Dört ayı geride bıraktığımız “Aksa Tufanı” harekâtında birçok maskenin düştüğüne tüm dünya şahit oldu. Örtmeye çalışılan bir dizi yalan-oyun artık aşikâr durumdadır. Tüm ihanet ve iş birlikleri ifşa oluyor. Bunlardan bir tanesi de başka bir makalemize konu olan ABD patentli “İki devletli çözüm” planıdır.
Bu plan aslında İslam ümmeti olarak yabancılık çekmediğimiz bir plandır. Zira bu sinsi plan, Hilâfet Devletimizi yıkmak için kullanılan planların bir türüdür. Irkçılık, milliyetçilik, vatancılık gibi fikirler ile kabileleri, aşiretleri ve milletleri devletimizden kopartıp ulus-devletler oluşturuldu.
Ne hazindir ki, bu devletler oluşturulurken ortaya konulan mücadele, “işgalci kafirlere karşı bağımsızlık mücadelesi” olarak lanse edildi. Ve yine bu mücadelenin “kahramanları”, bizzat bizim içimizden çıkıyordu.
Beldelerimizde sömürgeci Batı’nın destekleri ile verilen bağımsızlık mücadeleleri, o beldelerin kendine ait sınırlarının tayin edilmesi, bayraklarının oluşturulması ve cahilî duyguları kabartıcı marşlar ile kutsallaştırıldı.
Böylelikle her beldede yerli bir “kahraman” ve her kahramanın “bağımsızlık” mücadelesi destanlaştırıldı. Sömürü dili ile buna “self determinasyon” yani “halkların kendi kaderini tayin etme hakları” denmektedir.
Bu plan, tek devlet, tek ümmet ve tek bayrak şiarına sahip Hilâfet Devleti’nin yeniden kurulmaması için ortaya atılmış sinsi bir plandır ve hâlâ uygulanmaya devam etmektedir.
Tek bir devlet 57 devlete; tek bir bayrak 57 bayrağa; tek bir fikir yüzlerce fikre bölünmüş durumdadır.
Bölünen her devlete, hakikati görmelerini engelleyici bir dizi problemler de musallat edilmiş durumdadır. Kimi ekonomik kimileri siyasi sorunlar ya da “terör” unsuru ile bölünmelere yeni bölünmeler eklendi. Tüm bunların bir tesadüf ya da devlet olgusunun doğal seyri olmadığı ise maruftur. İşte İslam ümmetine musallat olan ve mayasında Batı’nın fitnesi olan “ulus-devletleşme” mefhumunun bir diğer tabir ile “istila” mefhumunun kısa özeti budur.
Bu kısa mukaddimeden sonra ABD’nin uzun zamandır Filistin için gündem ettiği “iki devletli çözüm”ün asıl sebebini daha iyi anlayabiliriz. “İsrail” sorununun çözümü noktasında, şer’i çözümleri nazarıdikkate almayıp ABD’nin bu çözüm fikrini her fırsatta uygulamaya sokmak isteyen yöneticiler dahil bu plana dünya kamuoyu hazır durumda.
“İsrail” sahada çok ciddi kayıplar vermesine rağmen savaşı lehine çeviremiyor. Tek yaptığı hiçbir ölçü gözetmeden bomba yağdırmak. İç siyaseti bir şekilde bakanlıklar ile bağlasa da “İsrail”e ve Yahudilere karşı olumsuz ciddi algılar söz konusudur.
ABD nezdinde, Müslümanlardaki cihat aşkı ve “İslam beldesi işgal edilse bile bir gün kurtarılmasının vacipliği” hususu çok nettir. “Savaş bitmeli ve bölge Müslümanlarına, ulus-devlet anlayışı üzerine inşa edilmiş bir ‘bağımsızlık’ verilmeli” düşüncesine sahip, ABD. Zira bu olmadığı sürece direniş ve cihat ruhunun o topraklarda sönmeyeceğini biliyor.
Hele bir de kaynayan kazan haline gelen Ortadoğu’da; Çin’in durduramadığı yükselişi, Rusya’nın şımarık halleri ile verdiği mücadelede bir cephenin (Filistin) kapanması, ABD için oldukça önemlidir. Zira ne kadar da uğraşırsa uğraşsın bu savaş, başka bir beldeye sıçrayacak olursa bunun önünü alamayacaklardır.
“İsrail” ise arzı mevut hayalleri ve o “bölgenin sahibi olduğu” inancı gereği, daha farklı reflekslere sahip. O, yanı başında velev ki kontrol bile etse bir Filistin devleti istemiyor. Şu an ateşkese çok ihtiyacı olduğu halde bu kadar yakınken bu işgalden vazgeçmek istemiyor. Her halükârda bu savaş neticesinde hayata geçirilmiş bir harita değişikliği hususunda ısrarcı.
Bu pazarlık uzamakta ve ABD, şımarık çocuğuna söz geçirmede zorlanmaktadır. Zira Gazze işgal edilirse meselenin kapanmayacağını iyi biliyor. Arap Baharı’nı unutmayan ABD, gözünü kan bürümüş evladına sömürü dersi veriyor.
Bu minvalde bir dizi adım adan ABD, hiçbir hükmü olmayan Güney Afrika’ya “İsrail”i dava etme görevini verdi. ABD adeta “İsrail”e; “istediğim zaman, en basiti ile bile seni zora sokarım!” demek istiyor. Bu hamle karşısında “İsrail”, “durmayacağını, kararı tanımayacağını” söylemekle yetindi.
ABD de iki devletli çözüme bu kadar yakınken bu fırsatı kaçırmak istemiyor. Zira Müslümanları dizginlemenin yolunun bundan geçtiğinin farkında. Hele ki arkasında dünya devletlerinin, İslam beldelerinin iş birlikçi yöneticilerinin desteği ve fikrî çalkantıda olan İslam ümmetinin bu çözümün ifsat ediciliğini anlayamadığı kozları varken.
İlerleyen siyasi atmosfer ve mücahitlerin direnci bu krizin ana aktörleridir.
İslam beldelerindeki yöneticiler -bırakın aktör olmayı- ABD’nin kiralanmayı bekleyen ucuz işçileridir. İki devletli çözüm ya da işgal; hangisi gerçekleşirse gerçekleşsin, bu işbirlikçi yöneticiler, ABD’nin arkasında olacaklardır. Kim işaret edilirse onu alkışlayacaklardır.
Temennimiz; binlerce şehit, oluk oluk akan kanla verilen bu mücadele, Batı’nın sinsi planları ile bağımsızlık yalanına evrilmesin ve mücahitler, İslam’ın kahramanı olmak varken kıytırık bir “bağımsızlık kahramanı” payesine tav olmasınlar…