıktır. Fosil kaynakları sınırsızca sanayilerinde kullanan ve hâlâ kullanmaya devam eden bu ülkeler, “iklim değişikliği ile mücadele, temiz enerji, temiz gelecek” argümanlarını siyasi olarak dayatarak dünyayı kendi çıkarlarına hizmet ettirmekteler. Aynı pandemi dönemi kısıtlama ve aşı ile birlikte cinsiyet eşitliği projelerinin dayatılması gibi.
Yine -sözde- iklim değişikliği ile mücadele kapsamında gelişmiş ülkelerin yıllık 100 milyar dolar kaynak havuzu oluşturup bunu geri kalmış ülkelerin temiz enerji üretimine hibe vaatleri neden havada kaldı? Gerçekte bu vaatler yerine gelmiş olsa bile bu meblağ, dağıtılacak ülke sayısına bölündüğünde çok da bir şey ifade etmeyecekti. Hal böyle olmasına rağmen kapitalizmin doğasıdır ki; ya vermeden alacak, ya da verdiğinden çok daha fazlasını alması gerekiyor ki versin!
Doğayı, çevreyi, atmosferi kirleten, insanları bozan hayatı yaşanmaz hale getiren başta uygulanan vahşi kapitalist nizam ve onu taşıyan ABD ve Batılı ülkeler bu problemlerin esas sebepleridir. Sebepler ortadan kaldırılmadıkça sonuçlar asla değişmeyecektir. Gerçekten insanlık, doğa, bu ülkeler nazarında önemli olsaydı dünya karbon salımına sebep olan ilk üç ülke, mevcut salımlarını %50 oranında azaltarak sorunu büyük oranda ortadan kaldırmış olacaktı. Fakat onlar, kurdukları düzenlerinden, sömürü çarklarından asla taviz vermezler. Öyle ki sebebi oldukları yıkımın faturasını diğer toplumlara ve devletlere ihale edecek kadar da yüzsüzdürler.
Bu, anlaşmalara taraf olan Türkiye gibi gelişmeye çalışan ülkeler açısından yıkımdır. Kendi fosil kaynakların kullanımını sınırlayan bu anlaşmalar, sanayi ve diğer sektörler için gerekli enerjinin teminini zorlaştırıp daha fazla bağımlılığa kapı aralayacaktır. Küresel güçlerin vaat ettikleri bir takım kredilere teşne olup var olan kaynakları karbon salımından dolayı kullanamamak kendi elleriyle kendilerini bağlamaktır.
-Sözde- iklim değişikliği ile mücadeleden bahseden bu güçler, toplumsal cinsiyet eşitliği gibi gerçekte konu ile hiçbir alakası olmayan hususları bu meseleler içinde vurgulamakta, dayatmaktadırlar... Yine karbon ayak izi meselesini iklim değişikliği ile mücadele kapsamı içine dahil ederek, her şeyi kontrolleri altına alma girişimleri hep var olageldi. Geçmişte kimi zaman nüfusu azaltma planı ile kontrol sağlanmak istendi, kimi zaman da vahşi sömürge işgal usulleri denendi. Bunların hiçbiri nihai bir sonuç vermedi. Son yıllarda ise sağlık üzerinde virüsler, aileyi, toplumu ifsat eden Toplumsal Cinsiyet Eşitliği projeleri, fıtratı bozacak üretim ve tüketim alışkanlıkları, iklim değişikliği ile mücadele kapsamında farklı algı ve dayatmalarla toplumlar bilinmezliğe sürükleniyor.
Yine insan fıtratına uygun her şeyle mücadele eden, doğaya, doğal olana savaş açan, yeni alışkanlıklar kazandırmaya ve fıtratı çıkarlar uğruna değiştirmeye çalışan bu güçler, insanın en büyük protein zincirini oluşturan sığırları hedef tahtasına koymuş vaziyette. Bu algıcılar, sığırların çıkardığı gazı problem edip çözümü, yapay ete yönlendirecek kadar zalimleşebiliyorlar. Yeryüzü bugün, küresel çetelerin kurdukları düzenle idare edilmesinden dolayı ekin, nesil, doğa, tabiat büyük bir bozulma ve yıkımı yaşıyor. Rabbimizin belirttiği gibi; [وَاِذَا تَوَلّٰى سَعٰى فِي الْاَرْضِ لِيُفْسِدَ ف۪يهَا وَيُهْلِكَ الْحَرْثَ وَالنَّسْلَۜ وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ الْفَسَادَ] “İş başına geçti mi yeryüzünde bozgunculuk çıkarmak, ekini ve nesli helak etmek için koşar. Allah ise bozgunculuğu sevmez.” [Bakara Suresi 205]
Küresel çetelerin sağlık, ahlak, inanç, ekonomi, doğa, tabiat üzerindeki kirli ellerini çekecek, insanı tekrar fıtratıyla barıştıracak, doğaya, tabiata Allah’ın emaneti olarak bakacak İslam nizamından başka kurtuluş yolumuz görünmüyor.