Başbakan ve AK Parti Genel Başkanı Binali Yıldırım 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında şöyle dedi:
“Türkiye'yi ön saflara taşıdık, bir yandan da vesayet odaklarıyla mücadele ede ede geldik. İstiklal ve istikbal mücadelesi verdik. Eğilmedik, bükülmedik, yıkılmadık, millete güvendik ve başardık.”
Ahmet Davutoğlu, Başbakanlığı dönemimde AK Parti grup toplantısında terör örgütlerinin birleşmesi konusunu yorumlarken şöyle diyordu:
“Bu bir istiklal ve istikbal mücadelesidir. Bölgemizdeki haritaları yeniden çizme planlarına direnebilen tek ülkenin Türkiye olduğunu biliyorlar. Bu kurabilecekleri son pusu, o yüzden bütün hainleri bir araya topladılar. Terör kaybedecek, millet kazanacak inşallah.”
Bir köşe yazarı ise darbe girişimini şöyle gördü:
“Milletimiz, 15 Temmuz 2016’da istiklal ve istikbal mücadelesi vererek destan yazmıştır. Evet, tam anlamıyla milletçe bir destan daha yazılmıştır. Milletimiz, Allah’tan başka hiçbir gücün karşısında eğilmeyeceğini, bu milletle aşık atılamayacağını bir kez daha dünyaya göstererek, altın harflerle tarih yazarak gönüllerde taht kurmuştur.”
Geçen yıl, 30 Ağustos 2015’te Atatürk Kültür Merkezi’nde düzenlenen törene katılan Cumhurbaşkanı Erdoğan “İstiklal ve istikbal mücadelemiz hiçbir zaman bitmedi, bitmeyecektir.” demişti.
Ramazan ayında sanatçı ve sporcularla iftar yemeğinde buluşan Cumhurbaşkanı Erdoğan şöyle diyordu: “Şehit vatandaşlarımızın çocukları, sevinçle paylaşmaları gereken karnelerini, babalarının mezarları başında çökmüş hâlde, hüzünle ellerinde tutuyorlardı. Türkiye, işte böyle fedakârlıklar, böyle acılar, böyle kahramanlıklarla, tarihî bir istiklal ve istikbal mücadelesi veriyor.”
2007 yılında dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, Kahramanmaraş’ın düşman işgalinden kurtuluşunun 87’nci yıldönümü töreninde yaptığı konuşmada, geçmişte milletin verdiği topyekûn mücadelenin istiklal mücadelesi olduğunu belirterek, “Bugün verdiğimiz mücadele ise istikbal mücadelesidir.” demişti.
Farklı siyasiler, farklı köşe yazarları da “İstiklal ve istikbal mücadelesi” kavramı üzerinde durdular, duruyorlar.
Peki nedir “İstiklal ve istikbal mücadelesi”?
Kime karşı veriliyor bu mücadele, kime karşı verilmeli?
Çanakkale’de işgalci kuvvetlere karşı verilmişti. Şimdi kime karşı veriliyor? Bu mücadelenin sonunda zafer elde edildiğinde hangi işgalcilerden kurtulmuş olunacak?
O zaman, orduların çarpışmasıyla kazanılan zaferin, yapılan anlaşmalarla işgalcilerin zaferine dönüşmesi gibi, ümmetin aslına dönüşüne rağmen kâfir Amerika ve Batı ile işbirliklerinin sonlandırılmadığı, onların fikri akımlarının pohpohlanmaya devam edildiği bir ortam her aklın kabul edeceği gibi arzulanan bir istiklal de değildir, istikbal de.
Şüphesiz istikbal İslâm'ındır. Hakikat bu olmasına rağmen, Müslümanların ekserisinde özellikle darbe girişimden önce istikbalden yana bir ümitsizlik hali hakimdi. İslâm'ın bir daha hakim olamayacağı, Müslümanların bir daha kalkınıp izzet bulamayacakları gibi ümitsizlik tohumları Müslümanların nefislerinde yerleşmişti. Nitekim; "Efendim İslâmi hayat elbette ki güzel ve doğru olanıdır. Ancak ona bir daha dönemeyiz. Hilâfet olsa iyi amma bir daha tekrar kurulması mümkün değildir. Müslümanlar, bu parçalanmış, zayıf ve perişan haldeyken bir daha hilâfet nasıl kurulsun? Hem kâfirler buna zaten fırsat vermezler. Çünkü onların güçlü devletleri, silahları, malları, askerleri ve ekonomik paktları var. Bu ortamda daha hala nasıl hilâfetin kurulmasından, İslâm'ın tekrar hakim olmasından bahsedersiniz? Biraz fazla idealist olmuyor musunuz...?" ve benzeri sözlerin, fikirlerin Müslümanların ağızlarında ve yazılarında terennüm edip durduğuna şahit oluyorduk.
İşte onların nefislerinde yerleşik yeisin yani ümitsizliğin ifadelerinden bir kısmı olan bu ve benzeri sözler ve fikirler onları gevşemeye, çalışmaktan geri durmaya, tembelliğe, pısırıklığa ve mevcut şartlara teslim olmaya, böylelikle zillete duçar olmalarına itmekteydi. Hakikatleri gördükleri halde, o hakikatleri hayata geçirme uğrunda çalışmaktan, mal ve canlarıyla fedakârlıkta bulunmaktan geri kalmaktaydılar. Yani yerlerinde çakılıp kalmaktaydılar. Zira onlarda istikbale dair ümit kalmadığından, çalışmalarının ve fedakârlıklarının sanki boşa gideceğini, heder olacağını zannediyorlardı.
Fakat darbe girişimine dair haber kendilerine ulaştığında, onlarda ne tembellikten, ne pısırıklıktan ve ne de mevcut durumunu kabul edecek bir halet-i ruhiyeden bir eser kalmamıştı. Onlar, asıllarına döndüler, İslami hassasiyetlerinden kaynaklanan imani bir atmosfer ile meydanlara koştular, kendilerini kurşunlara siper ettiler, tankların üzerine yürümekte tereddüt etmediler.
Eğer, bu samimi halkımızın kalplerine istikbalin İslam’ın olduğu bilincini yerleştirebilirsek işte bu cesaretleri devamlı olacaktır.
Onun için ümmetin birçoğunun nefislerinde yerleşik bu istikbalden ümit kesme kanaatinin yanlışlığını, ne derece çürük olduğunu göstererek o umursamaz ümitsizleri, İslâm davasını yüklenmeleri için harekete geçirir ve davayı yüklenenlerin de azimlerini ve gayretlerini daha da kamçılar umuduyla, ayeti kerimeler ve hadisi şerifler ışığında "İstikbal'in İslâm'ın olduğunu", “İstikbalde İslâm'ın hakim olacağını” ve bunun “İlahi vaat” olduğunu göstermeye çalışalım inşaAllah.
Allahu Teala buyuruyor ki;
وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُم فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذِي ارْتَضَى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُم مِّن بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْنًا يَعْبُدُونَنِي لَا يُشْرِكُونَ بِي شَيْئًا وَمَن كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ
"Sizden iman edip de salih amel işleyenlere Allah şöyle vaat buyurdu; Andolsun ki, onlardan evvelkileri (kâfirlerin) yerine geçirdiği gibi (güçlü ve iktidar sahibi kıldığı gibi) kendilerini de muhakkak (müşrik ve kâfirlerin) yerine geçirecek (güçlü ve iktidar sahibi kılacak) ve elbetteki kendileri için razı olduğu dinlerini (İslâm'ı) mutlaka yerleşik kılıp sağlamlaştırarak hakim kılacak ve elbette onları (müminleri) korkularının ardından kesinlikle güvenliğe erdirecektir. Onlar, hiçbir şeyi bana ortak koşmaksızın yalnızca bana ibadet ederler." (Nur 55)
Bu ayeti kerimenin ifadesi umumidir. Ayetteki; "başkasının yerine hakim kılmak", "dini yerleştirip hakim kılmak" ve "güvene erdirmek" hakkındaki Allahu Teala’nın vaadi sadece Sahabelere (Allah onlardan razı olsun) mahsus değildir. Bu vaat, ibarenin genel oluşundan dolayı; iman edip salih amel işleyenler, hiçbir şeyi ortak koşmaksızın yalnızca Allahu Teala'ya ibadet eden her cemaate ve ümmete şamildir. Bu vasıfta olan cemaat veya ümmeti, yeryüzünde kâfirlerin yerine hakim kılacağına, onların işlerini yürütücü kılacağına, Müslümanlar için razı olduğu dini/İslâm'ı, yeryüzünde pekiştirip yerleştireceğine, yeryüzündeki İslâm dışındaki bütün dinler, fikirler ve ideolojiler üzerine hakimiyeti onlara vereceğine ve zalimlerin, tağutların onlar üzerindeki korkularını, zulümlerini üzerlerinden kaldırarak zaferi tahakkuk ettirmek ve düşmanlara galip kılmak sureti ile güvenle değiştireceğine dair Allahu Teala'nın vaadi umumi bir vaattir.
Başka bir ayeti kerime de Allahu Teala buyuruyor ki;
هُوَ الَّذِي أَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدَى وَدِينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدِّينِ كُلِّهِ وَلَوْ كَرِهَ الْمُشْرِكُونَ
“Öyle ki; müşrikler hoşlanmasalar da onu (hak din olan İslâm'ı) bütün dinlere karşı üstün kılacaktır."
(Tevbe 33)
Bu ayeti kerime bize; bütün dinler üzerine hükmü, üstünlüğü ve egemenliği ile istikbalin İslâm'ın olduğunu müjdelemektedir. Bazı insanlar, bunun Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Raşit hâlifeler ve onlardan sonra gelen hâlifeler zamanında gerçekleştiğini zannediyorlar. Fakat hakikat öyle değildir. Zira gerçekleşen bu sadık vaatten, ancak bir cüzdür. Nitekim Nebî Sallallahu Aleyhi ve Sellem de buna şöyle işaret etmekte: Aişe Radıyallahu Anha Nebî Sallallahu Aleyhi Vesellem'in şöyle dediğini rivayet etti:
"Lat ve Uzza'ya tapılmadıkça gece ve gündüz gitmeyecektir." Yani kıyamet kopmayacaktır. Bunun üzerine Aişe Radıyallahu Anhuma soruyor ki;
"Ya Rasulullah, ben zannediyorum ki Allahu Teala’dan (yukarıda zikredilen) Tevbe suresi 33. ayet indirilince bu iş tamam olmuştur." Bunun üzerine Rasulullah şöyle buyurdu: "Şüphesiz ki ondan Allah'ın dilediği olacaktır." (Müslim)
Bu demektir ki; hak din İslâm bütün dinler üzerine hakim olacaktır.
Daha önce zikrettiğimiz ayetlerin müjdelediği gibi birçok sahih hadisi şerifler de aynı durumu müjdelemektedir. Şöyle ki;
"Gerçekten Allah, benim için yeri topladı da (gözümün önüne serdi de) onun doğusunu ve batısını gördüm. Muhakkak ki, ümmetimin mülkü bana gösterilene (yani arzın doğusu ve batısına) ulaşacaktır." (Müslim, K. Fiten)
Yine Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
"Muhakkak ki, bu iş (bu dinin hakimiyeti) gece ve gündüzün ulaştığı yerlere ulaşacaktır. Allah ne bir kerpiç ev ne de bir keçe çadır bırakmayacak; azizi aziz ederek, zelili zelil ederek, bu dini ona dahil edecektir. Allah'ın bu işte aziz edeceği İslâm'dır. Allah'ın bu işte zelil edeceği küfürdür." (Ahmet b. Hanbel - Taberani – İbni Hibban)
Zira dikkat edilirse Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem istikbalde İslam dininin hakimiyetiyle yeryüzünü zulüm, fitne ve fesattan tamamen temizleyip adaletle dolduracağına, İslâm'ı tam olarak hakim kılacağına dair haberler ve müjdeler birçok hadisi şeriflerde geçmektedir. Mesela şöyle zikredilmektedir:
Muhakkak ki İslam’ı tam olarak hakim kılacak olan İslâm'ın bu devleti, Raşit Hilâfet Devleti olacaktır. Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem bunu şöyle müjdeliyor: İmam Ahmet rivayet ediyor ki; Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle dedi:
"Nübüvvet Allah'ın dilediğince aranızda kalacaktır. Allah onu kaldırmayı dilediği zaman kaldırır. Sonra nübüvvet yolu üzerinde bulunan hilâfet olur. Allah'ın bulunmasını dilediği kadar kalır. Sonra ısırıcı melikler dönemi gelir. Allah'ın bulunmasını dilediği kadar bulunur. Allah kaldırmayı dilediği zaman onu kaldırır. Sonra zorba iktidarlar gelir. Allah'ın dilediği kadar kalırlar. Allah dilediği zaman onu da kaldırır. Sonra nübüvvet yolu üzere hilâfet gelir. Sonra sustu." (Ahmet b. Hanbel)
Diğer hadisler gibi bu hadisler de Nübüvvetin delaletlerindendir. Vahiyle bildirilmiş gelecekle (gaiple) ilgili gelen bir haberdir. Bu hadiste ifade edilenin birçoğu gerçekleşti. Nübüvvet dönemi, Nübüvvet yolu ve metodu üzerindeki Raşidi Hilâfet devri, ısırıcı melikler dönemi ve zorba melikler (iktidarlar) dönemi gerçekleşti. Ancak bu hadisin son kısmının gerçekleşmesi kalmıştır ki o da, Nübüvvet yolu ve metodu üzerinde olan Raşidi Hilâfetin geri gelmesidir.
Görülmektedir ki Allahu Teala kitabı Kur’an'ı Kerimi’nde, Resulü Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in hadisi şeriflerinde bize istikbalin İslâm'ın olduğunu, İslâm'ın tekrar izzet, adalet kudretle hakim olacağını, yeryüzünün tamamında hakim olacağını müjdelemekte ve vadetmektedir. Muhakkak ki Allahu Teala'nın vadetmesi haktır ve O vaadinden dönücü değildir. Zira Allah Subhânehu ve Teala şöyle buyurmuştur:
وَعْدَ اللَّهِ لَا يُخْلِفُ اللَّهُ وَعْدَهُ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
"(Bu) Allah'ın vadettiğidir. Allah vaadinden caymaz. Ancak insanların çoğu bilmezler." (Rum 6)
Allahu Teala, istikbalin İslâm'ın olacağını müjdeleyip vadettiği gibi nusretin kendi katında olduğunu, yolunda olan, dinini yeryüzünde hakim kılmak için mücadele eden muhlis müminlere yardım edeceğini de müjdeleyip vadetmiştir. Allahu Teala şöyle buyurdu:
وَمَا النَّصْرُ إِلاَّ مِنْ عِندِ اللّهِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ
"Zafer ancak Aziz ve Hakim olan Allah'ın katındadır." (Ali İmran 126)
وَلَيَنصُرَنَّ اللَّهُ مَن يَنصُرُهُ إِنَّ اللَّهَ لَقَوِيٌّ عَزِيزٌ
"Muhakkak ki, Allah kendisine (dinine) yardım edene yardım edecektir. Şüphe yok ki Allah güçlü olandır, Aziz olandır." (Hacc 40)
Yüce Allah, müminlere yardımın dünyada da, ahirette de olacağını vadetmiştir. Şöyle ki;
إِنَّا لَنَنصُرُ رُسُلَنَا وَالَّذِينَ آمَنُوا فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَيَوْمَ يَقُومُ الْأَشْهَادُ
"Muhakkak ki biz, Resullerimize ve iman edenlere hem dünya hayatında hem de şahitlerin (şahitlik için) duracakları günde elbette yardım edeceğiz." (Mümin 51)
Ancak yüce Allah, bu yardımın ne zaman geleceğini ve hangi vakitlerde ulaşacağını açıklamamış ve hiçbir kimseye bu konuda bir bilgi vermemiştir. O halde biz müminlere bu sadık vaade dayanıp yardım ve nusreti sadece Allahu Teala'dan bekleyerek ve O'nun rızasını kazanma yolunda O'nun farz kıldığı aziz İslâm davasını ihlasla yüklenmek ve çalışmak, çalışma esnasında da sabretmek düşüyor. Eğer bu çalışmayı yaparsak Allah'ın yardımı bize mutlaka ulaşır. Bu yardım bize ya bu dünyada muzaffer olmamız ya da ahirette Allah'ın af ve mağfiretine kavuşmamız şeklinde ulaşır. Ama her halükarda Allah'ın yardımı bize ulaşır. Yeter ki biz, O'nun dinine yardım etmekte yani İslâm davasını yüklenmekte muhlis olalım.
Bu hakikatler karşısında, Müslüman'ın vasfı olmaması gereken umutsuzluğun bir dayanağı kalır mı? Elbette ki kalmaz. Kendilerini pısırık, köşeye çekilmiş, umutsuz kılmış, böylece de zelil kılan ümitsizlik illetini Müslümanların nefislerinden söküp atmaları gerektiğini şu ayeti kerimeye de dikkatleri çekerek vurgulamak istiyorum. Allahu Teala şöyle buyuruyor:
وَلاَ تَيْأَسُواْ مِن رَّوْحِ اللّهِ إِنَّهُ لاَ يَيْأَسُ مِن رَّوْحِ اللّهِ إِلاَّ الْقَوْمُ الْكَافِرُونَ
"Allah'ın lütfundan ümidinizi kesmeyin. Çünkü Allah'ın lütfundan ancak kâfirler topluluğu ümit keser." (Yusuf 87)
O halde Müslümanların İslâm'ın yeryüzünde yeniden hakim olacağına, hilâfetin kurulacağına ve Raşit Hâlifeler döneminde olduğu gibi nübüvvet yolu ve metodu üzerinde olacağına yani Raşit Hilâfet olacağına, bu hilâfetin sınırlarının genişleyeceğine, fetihlerin artacağına, kısacası; Allahu Teala'nın vadettiği yardımın ve zaferin geleceğine, istikbalin İslâm'ın olduğu müjdesinin gerçekleşeceğine sağlam bir güven içinde olmalıdır.
İşte ABD, İngiltere, Rusya, “İsrail” ve diğer küfür devletleri Müslümanları ezmek, sömürmek ve dinlerinden saptırmak için darbe girişiminde bulunmak, propaganda yapmak, silah imal etmek gibi çeşitli üsluplarda para harcıyorlar. Ancak (İnşaAllah Hilâfet Devleti kurulunca) onların bu emelleri kursaklarında kalacak ve mağlup olacaklardır. Yeter ki, müminler İslâm akidesine gereği gibi bağlanıp, onun gereği olan dinlerini yaşamaya ve de hakim kılmaya çalışsınlar. Muhakkak ki istikbal İslâm'ın, zafer müminlerin olacaktır. Kâfirler ise hüsran olacaklardır.