Son günlerde kamuoyunda çokça konuşulan, Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin 78 kişiye “silahlı terör örgütü” üyeliğinden 450.5 yıl cezası verdiği Hizb-ut Tahrir üyeleri kim? Affınıza sığınarak bu soruyu Hizb-ut Tahir’e üye olan, hukuksuz yargılanan Müslümanlar adına cevaplamaya çalışacağım.
Evet, kim bu Hizb-ut Tahrirliler?
Aslında hepsi yaşadıkları bozuk toplumun içerisinde İslâm’ın farkındalığını hissetmiş büyük yürekli kimselerdir. Aynı sizler gibi hepsinin bu dünyaya ait irili-ufaklı dertleri, sıkıntıları vardır. Borcuyla-alacağıyla, acısıyla-tatlısıyla, günahıyla-sevabıyla yaşadıkları toplumda hayatlarını idame ettirmeye çalışırlar.
Tek farkları ya da Türk Hukuku’na göre “suçları”; günahlarının affını, aşırılıklarının bağışlanmasını ümit ederek, İslâmi hayatı başlatma yolunda ayaklarını sabit kılmak ve kâfirler karşısında tekrar izzetli ve muzaffer olmalarını sağlayacak Hilâfet Devleti’ni istemeleridir.
Onlar için “farzların tacının peşinde koşan adamlar” diyebilirsiniz…
Bu kimseler kendilerini de ailelerini de toplumdan soyutlayan kimselerden değildir. Kimliklerini, fikirlerini gizlemezler, takiyye yapmazlar, yer altında yaşamazlar. Ne suyun üzerinde yürürler, nede suyun üzerinde yürütürler.
Aynı sizler gibi çalışkan insanlardır. Alın terleri ile kazanırlar. Kimseye minnet eylemezler. Kimisi bir fabrikada işçidir. Kimisi bir işverendir. Kimisi bir memurdur. Kimisi bir çarşıda esnaf. Kimisi bir okulda öğretmen ya da öğrencidir. Kimisi ise bir ev hanımıdır. Sizler gibi benzer mesleklerle iştigal ederler.
Annedirler; evlatlarını insanlara hizmet etmesi için yetiştirir, istikbalini düşünürler. Babadırlar; ailesine helalinden nafaka getirmek için gece-gündüz çabalarlar. Dededirler/ninedirler; bayramlarda elleri öpülür. Komşudurlar, arkadaştırlar, dostturlar; piknikte dinlenmeye, halı sahada maç yapmaya, mahallede sohbete gelirler.
Tek istekleri/hedefleri, sadece İslâm ile her şeyi değiştirmektir.
Aklı, insanı, toplumu, devleti, hayata dair ne varsa hepsini değiştirmek isterler. Değiştirmek istedikleri şey her neyse ilk önce “efradını cami ağyarını mani” tanım yaparlar. Fakat şunu da bilirler! İnsanlar değişime inanmadıkları müddetçe sadece değişimi taşıyanın inanmış olması, toplumun değişimi için yeterli olmaz.
Bu inanmışlıkla değiştirmek istedikleri her ne varsa ayrım yapmadan herkese anlatırlar. İnsanlar ile temas ettikçe doğru ve yanlış fikirlerin birbirinden ayrılacağına inanırlar.
Aklı, gaybi konularda yormazlar. Düşünmeye elverişli olan ve olmayan diye ayrım yaparlar. Mugalatalarla oyalanmaz, kanmazlar. Aklı amacına uygun kullanırlar. Düşüncelerinin temeline akideyi koyarlar. Aklın hissettiği dairedeki şeyleri; insanı, hayatı, kâinatı ise düşünmenin konusu edinirler.
İnsanlar arasında ayrım yapmazlar. İnsana insan gibi bakarlar. İnsana dair bakışlarıyla milliyetçilik yapmadan veya ırkçılıktan etkilenmeden tüm halkların sorunlarına çözüm sunarlar. Kendisi dışındakileri düşman kabul etmezler. Onların da canını, malını hukukunu korurlar.
Bir tek düşmanları vardır; o da şeytan ve sömürgeci kâfir devletler.
Toplumu fertlerden müteşekkil olarak görmezler. Toplumdaki fasitliğin müsebbibini insan olarak görmezler. İnsanların alakasını düzenleyen nizamın, fikirlerinin ve duygularının oluşturduğu küfrün ve fasitliğin faturasını tek başına Müslümanlara kesmezler. Bu sebeple toplum içerisinde yaşayan Müslümanları “tekfir” etmezler.
Onların zihniyetindeki medeni anlayışta kadın da insandır. Erkek de insandır. Erkekte var olan akıl, kadında da var olan aklın aynısıdır. Dolayısıyla kadını bir meta gibi kullanıp atmazlar. Kadını, teşhir edilecek “cinsel içerikli bir ürün” olarak görmezler. Kadını bir taassubun içine hapsetmedikleri gibi özgürlüğün ihtiraslarına da kurban ettirmezler. Kadın ve erkek arasındaki ilişkiyi, yardımlaşmayı esas alan, ilişkilerini koruyan bir nizamla tam bir değişim ile değişmesi gerektiğini savunurlar.
Bu üyelerin hedefleri yönetim değildir. Aksine hedefleri; İslâmî hayatı yeniden başlatmak ve İslâm’ı tüm dünyaya taşımaktır. Bunun metodu ise İslâm’da Hilâfet olduğu için yeniden Hilâfet Nizamı’nın râşid olarak kurulması gerektiğini savunurlar. Bu sebepten yönetime sadece İslâm’ın tatbik, koruma ve yayma metodu oluşundan fazla bir bakışla bakmazlar.
İnsanlar arasında var olan alakaları İslâmî alakalar haline getirmenin yönteminin siyasi mücadele olduğuna inanırlar. Bu sebeple Hizb-ut Tahrir üyeleri; Otoritenin veyahut toplumun değişiminin silahlı mücadeleyle olacağına inanmaz. Otoritenin değişimini sağlayacak metodun siyasi çalışma olduğunu savunurlar.
Bu yüzden iktidar kim olursa olsun -isterse babalarının oğlu olsun- İslâm ile hükmetmediği müddetçe iç ve dış siyasetlerini İslâm ile muhasebe ederler. Eleştirirler ve muhalefet ederler**. Müslüman halkı, güç ve kuvvet ehlini, İslâmi bir hayatı başlatmaya ve bunun için çalışmaya çağırırlar.**
Bu kimseler toplumsal hayatın teröristleri değil, garipleridir. Taşıdıkları davetin önüne hiçbir dünyevi sorumluğun geçmesine izin vermezler. Onların ellerinin tersi ile ittikleri şeyleri gördüğünüzde sizler üzülürsünüz, onlar ise sevinir…
Toplumun kanser olmuş hücrelerinin şifasıdırlar. Toplumun kanser olmuş hücrelerine can verirler. Ümmetin kurtuluşunun reçetesidirler. Kalkınmanın anahtarını küçücük omuzları ile taşımaktadırlar. İşte bu kimselerden yüz çevirdiğinizde İslâm Ümmetinin kalkınmasını sağlayacak sağlıklı hücrelerini öldürür, İslâm Ümmetini kansere teslim etmiş olursunuz.
“Hizb-ut Tahrir üyeleri kim?” derseniz, tek cümleyle diyebilirim ki; elinizde kalmış tek garip kimselerdir. Eğer gariplerinize zulmeder, zalime teslim ederseniz; onlara yapılan zulme sessiz kalırsanız; onlara iftira atarsanız, Allah’ın zalimlere ve zulmedenlere sessiz kalan kimselere yapacağı muameleye muhatap olma ihtimaliniz artacaktır!