KAPİTALİST SİSTEMİN AÇMAZI ‘’AİLE ‘’
02 Kasım 2013

KAPİTALİST SİSTEMİN AÇMAZI ‘’AİLE ‘’

Son yıllarda boşanma oranlarında büyük bir artış söz konusu olmuştur. Bu konuda alınan tüm tedbirlere rağmen bunun önüne geçilememiş, bilakis bu sorun gün geçtikçe katmerleşerek içinden çıkılmaz bir sorun yumağına dönüşmüştür. Bununla birlikte gün geçmiyor ki, basın ve medyada bununla ilgili bir haber çıkmış olmasın. Ve yine gün geçmiyor ki, kocanın karısını öldürdüğünü veya şiddet uyguladığını gösteren bir haber olmasın. Maalesef hem devlet yetkilileri, hem de bu konunun uzmanları bu sorunu net bir şekilde ortaya koymada ve çözmede başarısız olmuşlardır. Çünkü sorunun kaynağına inmek yerine, bu sorunları üreten bu fasit sistemden çözüm bulma gayreti içerisine girmişlerdir. Hatta bazı aklı evveller problemin kaynağı olan demokrasiyi suçlamak yerine, İslam’ı suçlamışlardır. Sanki şu an İslam tatbik ediliyor. İşte biz bu yazımızda genel olarak bu sorunu analiz etmekle beraber, çözümler üzerinde durmaya gayret göstereceğiz. İşe ilk önce Türkiye genelinde boşanma oranlarını ve buna sebebiyet veren diğer faktörler üzerinde duracağız.

Bununla ilgili istatistiklere geçmeden önce, önemli olan bir konuyu vurgulamak istiyorum. İslam hükümlerinin tatbik edildiği 600 yıllık Osmanlı Hilafet Devletinde yapılan istatistiklere göre evliliklerde toplam 10 veya 12 tane boşanma olayı yaşanmıştır. Yine bununla beraber iddia ediyoruz ki, yaklaşık 1300 senedir hüküm sürmüş olan İslam Devletlerindeki toplam boşanma sayısı, sadece geçen yıl boşanan Türkiye’deki çiftlerden daha azdır. Buda İslam’ın bu konudaki gücünün ne kadar mükemmel olduğunu göstermektedir.

Bu bilgiyi sizinle paylaştıktan sonra Türkiye toplumunda meydana gelen boşanma oranlarına bir göz atalım.

Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre 2007 yılında 94 bin 219 olan, 2011 yılında 120 bin 117’ye yükselen boşanma oranları rakamları, 2012’ de 123 bin 325’e yükselmiştir. Boşanmaların en fazla olduğu il, çağdaş olması ile övünen yüzde 2,73 ortalama ile geçen yıl 10 bin 868 evliliğin bittiği İzmir olmuştur. İzmir’i yüzde 2,59 ile Antalya takip etmiştir. Boşanma oranı Türkiye ortalaması yüzde 1,64 olurken, en düşük boşanma oranı, yüzde 0,13 ile Hakkâri olmuş onu Şırnak ve Van izlemiştir. Erkek ve kadınların, en fazla 30-34 yaş aralığında boşanması kayıtlara geçmiş, boşanmaların büyük yoğunluğu ise, evliliklerin 1 ila beşinci yılları arasında meydana gelmiştir.

Boşanmalarda Birinci Sebep Geçimsizlik

Türkiye genelinde boşanan 123 bin 325 kişiden 119 bin 921'i, geçimsizlikten dolayı boşanmıştır. Kadın ya da erkeğin evi terk etmesi sebebiyle 276 evlilik, zina sebebiyle 71, cana kast ve pek fena muamele gerekçesiyle 30, cürüm ve haysiyetsizlik sebebiyle 26 evlilik sona ermiştir. Boşanma oranlarının Türkiye'de en fazla olduğu İzmir'de 2012 yılında boşanan çift sayısı 10 bin 868 olmuş ve 10 bin 868 boşanmadan 10 bin 789'u geçimsizlik sebebiyle meydana gelmiştir. Cana kast ve pek fena muameleden boşanan olmazken cürüm ve haysiyetsizlikten sadece altı çift boşanmıştır.

Ortalama Evlenme Yaşı 26,7

Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre Türkiye ortalamasında erkeklerin evlilik yaşı 26,7, kadınların 23,5 oldu. İzmir ortalamanın üzerine çıkarken evlilik yaşı 27,5'e yükseldi. İlk evlenme yaşının en yüksek olduğu il ise Tunceli. Bu şehirde erkeklerin ortalama evlilik yaşı 28,7 olurken 28,6 ile Rize bu ili takip etti. Erkeklerde en düşük ortalama evlenme yaşının olduğu şehir ise 24,8 ile Afyonkarahisar. Kadınlarda ortalama evlenme yaşında erkeklerde olduğu gibi yine Tunceli ilk sırada yer aldı. Tunceli'de kadınların evlilik yaş ortalaması 25,5 olurken yüzde 24,9 ile Artvin ikinci sırada yer aldı. Kadınların evlilik yaş ortalamasının en düşük olduğu il ise 21,3 yaş ile Niğde. Türkiye genelinde 2012'de 603 bin 751, İzmir'de ise 32 bin 403 evlilik oldu.

Bu konu ile ilgili olarak Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Uygulamalı Sosyoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ercan Tatlıdil, boşanmaların artmasında aile ve akrabalık, ilişkilerinin zayıflamasının önemine dikkat çekerek bu konuda şu tespitlerde bulunmuştur. ‘’Evlilik sürecinde sıkıntıya giren eşlerin, çevreden destek bulamaması sebebiyle boşanma yolunu seçtiğini ifade ederek, büyük şehirlerde göçe bağlı hareketliliğin, evlilikleri olumsuz etkilediğini söyledi. Eskiden evlilik kurumunda sıkıntı olduğunda ailelerin devreye girdiğine, şimdiyse eşlerin sıkıntıya girince birlikteliğini sürdürecek gücü çevresinden alamadığına dikkat çekerek, özellikle boşanmaların evliliğin ilk beş yılında meydana geldiğini vurgulamıştır.’’ Yine boşanmalarda konunun diğer bir yönüne dikkat çeken Tatlıdil,’’boşanmalarda en fazla zararı çocukların gördüğünü de ifade ederek, çiftlerin genellikle çocuksuzken ya da tek çocuklu olduğu dönemde ayrıldığını, çocuk sayısının artmasının evliliği sürdürme özverisini de arttırdığını vurgulamış ve şehirleşmeyle birlikte eğitim, iş bulma, erkeklerde askerlik, ekonomik yaşamı güvenceye alma gibi faktörlerin, evlilik yaşının uzamasına sebep olduğunu da ifade etmiştir.’’

Biz bu konuda Sayın Tatlıdil’in değerli analizlerine katılmakla beraber, okuyucularımızın dikkatlerini farklı bir tarafa çekmek istiyoruz. Özellikle batılı liberal değerlerin daha fazla yer bulduğu batı illerinde, boşanma oranları çok yüksekken, bunun tam tersi olan doğu illerinde ise, bu oranların daha düşük olduğunu görmekteyiz. Buda bize aslında övünüp durdukları liberal batı değerlerin, toplumda nasıl bir çöküntü meydana getirdiğini göstermektedir. Öyle ki, Türkiye yöneticileri, Cumhuriyetin kuruluşundan bu zamana kadar batılı liberal değerleri ithal etmişler ve bu değerleri, özellikle gençleri hedef alan "modernlik" kılıfı altında toplumuza sokmuşlardır. Nitekim bu komplo, şahsî özgürlük mefhumlarının amellerimizin ölçüsü olarak girmesi için toplumumuza, gençlerimize, erkeklerimize ve kadınlarımıza yönelik planlanmıştır. Nitekim kapitalizm, yasalarında şahsî özgürlüğü de kapsayan dört özgürlüğü temel aldığı gibi bu özgürlükler, gerek kadın ve erkek arasındaki ilişkiyi düzenleyen gerekse onlardan her birinin toplumdaki rollerini düzenleyen yasalarını etkilemektedir. Dolayısıyla kapitalizmin gölgesinde, kadın ve erkeğin dış görünümü ikisi arasındaki ilişkiye egemen olmaktadır. Bununla beraber Batılı liberalizmde, kadın ve erkeğin birbirlerine olan eğilimi, her birinin cinsel yönüne dayandığı gibi kadın ve erkek arasındaki ihtilat (kadın ve erkeğin bir arada bulunması) davranışlarını güçlendirmeye ve aynı şekilde reklamlarda, dramatik eylemlerde, filmlerde ve dergilerde iğrenç görüntülerin kullanılmasına dayanmaktadır. Ayrıca şahsî özgürlük, Batı toplumunda kadın ve erkek arasındaki yardımlaşmayı ortadan kaldırdığı gibi bireyselcilik de, yardımlaşmanın yerine "cinsiyet savaşının" olmasına neden olmaktadır. Toplumda istikrarsızlığı ve hoşnutsuzluğu ortaya çıkaran bu sahih olmayan bakış açısı, kadın, erkek ve çocuklar üzerinde olumsuz etkisi olmakta anne, baba ve çocuklardan oluşan ailenin geleneksel şeklini ve samimi aile ilişkilerini yok etmektedir.

Zira Demokratik sistem, kadınları, çocukları ve aile bağlarını korumada başarısız olduğu gibi kadın ve erkek arasında yardımlaşmanın inşa edilmesinde de başarısız olmuştur. Ayrıca babalar, evlatlar, kocalar, hanımlar ve kayınvalideler arasındaki geleneksel sorunları da şiddetlendirmiştir. Bunun yanı sıra kadın ve erkekten her biri, propagandası yapılan şahsî özgürlük ve bireyselcilikten etkilenmekteler ve bu da yukarıdaki istatistiklerden de görüldüğü üzere boşanma durumlarının artmasına yol açmaktadır. Bundan dolayı ortada, kadın ve erkek arasındaki ilişkileri düzenleyen hükümlerin ve yasaların olması zorunlu olduğu gibi bu yasaların, kadın ve erkekten her birinin doğası ve aralarındaki farklılıkları dikkate alınarak alınması da zorunludur. Ancak kapitalizm veya demokrasi, bu açık vakaya kabul etmemekte, buna önem vermemekte, dolayısıyla da buna göre yasalar çıkarmamaktadır.

Özellikle günümüzdeki toplumlarda kadının rolü, bir kadın olarak değerlendirilmesi yerine, görüntüsüne ve ekonomik katkıları esasına dayanmaktadır. Zira kadın, doğal olarak bir eş, anne ve evin mürebbisidir. Bu roller ise, toplumun ve ailenin temel değerleriyle ilgili olduğu gibi, ayrıca bu roller de değerlerinin küçümsenmemesini ve aşağılanmamasını gerektiren zihinsel ve bedensel özellikleri gerektirmektedir. Zira kadının değeri, büyük ölçüde dış görüntüsüne, eğitim ve meslekî düzeyine göre takdir edilip toplumdaki esas rolünün değeri göz ardı edilir olmuştur. Bununla birlikte Batı’dan ithal edilen bir takım gayri-İslami fikirlerde-kadına erkek karşısında hayatın her alanında özgürlükler veren ve kocaya karşı itaatsizliği körükleyen bir takım feminist düşünceler-de kadın erkek ilişkilerini temelden sarsmıştır. Dolayısıyla kadın ve erkeğin toplum içerisindeki rolünün ve ilişkilerinin, şahsî özgürlük yoluyla veya diğer İslami olmayan bir takım yollarla anlaşılması ve düzenlenmesi imkânsızdır. Günümüzde ise, bu sorunu çözmek için atılan bir takım vakacı veya yüzeysel adımlar bunu çözmekte kesinlikle başarılı olamamıştır.

İslam'da ise kadın ve erkek arasındaki ilişki, aralarındaki cinsel temayüle göre değil, her birinin birbirlerine bir insan olarak bakmaları bakış açısına dayanmaktadır. Zira İslam kadına, bir anne, evin mürebbisi ve korunması geren bir namus olarak bakmaktadır. Nitekim bu konuda Hizb-ut Tahrir'in Anayasa Mukaddimesi'nin 112 sayılı maddesinde geçtiği gibi: "Kadında asıl olan anne ve ev hanımı olmasıdır ve o, korunması gereken bir namustur." Ayrıca 119 sayılı maddede de şöyle geçmektedir: "Her erkek ve kadın, ahlakî tehlike içeren veya toplumu ifsat edici iş yapmaktan men edilir."İslam, kadın ve erkeğin birbirlerine olan ihtiyaçlarını evlilik yoluyla düzenlemiş olup evlilik yoluyla her ikisinin zina işlemeye dönük ihtiyaçlarını ortadan kaldırmıştır. Özellikle de İslam, erken yaştaki bir evliliğe teşvik etmişken. Zira zina, toplumun fesada uğramasına neden olduğu gibi kadın ve erkeğin nesillerini ihmal etmesine de neden olmaktadır. Çünkü ebeveyn, zinadan dolayı evlatlarının sorumluluklarını yüklenmemekteler ve bu da ebeveynlerini tanımayan çocukların doğmasına yol açmaktadır. Nitekim Hizb-ut Tahrir'in Anayasa Mukaddimesi'nin (120.) maddesinde şöyle geçmektedir: "Evlilik hayatı huzur hayatıdır. Zevc (bey) ile zevcenin (hanımın) yaşamı, dostluk yaşamıdır. Kocanın karısı üzerindeki liderliği, riayet (gözetim) liderliğidir, yönetim lideriği değildir. Kocaya itaat, kadın üzerine farzdır. Yaşadığı çevreye göre maruf bir şekilde kadının nafakası kocaya farzdır." Dolayısıyla İslam'da karı ve kocayı bir araya getiren şer-î akittir. Zira böylece ikisinden her biri bir diğerine karşı görevlerini ve haklarını bilmekte, bu ise onların arzu ve isteklerine göre değil şer-î hükümlere göre olmakta, karı ve kocanın birbirlerine olan ilişkisini, birinin diğerine karşı güzel görünmesi için süslenmeleri gibi menduplara bağlı kalmak da dahil ilgili şer-î hükümlere bağlı kalmak yoluyla sevgi, merhamet ve saygı kuşatmaktadır.

Kadın ve erkeğin rolü, kadın ve erkekten her birinin fıtratına uygun olarak sevgi ve merhamet içerisinde yardımlaşan bir aile oluşturmak için şer-î hükümlere göre Allah [Subhânehu ve Teâlâ] tarafından belirlenmiştir. Nitekim Hizb-ut Tahrir'in Anayasa Mukaddimesi'nin 121. maddesinde şöyle geçmektedir: "Karı ile koca, ev işlerini tam bir yardımlaşma ile idare ederler. Koca ev dışında yapılan bütün işlere bakmalıdır. Kadında, ev içinde yapılan işleri gücü yettiği kadar yapmalıdır. Koca, karısının yapamadığı işleri yapmak üzere yeterli ölçüde hizmetçi getirmelidir." Dolayısıyla İslam'da roller paylaştırılmıştır. Bununla birlikte İslam kadını sadece evdeki eşlik ve annelik görevleriyle sınırlandırmamaktadır. Zira kadın, toplumun faal ve ortak bir üyesi olup eğitim, çalışma ve siyasî aktivitede bulunma hakkına da sahiptir. Nitekim Hizb-ut Tahrir'in Anayasa Mukaddimesi'nin 114 sayılı maddesinde şöyle geçmektedir: "Erkeklere verilen haklar kadınlara da verilir. Erkeklere yüklenen yükümlülük kadınlara da yüklenir. Ancak İslam'ın kadın ve erkeklere şer-î deliller ile tahsis ettiği haklar müstesnadır. Dolayısıyla kadının ticaret, ziraat ve sanayi işlerine katılma, muamelat ve akitlerde bulunma, her tür mülke sahip olma hakkı vardır. Kendi başına veya başkası ile ortak olarak malını çoğaltabilir. Hayat işlerinin hepsine bizzat katılabilir." Yine 115. maddede de şöyle geçmektedir: "Kadının devlet görevlerine ve Mezalim Kadı’sı dışındaki Kadı pozisyonlarına tayin edilmesi, Ümmet Meclisi üyelerini seçmesi, Ümmet Meclisi'ne üye olması, Halife'nin seçilmesine ve Halife'ye beyat verilmesine iştirak etmesi caizdir.’’

Dolayısıyla Kapitalizmin bu problemi veya hayatın diğer alanları ile ilgili sorunları çözmedeki başarısızlığı, toplumun en önemli kurumlarından biri olan aileyi parçalamış ve onu uçurumun kenarına itmiştir. İslam ise aileye gereken önemi vererek, erkek ve kadın ilişkilerini ve onlar arasındaki ihtilafları fıtrata uygun bir şekilde düzenlemiş ve mutlu bir hayatın temellerini atmıştır. Çünkü o insan, hayat ve kainatı yaratan Alemlerin Rabbinden gelen ve tüm hayatı sahih bir şekilde tanzim eden, tek doğru ideolojidir.