Ekim ve Kasım aylarının Kemalist rejim ve destekçileri nezdinde özel bir önemi var, biliyorsunuz. 29 Ekim 1923’te ilan edilen Cumhuriyet başta olmak üzere 1 Kasım 1922’de Saltanatın Kaldırılması, yine 1 Kasım 1928’de uygulamaya konulan Harf Devrimi, kâfir Batı medeniyetiyle bütünleşmenin miladı sayıldığından bayram ve sevinç günleri olarak kutlanır. 10 Kasım’da ise tüm bu devrimleri gerçekleştiren Mustafa Kemal öldüğü için matem ve yas tutulur.
Resmî ideoloji tarafından topluma dayatılan bu kutlama/kutsama törenleri Müslüman halk açısından büyük bir zulüm ve eziyete dönüşmektedir. Özellikle Cumhuriyetin kuruluş tarihi olan 29 Ekim günleri, geçmişe sövmenin, İslâmi değerleri tahkir etmenin, Batılı köhne değerlere sadakatin törenlerine sahne olur. Çünkü aradan geçen 98 yıla rağmen laik Kemalist rejim Müslümanlara kendisini kabul ettirebilmiş değildir. Müslümanlar, Cumhuriyet Bayramını(!) kendi bayramları olarak görmüyor, Cumhuriyet kanunlarını da kutsal kanunlar olarak benimsemiyorlar. Müslümanların büyük çoğunluğu hâlâ geçmişi özlemekte, İslâmi bir yönetim altında huzur ve güven içinde izzetli, şerefli bir şekilde yaşamak istemektedir.
İşte bu istek ve özlem, celladına âşık Kemalist güruhu çılgına çeviriyor; bu sebeple de İslâm’a ve Müslümanlara olan düşmanlıklarını artırdıkça artırıyorlar. Her yıl yazılı ve görsel medyadan sergiledikleri saldırı ve hakaretlere ilave olarak yeni ritüeller geliştiriyorlar. Azgınlaştıkça azgınlaşıyor, pervasızlaştıkça pervasızlaşıyor, alçaldıkça alçalıyorlar. Kasıtlı ve planlı bir şekilde masum ve savunmasız olan çocuklarımızı hedef alıyorlar. Hem de öyle yıllarca sakındırdığımız; cumhuriyetin ilke ve inkılaplarının ezberletilmesiyle değil, gözlerinin önünde annelerinin örtüsüne hakaret ederek, Mustafa Kemal’in heykel ve posterlerine çocuklarımızı secde ettirerek bunu yapıyorlar. Hilâfet Devleti’nin “gericilik” olduğu, halifeye itaatin “kölelik” olduğu yalanını söyleyen bu karanlık zihniyet, çocukları gericiliğin âlâsı olan putlara ve resimlere secde ettirerek içlerindeki kula kulluk sevgisini hayâsızca dışa vuruyorlar.
Neden mi bahsediyorum? Aslında gündemi az çok takip eden herkes biliyordur. Fakat ciddi ve sarsıcı bir tepki verilmediği için bu yazı vesilesiyle tekrar hatırlatmak istedim. Zira hatırlatmak müminlere fayda verir.
Geçtiğimiz 29 Ekim’de Kayseri’de bir anaokulundaki bir öğretmen bozuntusu tarafından “kutlama” adı altında öğrenciler Mustafa Kemal’in posterine secde ettirildi. Bir düşünün! O öğrencilerden biri sizin çocuğunuz olsaydı ne hissederdiniz, nasıl bir tepki verirdiniz? İlk doğduğunda kulağına ezan okuduğunuz, konuşmaya başlayınca Allah’ı ve Peygamberi öğrettiğiniz, namaz kılarken Allah’a secde etmeyi gösterdiğiniz, salih/salihalardan olsun diye üzerine titrediğiniz evladınız kalbi hastalıklı bir öğretmen tarafından postere secde ettiriliyor. Bu aşağılanma karşısında herhâlde en basitinden o okula gidip küstah öğretmenden ve ona göz yuman idari kadrodan hesap sorardınız. Hatta belki de okuldan alırdınız. İşlenen bu cürmü çevrenizdekilere anlatır, öfkenizi dile getirir alçakların bu cesareti nerden ve kimden aldıklarını sorgular, onlara haddini bildirmeyen iktidar sahiplerini muhasebe ederdiniz.
Öyleyse şimdi yeniden düşünün ve düşündüklerinizi yapın! Çünkü bu çocuklar sizin çocuğunuz, bu çocuklar bizim çocuğumuz, bu çocuklar İslâm ümmetinin çocuklarıdır. Bu çocuklar bizim umudumuz ve aydınlık geleceğimizdir. Susmayın, susmamalıyız. Allah için hiçbir kınayıcının kınamasından korkmamalıyız. Biz korkarsak, biz susarsak, kâfir küfründen, zalim zulmünden asla vazgeçmeyecektir. Bugün susarsak Allah muhafaza yarın o çocuklarımıza bakarak “eyvah” ederiz. Daha önemlisi bugün susarsak, imanımızı korumuzsak, dinimizi savunmazsak yarın ahirette Rabbimize hesap veremeyiz.
Allah’ın Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmaktadır:
“Sizden kim bir münker görürse onu eliyle değiştirsin; buna gücü yetmezse diliyle değiştirsin; buna da gücü yetmezse kalbiyle ona buğz etsin. Bu ise imanın en zayıf derecesidir.” [Müslim, İman, 78]
Hadis-i şerifte geçtiği üzere birey ve toplum olarak münkeri dilimizle değiştirmek, yok edilmesi konusunda yöneticilere baskı yapmak, onları hakka boyun eğdirmek zorundayız. Zira münkerin tam anlamıyla izale edilmesi, gücü elinde bulunduran yöneticilerin işidir. Hadis’te geçen “el” ifadesi, yöneticilerin sorumluluğunu hatırlatmaktadır.
Peki, o “el” ne yapıyor? İktidar nasıl bir tutum içinde? Bu iğrenç cürümleri işleyenlere haddini bildiriyor mu? Öğretmenlik gibi doğasında hakikati, iyiliği, adaleti ve erdemli olmayı öğretmek olan onurlu bir mesleği, bu küstah ve ahlaksız kişilerden arındırıyor mu? Maalesef hayır!
Olayın yaşanmasından bugüne kadar geçen sürede bırakın hesap sormayı iktidar tarafından henüz bir açıklama bile yapılmadı. Kendi menfaatleriyle ilgili bir mesele söz konusu olduğunda gece yarısı bile kanun çıkaranlar, ne hikmetse ümmetin çocuklarına yapılan putperestlik dayatması karşısında suspus! Kaldı ki bu çirkin saldırılar ilk defa gerçekleşmiyor. 2018 yılından itibaren bazen 10 Kasım’da, bazen de 29 Ekim’de periyodik olarak sahneleniyor. Üstelik cüretkâr bir şekilde, gözümüzün içine sokularak medyaya servis ediliyor. Ancak bundan önceki failler hakkında gereği yapılmadığı için saldırı ve hakaretler devam ediyor. Nasıl devam etmesin ki?
Sahi, iktidar nasıl engel olsun ki? Onlar bugün üzerinde oturdukları koltukları, dört elle sarıldıkları iktidar nimetlerini Kemalist rejime borçlu olduklarını çok iyi biliyorlar. Zira Türkiye’de demokratik yollarla iktidara gelebilmenin ilk şartı, İslâm düşüncesinden taviz vermektir. Allah’ın şeriatının yönetime karıştırılmayacağına, Atatürk ilke ve inkılaplarının korunacağına dair yemin etmektir. Diğer şartı da Müslümanların haktan saptırarak cumhuriyete ve laikliğe rıza göstermesini sağlamaktır.
Bu sebeple Kemalist açılımlar yaparak, Müslümanlığı da, Atatürkçülüğü de kimseye bırakmıyorlar… Bu sebeple; “Çav bella” şarkısı ile değil mehter marşı ile cumhuriyet kutlayıp hutbelerden Cumhuriyetin fazilet olduğunu söylettiriyorlar. Bu sebeple; bütün siyasetlerini Cumhuriyetin 100. yılına denk gelen “hedef 2023” sloganıyla domine edip “Cumhuriyetimizi kuranlara borcumuzu, 2023 hedeflerimizi ortaya koyarak ve bunları gerçekleştirmek için gece gündüz çalışarak ödemenin gayreti içerisindeyiz.” diyorlar. Bu sebeple; bir yandan Müslümanların gözünü boyamak için Taksim’e cami yaparken diğer yandan laik Kemalistlerin gönlünü hoş tutmak için 2 milyar TL harcayıp Atatürk Kültür Merkezi açıyorlar. Bir fermanıyla Fransa’daki dansı yasaklatan Kanuni’yi ve Mimar Sinan’ı o mekânda opera gösterisine malzeme yaparak kemiklerini sızlatıyorlar. Necis Batı kültürünü İslâm kültürü ile mezcederek, hak ile batılı birbirine karıştırarak, Müslümanlara cumhuriyeti ve laikliği sevdirmeye çalışıyorlar. Böylece “eski Türkiye” ile “yeni Türkiye”yi uzlaştırarak laik Cumhuriyeti koruma misyonunu yerine getireceklerini düşünüyorlar. Bu sebeple; kalpleri hiç sızlamıyor. Bu sebeple; İslâm’ı ve Müslümanları korumaktan acizler…
Hz. Ali RadiyAllahu Anh’in şu veciz sözü, onların durumunu çok iyi özetliyor:
“Eğer bâtıl, hak ile karıştırılmaz ve ondan ayrılırsa, hak peşinde olan halk sapmaz. Eğer hak, bâtılın kılıfından sıyrılır ve müstakil olursa kötülük peşinde olanların dili ondan kesilir. Ancak haktan bir bölüm ve bâtıldan da bir bölüm alınarak birbirine karıştırılıyor ve insanlara öylece sunuluyor.” [Mutahhari, Hakk ve Bâtıl s. 9-10]
Sözün özü; Müslümanlar, dün olduğu gibi bugün de sahipsiz ve korumasız. Müslümanlar yine öz yurdunda garip. Adı, ister “cumhuriyet” isterse başka bir şey olsun; egemenliği Allah’a ait kılmayan sistemlerin her türlüsünü reddetmediğimiz, yeniden özümüze dönerek dünyanın ve ahiretin saadeti olan Râşidî Hilâfet’i kurmak için çalışmadığımız müddetçe de bu gariplik sona ermeyecektir!
Rabbimiz, bu şuur ve iradeyi tüm Müslümanlara nasip etsin.