Karınca Değirmeni ve Batıkan!
21 Şubat 2020

Karınca Değirmeni ve Batıkan!

Doğanın en basit ve etkili algoritmalarından biri olan karınca algoritmasının yan etkisi “karınca değirmeni” olarak bilinir. Bu, karıncaları öğüten, onları öldüren bir ölüm çemberidir. Karınca algoritması, yuva ve yiyecek arasındaki mesafeyi zaman ilerledikçe kısaltan bir algoritma. Bu algoritmadan esinlenilerek geliştirilen sezgisel yazılımların birçok uygulama alanı var.

Karıncaların gözleri bizim gözlerimiz kadar iyi görmüyor, fakat koku alma duyuları gelişmiş. Birbirleri ile iletişim kurmak için yürüdükleri yola kısa ömürlü bir koku bırakıyorlar. Bu sayede, eğer bir yerlerde yiyecek bulurlar ise yiyecek ve yuva arasındaki yolu da işaretlemiş oluyorlar.
Aynı yiyeceğe birden fazla karınca farklı güzergâhlardan ulaşabiliyor. Uzak mesafeden gelen karıncalar yuvaya daha geç ulaştıkları için bıraktıkları koku izleri de geçen bu süre ile aynı oranda siliniyor.

İşaretli yolu bulan diğer karıncalar da aynı yolu izleyip yiyeceğe ulaşırken koku bırakıyorlar. Bu sayede daha fazla karınca, yiyeceği taşımak için kendine görev ediniyor. Yiyecek ve yuva arasında daha kısa mesafeye sahip olan yol üzerinde feromon kokusu daha baskın olduğu için, zamanla en kısa yol en çok tercih edilen yol haline geliyor.

Bu basit mantık sayesinde hem karıncaların bulunan yiyecekten haberleri oluyor, hem de en kısa yolu kullanarak bu yiyeceği yuvaya taşımış oluyorlar. Buraya kadar her şey iyi, güzel…

Karıncaların bazıları, yiyecek ya da koku izi araştırırken rastgele hareket ediyorlar. Yan etki de burada ortaya çıkabiliyor. Karıncalardan biri, kendi bıraktığı ize ulaşacak olursa, yiyecek bulma ümidiyle kendi bıraktığı bu izi takip ediyor. İzlediği güzergâhtan geçtikçe bıraktığı koku daha da güçleniyor. Sonra bu ize başka karıncalar da katılıyor. Çünkü kural böyle söylüyor: kokuyu takip et! Bir karınca daha, bir başkası daha kokunun davetine katılıyor. Olmayan yiyeceğe giden yolları tükenmiyor. Oldukları yerde bir kısır döngü içerisine giriyorlar. Tüm enerjilerini, kaynaklarını tüketip ölene kadar da dönmeye devam ediyorlar.

İnternette “ant mill”, “death circle of ants” gibi anahtar kelimeler ile bu ilginç doğa olayının görüntülerine ulaşabilirsiniz.

Bu konu şimdi bir kenarda dursun.

“Atakan” isimli 10 yaşındaki bir çocuk gündeme girdi. Ben ondan değil de “Batıkan”dan bahsedeceğim.

Batıkan, Batı sevdalısı… İttihat Terakki gençlerine söven ama onlardan daha fazla Batı sevdalısı bir beyzade… Batı’ya eğitim için gittiği lakin dönerken Batı özentisi olarak döndüğü için eleştirdiği o zamanın elitlerinden daha elit Batı aşığı… İktidar olunca, Batı’nın kanunlarını, demokrasisini, laikliğini, kapitalizmini ödün vermeksizin muntazam bir şekilde tatbik eden, başkasına el sürdürmeyen, baş tacı eden elitist… Allah Subhanehu ve Teâlâ, وَلَنْ تَرْضٰى عَنْكَ الْيَهُودُ وَلَا النَّصَارٰى حَتّٰى تَتَّبِعَ مِلَّتَهُمْۜ “Sen onların dinine girmedikçe ne Yahudiler ne onlar senden asla razı olmazlar” derken o, onların kapılarını aşındırır, ellerini elleri arasında tutmaktan memnuniyet duyar, onlarla dondurma yer, onlara jestler yapar…

Batıkan, Batı’ya, Amerika’ya, Rusya’ya, Yahudi varlığına yüksek perdeden konuşur. Halk diliyle “atar” yapar. Fakat gerçekte aralarından su sızmaz. Batı’da çıkan kanunlar, sözleşmeler ilk olarak Türkiye’de uygulanır, imzalamak için canhıraş yaklaşımlar gösterilir. “İstanbul Sözleşmesi” gibi, “CEDAW” gibi… Bunlar, toplumu, aileyi, çocuğu, kadını, erkeği perişan eder.

Ekonomi yerlerde sürünmekte, can çekişmektedir; sistem çökmüştür, bitmiştir ama Batıkan bunları perdeler; halka her şey tozpembe anlatılır. Ümmetin evlatları Suriye’de Ruslar, Amerikanlar, İran ve zalim Esed tarafından öldürülür; perde olunur, kurtarıcı gibi rol yapılır. Çin, Doğu Türkistanlı Müslüman kardeşlerimizi katleder, türlü işkenceler yapar, “Damat” onlara gönderilerek onların ekonomisini çökertmek için(!) yine onlardan yüksek miktarda dolar alınır; “terörist” olur kardeşlerimiz, “dost” olur zalim Çin… Virüslerine merhemler gönderilir.

Müslümanlar da, “Batıkan değil de en azından ‘Batikon’ olsaydı bizim de dertlerimize, yaralarımıza ‘tentürdiyot’ diye sürerdik” diyorlar ama o her gün daha da fazla “Batıkan” oluyor “Batı-can” oluyor.

Nice çocuk hafızlarımızın gösterilmediği, Atakan’ların gösterildiği medyada Batıkan her kanalda nice konuşmalar yapıyor. O çocukların hıfzettiği Kur’an-ı Kerim’in hayatlarımıza hâkim olması için koşturanlar ise Batıkan’ın âşık olduğu kapitalist sistem için bir tehdit oluyor.

Kısacası, kâfir ABD, Rusya, Çin “dost”, karınca değirmenine dâhil olmayan her Müslüman “üvey evlat” oluyor sanki…

Evet, şimdi karınca değirmenini konuyla bağlama zamanı…

Batıkan tek başına değil, zamanında onun karşısında olanlar bile onun arkasından bu değirmene dahil oldular. Onlar da arkalarından başkalarını sürükledi. Şimdi hep birlikte bu değirmende dönüp duruyorlar. Çaresizce dönüyorlar, döndükçe çaresizleşiyor, acizleşiyorlar. Hem kendi enerjilerini hem ümmetin enerjilerini boş yere tüketiyorlar. Ümmetin kaynaklarını gerek kendileri sömürüyor gerekse de efendilerinin sömürülerine açıyorlar. Kapitalist, demokratik, laik sistem bu değirmen dönünce dönüyor. Aptallaşıyorlar, çevrelerini, onların peşinden gidenleri de aptallaştırıyorlar. Bir karınca da demiyor ki biz niye böyle dönüyoruz? Bunların ümmete hiçbir faydaları yok, zararları çok!

Sonuç ise hüsran olacak; hem bu dünyada hem de ahirette. O zaman, Batıkan olmayı bırakın! Sizin Batı’ya aşkınız “aşk-ı memnu” yani yasak aşk… Bu aşk, size yasak; onları dost edinemez, onlarla Müslümanların üzerine yollar açamazsınız, fırsatlar oluşturamazsınız.

İslâmi hayatı başlatmak, Allah’ın mülkünde Allah’ın hükümlerini tatbik etmek varken, Müslümanları tek bir siyasi otorite altında “Hilâfet” ile birleştirmek varken, bırakın Batıkan olmayı… Atakan gibi felsefe yapmayın, o ne kadar yapmacık ise vallahi sizin sözleriniz de o kadar yapmacık, samimiyetten uzak. Eğitim müfredatı olarak “önce felsefe, sonra tarih okutulmalı” demesindeki gariplik kadar sizlerin eğitim için, aile için, toplumsal düzen için, adaleti sağlamak için koyduğunuz kanunlar da bir o kadar garip…

Şiraze; “ciltçilikte, kitap yapraklarını diplerinin ucundan birbirine bağlayan ve onları düzgün tutmaya yarayan ince bez şerit” anlamına gelir. Şirazeden çıkmak ise; “düzenini yitirmek, artık düzelmez olmak, akıl dengesini yitirmek” anlamlarına gelir.

Elinizdeki Batı’dan aldığınız kanunlar, düzenler, imzaladığınız sözleşmelerin şirazesi yoktur. Onlar sizin elinizde iken, sizler de şirazeden çıkmış durumdasınız.

Bilmem anlatabildim mi?