27 Temmuz’da gerçekleştirdiğimiz “Sözü Muhatabına Söylemeye Var mısın?” yürüyüşünün artçı sarsıntıları hâlâ devam ediyor. Çok şey söylendi, çok yalana başvuruldu, çokça iftiralar atıldı. Bunları zaten beklediğimiz için bizim açımızdan bir sorun yoktu. Nitekim duyarlı Müslümanlar bu kesimlere gerekli cevabı hak ettikleri dille verdi. Kendilerine teşekkür ediyor, Allah’tan razı olmasını diliyoruz.
Bu kesimlerden kimileri bize “ithal örgüt” derken, kimileri de “Yerli ve milli değilsiniz, ötekisiniz” dedi. “Yerli ve milli” meselesi yürüyüşten bağımsız olarak sıkça gündeme getirilen bir husus olduğu için bu yazıda özellikle bu konuya değinmek istiyorum.
Öncelikle bilinmesi gerekir ki “yerli ve milli” kavramı, Cumhuriyet tarihiyle birlikte ortaya çıkmıştır. Hilâfet’in kaldırılması, İslâm’ın hayat sahnesinden uzaklaştırılması ve hatta “gericilik” olarak gösterilmesi neticesinde oluşan boşluk milliyetçilikle doldurulmaya çalışılmış, milliyetçiliğin ileri aşaması ise “Kemalizm” olarak isimlendirilmiştir. Dolayısıyla Türkiye’de “yerli ve milli” olan tek şey/din, Kemalizm’dir.
Şimdi bu iddiayı biraz açalım:
Hilâfet’in kaldırılmasıyla birlikte bilindiği üzere Tevhid-i Tedrisat’a geçildi. Din dersleri peyderpey kaldırıldı ve en sonunda tarih kitaplarındaki birkaç konudan ibaret hale geldi. Bununla birlikte dinden çıkmayı, daha doğrusu kendi “gerçek dinlerine” dönmeyi bekleyenler de vardı. Yahudi dönmesi Sabatayistler, Cumhuriyet’in kuruluşunda etkin rol oynadılar. Nitekim bu konuda çalışmaları bulunan Prof. Yalçın Küçük, 11 Ekim 2011 tarihli Aydınlık gazetesinde şöyle demişti:
“Hep söylüyorum; Sabataylarımız olmasaydı biz bu Cumhuriyeti kuramazdık.”
Yahudi dönmeleri ile Batı’da okumuş ve Batı kültürüne âşık kesimlerin ortaklığında kurulan Cumhuriyet, İslâm ile olan tüm bağlarını daha ilk günden koparmaya başladı. Geçen zaman, bu konuda ne kadar başarılı olduklarını göstermektedir. İslâm ile bağları kopartırken “millilik” kavramı ön plana çıkarıldı.
İngiliz gazeteci Grace Ellison, 1928’de Türkiye’de yaşadığı bir anısında, görevdeki memurlar ve elit kesimlerin durumunu şu sözlerle ifade ediyordu:
“Hükümetin tahsis ettiği maarif müfettişi olan akıllı ve babacan rehberimiz ile Konya’dan Adana’ya doğru giderken hasbelkader ‘Sizin peygamberiniz Muhammed’ sözü ağzımdan çıktı. Rehberimiz şöyle cevap verdi: ‘Bizim peygamberimiz Gazidir. O Arabistanlı şahıs ile işimiz kalmadı. Muhammed’in dini Arabistan için son derece uygundu ama bizim için değil!’”
1931 yılına gelindiğinde ise “Altı Ok”, CHP’nin ana vasıfları olarak nizamname ve programına dahil edildi. Milli Talim ve Terbiye bölümünde yeni neslin nasıl eğitileceği şöyle tarif ediliyordu:
•“Kuvvetli Cumhuriyetçi, milliyetçi ve lâik vatandaş yetiştirmek tahsilin her derecesi için mecburi ihtimam noktasıdır. Türk milletine, Türkiye Büyük Millet Meclisine ve Türkiye Devletine hürmet etmek ve ettirmek hassası bir vazife olarak telkin olunur.”
•“Terbiye, her türlü hurafeden ve yabancı fikirlerden uzak, üstün, milli ve vatanperver olmalıdır.”
•“Fırkamız vatandaşların Türk’ün derin tarihini bilmesine fevkalade ehemmiyet verir. Bu bilgi Türk’ün kabiliyet ve kudretini, nefsine itimat hislerini ve milli varlık için zarar verecek her cereyan önünde yıkılmaz mukavemetini besleyen mukaddes bir cevherdir.”
Milli ve vatanperver nesiller yetiştirecek kurumun başında ise Mason ve Sabatayist Reşid Galip bulunuyordu. Elbette bu doğrultuda adımlar atıldı; eğitim sistemi ve müfredat bu anlayış üzerine inşa edildi. Birkaç sene sonra da “Altı Ok”un kökleşmesi için Anayasaya dahil edilmesi gerektiği söylendi.
Dönemin Dahiliye Vekili ve CHP Genel Sekreteri Şükrü Kaya —ki Türkiye Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Locası’nın resmi web sitesine göre masonluğu tescillenmiştir— Meclis oturumunda şöyle diyordu:
“Atatürk’ün vazettiği prensipler (Altı Ok) Türktür. Yeni asliyeti ve menşei itibarıyla tamamıyla milletin kendi seciyesinden alınmış ve onun bütün ihtiyaç ve zaruretlerine uygun olarak seçilmiştir. Bu prensipler aynı zamanda Türkçüdür de. Türk milleti behemehal Türkçü ve millici olmak lazımdır.” (Bravo sesleri, alkışlar) [TBMM Zabıt Celsesi, Şubat 1937]
Hilâfet’in kaldırılmasından 14 yıl sonra, 1938’de Türkiye’deki atmosferi gözlemleyen meşhur filolog Erich Auerbach ise şöyle diyordu:
“Dindarlığa karşı mücadele ediliyor ve İslâm kültürü, Arap kökenli bir yabancılaştırma olarak küçük görülüyor; hem modern hem de saf Türk olma isteği söz konusu.”
Bu kısa bilgiler dahi, Onuncu Yıl Marşı’nda geçen “On yılda 15 milyon gencin yaratıldığı” ifadesinin ne anlama geldiğini açıkça göstermektedir. Bugün dahi laik kesimler tarafından Müslümanları aşağılamak için kullanılan “Arap sevici” sözünün kaynağı da işte bu anlayıştan doğmuştur.
Laik-Kemalist zihniyete göre İslâm ve Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem yabancı; Mustafa Kemal ve onun vazettiği prensipler ise “milli”dir.
Peki şimdi soralım: Cumhuriyet tarihinde gerçekten milli olan bir şey var mı?
•Cumhuriyet’in kendisi Fransa’dan ithaldir.
•Laiklik, Fransız malıdır.
•Parlamenter sistem, İngilizlerin armağanıdır.
•Başkanlık sistemi, ABD menşelidir.
•Milliyetçiliğin kaynağı Fransa’dır.
•Ulus Devletler, Fransız İhtilalinden doğmuştur.
•Sosyalizmin kaynağı Rusya’dır.
•Demokrasi, Antik Yunan’a aittir.
•Türk Medeni Kanunu, İsviçre’den
•Türk Ceza Kanunu, İtalya’dan
•Borçlar Kanunu, İsviçre’den
•Ticaret Kanunu, Almanya’dan
•İcra ve İflas Kanunu, İsviçre’den
•İdari Kanun, Fransa’dan
•Latin alfabesi, Roma’dan
•Eğitim sistemi, Fransa ve ABD’den
“Geriye ne kalıyor?” derseniz, geriye sadece Kemalizm kalmaktadır. İşte bu nedenle Türkiye’de “tek yerli ve milli düşünce” Kemalizm’dir.
Burada “Burada açık bir çelişki yok mu? Her şeyi Batı’dan alıp sonra da “milli” olmaktan nasıl bahsedebilirler?” diye sorulması gayet normal.
“Demokrasilerde çare tükenmez!” dercesine, bu çelişkiyi ortadan kaldırmak için Türk Tarih Tezini uydurdular. Bu teze göre bütün büyük medeniyetlerin kaynağı Türklerdir. Avrupa’ya medeniyeti taşıyan Türkler olduğu gibi, Yunan ve Roma medeniyetleri de aslında Türklerin eseridir. Türkler; Truva, Girit, Lidya ve İyonya medeniyetlerini kurmakla kalmamış, Roma’yı da inşa etmişlerdir. Böylece Batı’dan alınan her şey, bir “öze dönüş hareketi” gibi sunulmuştur. [Onur Atalay, Türk’e Tapmak]
“Buna kim inanır?” demeyin. İnandılar, inandırdılar. İneğe, ateşe, güneşe, ağaca, taşa, hatta şeytana tapan insanın böyle bir iddiaya inanması şaşırtıcı değildir.
CHP’nin, “Terbiye her türlü hurafeden ve yabancı fikirlerden uzak, üstün, milli ve vatanperver olmalıdır” anlayışı üzerine bina edilen eğitim müfredatı öylesine derinlere işlemiştir ki; yalnız laik kesimler değil, CHP’ye ve Kemalizm’e karşı olanlar bile bu terbiyeden nasibini almıştır.
Ne derler; “En iyi köle, köle olduğunu bilmeyen köledir.”