Mübarek Ramazan ayının ilk haftasını geride bırakırken bir Müslüman olarak sonu mağfiret olan bir aydan acaba affedilmiş bir şekilde çıkar mıyız, diye düşünüyorum. Ramazan’dan hissemize ne kalacak acaba? On bir ayın sultanı, Kur’an ayı olan böylesi bir zaman diliminde Kur’an ile ilişkimizi nasıl düzenleyeceğiz mesela? Oruçlarımızı neden tutacağız? Allah’ın emri olduğu için mi? Öyleyse diğer emirleri yerine getirecek miyiz? Öyle değilse neden tutuyoruz? Yarım yamalak Müslüman mı olacağız? Bazıları “Ramazan Müslümanlığı” da der... Sağa sola savrulan, iftar-sahur telaşı içinde bir ay mı geçireceğiz? Sonra yine imsak vakti tartışmaları, orucu bozan haller, bayrama girerken hilâli gözetleme problemi, vs...
Böyle mübarek bir ayda -ki içinde Kur’an-ı Kerim indirilmiştir- yaşadığımız fikrî ve amelî kirliliği anlatan makaleler, sohbetler defalarca yazılmış, konuşulmuştur. Ramazanların böyle geçmemesi gerektiği, Allah’ın böyle bir ayda nasıl razı ve memnun edileceği konusu neredeyse her Ramazan’da gündemin tek konusu olur. O yüzden bu konunun toplumsal yönünü ele almayacağım. Zaten bu yozlaşma ile ilgili boy boy afişlerde, devasa bilboardlarda, TV reklamlarında gözlerimizin içine sokarcasına falanca yerde Ramazan coşkusu, filanca yerde etkinlikler, bir başka yerde Ramazan konserleri yazıyor. Belediyeler bu kirlenmişliği hizmet algısıyla ve ciddi ekonomik gelirler ile yapıyor, yaptırıyor. Maalesef ki özelde Türkiye’de yaşayan Müslümanlar bu duruma alıştı, hatta özümsedi. Bu sebeple meselenin siyasal iktidar boyutu görmezden gelinen, hissedilemeyen bir hal aldı. Dolayısıyla demokratik ve laik hedefler doğrultusunda Ramazan ayının neye ve nasıl alet edildiğini bilmemiz gerekiyor. Bu bir yönüyle İslam akidesinin içini boşaltarak şahsiyet karmaşası yaşayan nesiller üretmek, diğer yönüyle bunu bilinçli yaparak İslamî değerlere, hükümlere ihanet etmek demektir.
İçi boşaltılmış, ruhu bedeninden ayrılmış ve kimlik karmaşasına uğratılmış bir ideolojinin varlığı iktidarlar açısından en önemli muktedirlik vasıtasıdır. Dolayısıyla iktidar olunan toplumda muhalefetin minimize edilmesi, önemsiz ve rahatsız etmeyen gündem maddeleri üzerinde daha sık durulması yapılan başlıca işlerdendir. Mesela isim vermesem de hemencecik kim olduğunu anlayacağınız hocalar vardır. Sahabe-i Kiram’ın hayatını anlatarak geçimlerini temin ederler, nabza göre şerbet, ihtiyaca göre hüküm verirler. Hükümete ait olan bir kanalda ve yüzbinlerce liralık maaşlarla Ramazan programı yapan hocaların anlattıkları değil varlık sebepleri tartışılmalıdır. Gerçekten Müslümanların ihtiyaçlarına cevap verebiliyorlar mı? Onları içlerinde bulunduğu düşük durumdan çıkartacak çözümleri var mı? Ülke sınırlarının dışına çıkıp Müslüman coğrafyanın ilmihalini anlatabilirler mi? Siyasal güce dayanmanın vermiş olduğu hazzı tatmanın sarhoşluğuya gözlerine perde inmiş onlarca hocaya şahit olabilirsiniz. Bir hoca size Mevlana’yı anlatır, Şems ile yaşadığı aşkı. Bir başkası çıkar abdest alırken suyun israf edilmemesi ile ilgili görsel anlatımlar yapar. Hatta bir yatak çıkarır programa ve peygamberimizin nasıl yattığını gösterir. Bıkmadan usanmadan Kerbela’yı anlatan, anlattıkça ağlayan, ağladıkça ağlatan hocalarımız çıkar, coşkuyla sahabelere ithamlar savururlar. Bir başka kanal Mekke’den canlı yayın yapar Rasulullah’ın bastığı yerleri gösterir, saatlerce toprak analizi yaparlar. En çarpıcı olan da denize sıfır, müthiş manzaralı bir ortamda canlı yayın yaparak israf etmemenin, şükrün ve yoksulluğa hamdetmenin gerektiği üzerinde duranlar olsa gerek. Kanalları biraz daha kurcalarsanız belediyenin düzenlediği iftar sonrası etkinlikleri izleyebilirsiniz. Tasavvuf müziği ile başlayıp, Türk sanat müziği ile devam eden konserlere şahit olabilirsiniz. Konser alanlarının hemen yanında yüzlerce kulübeden peşin ödemeyle milyonlarca kira alan belediyenin ‘Ramazan Coşkusu’nu anlamak güç değil.
O halde en başa dönecek olursak ‘Kontrollü Darbe’ tartışmalarına bir yenisini eklemeden diyorum ki, bir takım tertip ve düzenlemeler ile bu mübarek ay ‘Kontrollü Ramazan’ haline getirtilerek hedeflenen bir takım işler için malzeme ediliyor. Müslümanların büyük kazanımlar elde etmesi gerekirken elinde bir tek ‘yozlaşmak’ kalıyor. Popüler kültürün nakış nakış işlendiği, tüketim toplumunun temelinin atıldığı, İslami fikirlerin ‘popülizm’ karşısında yenik düşürüldüğü, tembellik ve miskinliğin sevdirildiği, orucun ve Kur’an’ın hayatla ilişkisinin kesildiği bir ay haline geliyor. Bu toplum türbelerde hatta camilerde bile İslam dışı fiilere sürükleniyor. Mukabele okuyup Kur’an ile taban tabana zıt yaşayan hayatlar inşa ediliyor. 17 saat oruç tutup kredi kartıyla iftar açan, bir aylık harcamasını Ramazan gelince iftar-sahur arasına sıkıştıran bir süreç yaşatılıyor. Dikkat edilirse toplumdan edilgen olarak bahsediyorum. Zira insanların bunu bilinçli yaptığını sanmıyorum. Bu bir kültürel saldırı, bir algı operasyonu ve İslam üzerinde oynanan ‘Kontrollü Ramazan’ oyunu. Batı’nın demokrasi ve laiklik fikrini ‘Ramazan’ içerisine yerli yerince koyma hamlesi. Hatta bu oyun Batı’nın İslam’a açtığı savaşın ciddi bir uzantısı. Birlik ve beraberliğimize vurulan büyük bir darbe. Ramazan ve Bayramların Müslümanlar üzerindeki yükseliş ve harekete geçme algısını yerle yeksan eden bir proje. Açın halinden anlamak yerine onu büsbütün unutturan, gündeme ve oynanan sinsi oyunlara karşı duyularımızı kapatan bir uyutma süreci. Ve tüm bu olup bitenlere siyasal iktidarı alet edip sevilen hocalar ve etiketli kişilerce hayata indirme. Toplumun her bir ferdini bu süreçte aygıt ve aparatlara çevirme. Etkisiz ve edilgen derken bunu kastediyorum. Maalesef hükümetler bu süreci politik olarak lehine çevirirken, TV hocaları ise ekonomik olarak lehlerine çevirebiliyorlar. Ama her durumda Müslümanlar bu süreci böylesi kıymetli bir ayda elleri ve zihinleri boş bir şekilde tüketmiş oluyorlar.
Bir takım siyasal süreçleri yöneten/yönetilen olarak incelediğimizde görürüz ki; Rakka operasyonu ile Türkiye’yi düşmanı olan PYD/YPG safında savaşa sokan ABD’nin pişkin tavırlarına muhatap olduk. Her seferinde aldatılmış olmamıza rağmen Amerika’dan güvence aldığımızı söylemek oruçlu olmamızdan kaynaklanmıyor olsa gerek. Aç ve susuz olmamız Müsiad toplantısında terör ve terörist kavramlarını yeniden revize eden Cumhurbaşkanı’nın ne demek istediğini anlamamıza engel değil. Darbe komisyonundan çıkan kararda bütün cemaatlere dikkat edilmesi gerektiği, bağımsız Cuma namazı kılmanın yasaklanması, İslamî vakıf ve STK’ların Diyanet’e bağlanması teklifi gibi bir dizi kararın sonunu kestirmek için iftarı beklemiyoruz. Fakat şu gerçeği açık bir şekilde biliyoruz ki, Bedir Savaşı’nı Ramazan ayında oruçlu bedenlerle kazanan bir neslin ümmetiyiz. Oruç bizleri dünyevi meseleleri ihmal etmeye sevk etmez, aksine basiretimizi ve ufkumuzu açar. Oruç bir emirle milyarlarca Müslümanın aç ve susuz kaldığı düşüncesinden hareketle yine bir emirle aynı milyarların küfre karşı tek vücut olması gerektiğini de gösteren bir ibadet. Ve bu ibadetin sadece kendi içerisinde farz olduğu bir ay olan Ramazan. Bu ayda şeytanlar zincire vurulur -ama şeytanlaşmış insanlar değil-. Fakirle zengin arasındaki uçurum yok olur. Kapitalizm ve özgürlükler yerini paylaşma ve itaate bırakır. Sadece Allah’a kul olanların kazanacağı ve yalnızca ona ibadet edenlerin lezzet alacağı bir süreç yaşanır. Yine bu ay bir kısmının alınıp diğerlerinin reddedilemeyeceği hayat nizamı olan bir kitabın indirildiği ay. İşte bu mübarek ay sadece İslam’ın ve Müslümanların kontrolünde olduğunda izzet ve şeref kazandırır. Aksini düşünmek bile utanç verici...
@emrahakay34