Arapların meşhur bir sözü vardır: [لا يعرف قدرها إلا من فقدها] “Bir şeyin kıymeti ancak kaybedilince anlaşılır.” Bizler de muttakî âlimlerin kıymetini, az oluşlarından dolayı böylesi bir dönemde çok daha iyi anlıyoruz.
Topluma doğruyu yanlıştan ayırmada ve yine toplumu sıratı mustakime yönlendirmede âlimlerin etkisi ve ağırlığı tartışılmaz bir gerçektir. Sadece toplumda değil, yöneticiler üzerinde de âlimlerin etkisi inkâr edilemeyecek hakikatlerin en başında gelmektedir.
Sair toplumsal meselelerde olduğu gibi, Gazze olaylarında da âlimlerin yaptıkları açıklamalar ve sergiledikleri tavırlarla sürece müspet ya da menfî etki ettiklerini gördük. Zira yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, toplumsal meselelerde âlimlerin etkisi yadsınamayacak kadar fazladır.
Bu süreçte Gazze bağlamında âlimlerimiz birçok inisiyatif alarak bir araya geldiler, farklı programlar düzenlediler ve açıklamalarda bulundular.
Örneğin, Dünya Müslüman Âlimler Birliği Fetva Komitesi, iki seneye yakın bir zamandır devam eden Gazze olayları süresince farklı zaman dilimlerinde “İsrail”in Gazze’ye yönelik saldırıları karşısında tüm Müslümanları silahlı cihada çağıran fetvalar yayınladı. Bu fetvalarda, Arap ve İslâm ülkelerinden derhal askerî müdahalede bulunmaları ve “İsrail”i kara, deniz ve havada ablukaya almaları istendi.
Yayınladıkları fetvaların dışında âlimlerimiz, Gazze ile alakalı muhtelif programlar, konferanslar ve etkinlikler düzenlediler. Yine âlimlerin Gazze bağlamında yaptıkları işlerden bir tanesi de geçtiğimiz Cuma günü İstanbul’da Eyüp Sultan Camii’nde basın açıklamasıyla başlayan ve bir hafta boyunca icra edilecek konferanslarla devam eden bir programdı.
Cuma namazı çıkışı elli ülkeden yüz elli âlimin katılımıyla yapılan basın açıklamasından alıntılar yaparak makalenin hacmini gereksiz uzatmak istemiyorum. Ancak açıklamada, bir hafta sürecek programın akışını paylaşan İslâm Âlimleri Vakfı Başkanı Nasrullah Hacımüftüoğlu’nun en çarpıcı çağrısı; Türkiye ve İslâm dünyasından bu programa katılım sağlayan âlimlerin Müslümanları 28 Ağustos’ta Gazze için toplu oruç tutmaya ve dua etmeye davet etmeleri oldu.
Konferanslar halen devam ettiği ve konuşmalar farklı içerikte olduğu için, adil şahitliğin gereği olarak hepsini aynıymış gibi değerlendirmekten imtina ediyorum. Ama şunu diyebilirim:
Âlim var, âlim var…
Konuşma var, konuşma var…
Sadece farkı göstermek adına ilk günlerde yapılan iki konuşmadan kısa bir alıntı yapmak istiyorum:
İslâm Âlimleri Vakfı Başkanı Nasrullah Hacımüftüoğlu, söz konusu konferansta Gazze sürecinde sorumluluklarını baştan sona ihmal eden ve Gazze’nin bu halde olmasının müsebbiplerinden biri olan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı övdü ve şöyle dedi:
“Muhterem Cumhurbaşkanımız Davos’ta o muhteşem sesiyle ‘One Minute’ dediğinde, biz o zaman dedik ki gök kubbenin altında bir ses var. İşte bu sesler ulema tarafından mutlaka alkışlanacak.”
Bir diğer katılımcı âlim, Dünya Müslüman Âlimler Birliği Filistin Şube Başkanı Dr. Mervan Ebu Ras ise aralarında Türkiye’nin de bulunduğu yöneticilere sorumluluklarını ve cihad etme farziyetini hatırlatan bir konuşma gerçekleştirdi:
“Trump’ın ve diğer zalimlerin açık açık ‘İsrail’e her türlü desteği verdiği bir tabloda; Türkiye, Mısır, Ürdün, Suudi Arabistan, Malezya ve diğer Müslüman ülkelerin liderleri daha neyi bekliyorlar? İslâm ülkelerinin devlet başkanları, bu manzara karşısında hiç mi utanmıyorlar? Silahlarımız, imkânlarımız, gücümüz bugün işe yaramayacaksa ne zaman yarayacak? Hemen, evet hemen şimdi; Gazze cihadına destek verilmelidir.”
Yukarıda da belirttiğim gibi; âlim var, âlim var… Peki, Rabbânî âlim ne yapmalı? Nasıl bir tutum sergilemeli?
Her şeyden önce ve en önemlisi; suskunluk değil, hakkı tas tamam gizlemeden haykırmak âlimin şanındandır.
Bu ümmet, âlimlerimizden hakkı duymayı ister… Bu ümmet, âlimlerimizden gerçekleri korkusuzca anlatmalarını bekler. Bu ümmet, çağımızın Ahmed bin Hanbellerini görmeyi arzu eder.
Ahmed ibn Hanbel’in mihnet günlerinde cezaevindeyken amcasına şöyle dediğini hatırlayalım:
“Ey amcacığım! Âlim takiyyeye icâbet ederse, cahil de zaten cahil ise hak ne zaman açığa çıkar?”
Âlimlerimiz hakikatleri dile getirmezse, hak ne zaman ortaya çıkacak? Sisi’nin, Kral Abdullah’ın, Kral Selman’ın, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Körfez ülkeleri ve sair İslâm beldelerinin yöneticilerinin Gazze’yi sahipsiz bıraktıklarını; Allah’tan en çok korkmaya layık olan âlimler anlatmazsa kim hakikatin sesi olacak?
Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in varisleri olarak âlimler de suskunluğa bürünür, heybelerindeki hak kalem ve kelamlarıyla istikameti ortaya koymazlarsa; hakikati arayan bu ümmet istikamete nasıl kavuşacak?
Şayet âlimlerimiz, İslâm beldelerindeki yöneticilerin Gazze’yi sahipsiz bıraktıklarını ortaya koymazlarsa, onları muhatap alarak hakkıyla muhasebe etmezlerse, bu ümmet hakikatin ne olduğunu nasıl öğrenecek?
Peki, hangisi âlimin şanındandır? Ne pahasına olursa olsun sözü muhatabına söylemek mi, yoksa birkaç menfaat karşılığında İslâm’ın hakikatlerini dillendirmek konusunda suskunluğa bürünmek mi?
Hangisi âlimin şanına daha uygun olandır? Sultanların âlimi olmak mı, yoksa âlimlerin sultanı olmak mı?
Sizin şanınıza yakışan; Gazze halkı, koridorların açılmadığı için açlıktan ölümle pençeleşiyorken halkı sadece oruç tutmaya davet etmek değil; suskunluk orucunuzu, heybenizde taşıdığınız hak kelam ve kalem ile bozarak sorumluluklarını ihmal eden yöneticilere karşı hakkı haykırmaktır.
Sessizliğe bürünmek, yöneticilerin ayaklarını yerden kesecek şekilde sarsıcı muhasebe yapmak yerine, onları aklayacak açıklamalarda bulunmak; Ebu Ubeyde’nin, “Âlimler ve yöneticiler! Sizler bizim kıyamet gününde hasımlarımızsınız.” tehdidinin muhatabı olmak demektir.
Sizlere, “Yöneticiler seni kendilerine İhlâs Suresi’ni okumaları için çağırsalar da (senden taviz vermeni isteyebilecekleri ihtimalinden dolayı) onların bu isteğini yerine getirme.” diyen selef âlimlerinin yolundan gitmek yaraşır.
Sizlere, “Açlıktan kamış çiğnemek ve toprak yemek, yöneticilere yakın durmaktan daha hayırlıdır.” diyen selef âlimlerinin izinden gitmek yaraşır.
Sizlere, “İdarecilerin kapılarına gitmekten sakının! Çünkü onların kapılarında fitneler vardır. Onların dünyalarından bir şey elde edersen mutlaka dininden bir şey alırlar.” telkininde bulunan selef âlimlerine yoldaş olmak yaraşır.
Kısacası size; sultanların âlimi değil, âlimlerin sultanları olmak yaraşır.
Haydin âlimlerimiz! Muhataplara söyleyeceğiniz hak sözünüz, Kur’an ve Sünnet mürekkebiyle yazdığınız hak kaleminiz; Gazze’de yaşananlara kör, sağır ve dilsiz kesilen yöneticileri harekete geçirsin. Yöneticilere, Gazze’deki mezalimin son bulması için somut adımlar atmalarına cesaret versin ve onlara ilham olsun.
Haydin âlimlerimiz! Yayınladığınız fetvalar uyuyan yöneticilerin gönüllerine şifa olsun ve onları Gazze ile alakalı olarak Allah için dertlenen, söyledikleriyle amel eden gerçek liderlere dönüştürsün.
Haydin kıymetli âlimlerimiz!
Haykırın korkusuzca! Gazze’nin ve sair beldelerimizin mezalime maruz kalmasının asıl müsebbibinin İslâm beldelerindeki yöneticiler olduğunu! Ama sadece yöneticilerin kirli yüzlerini ve İslâm ümmetine ne denli ihanet ettiklerini ifşa etmekle kalmayın. Alternatif bir çözüm de ortaya koyun; Allah’ın razı olacağı şer'i bir çözüm!
Ümmeti karanlık girdaptan çıkartacak bir çözüm! Filistin’i işgalden kurtaracak esaslı bir çözüm! Ümmeti eski izzetine ve liderliğine taşıyacak bir çözüm! Zalimlerin uykularını kaçıracak bir çözüm! Kâfirlere yürek acısı olacak bir çözüm! Gasıp Yahudi varlığını mukaddes topraklardan kökünden kazıyacak bir çözüm…
İşte o çözüm; Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in metodu üzere kurulacak olan Râşidî Hilâfet’tir!
Hakikatleri haykırmak hem âlimin şanındandır hem de Cennet’te Hamza RadiyAllahu Anh’a komşu olma vesilesidir.
Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle müjdeledi:
[سَيِّدُ الشُّهَدَاءِ حَمْزَةُ بْنُ عَبْدِ الْمُطَّلِبِ، وَرَجُلٌ قَامَ إِلَى إِمَامٍ جَائِرٍ فَأَمَرَهُ وَنَهَاهُ فَقَتَلَهُ] “Şehitlerin efendisi Hamza bin Abdulmuttalip ve zalim yöneticiye karşı çıkıp ona marufu emredip münkeri nehyederek öldürülen kimsedir.” [Hâkim, Müstedrek]