Son zamanların en popüler konusu; “israf ve tasarruf”. Çünkü hem Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Tasarruf Tedbirleri” paketi hem de eşi Emine Erdoğan’ın “Gıdanı Koru Sofrana Sahip Çık” adlı etkinlikte yaptığı konuşma konunun gündemde öne çıkmasını sağladı. Bu durum da konunun açıklığa kavuşturulmasını zaruri kıldı, diyebiliriz. Zira her şeyde olduğu gibi bu kavramda da kafa karışıklığı ve mugalata diz boyu… Açıklamalar, ortada kesinlikle büyük bir israfın olduğu konusunda mutabık fakat “kim israf ediyor?”, “kimin tasarruf etmesi gerekiyor?” konusu net değil. Ya da net olmakla beraber bakışları üzerlerinden çekip farklı mecralara yönlendirmek için yapılan bir algı operasyonu söz konusu. Toplumun kafa karışıklığını gidermek ve sinsi algı operasyonlarını boşa çıkartmak için dilerseniz önce kavramları tanımlayarak başlayalım.
Sözlükte “haddi aşma, hata, cehalet, gaflet” gibi anlamlara gelen “seref” kökünden türetilmiş olan “israf”, genel olarak inanç, söz ve davranışta dinin, akıl veya örfün uygun gördüğü ölçülerin dışına çıkmayı, özellikle mal veya imkânları meşru olmayan amaçlar için saçıp savurmayı ifade eder.[1] Tanıma göre -mubah dairesinde yapıldığı sürece- yeme-içme konusunda israftan söz edilmez. Fakat meşru olmayan hatta İslâm ve Müslümanlar ile savaş pozisyonunda olan devletlere ödenek vermek açık bir israftır. Mesela “F35” adı altında Amerika’ya verilen 1,25 milyar dolar, -karşılığında herhangi bir alışveriş gerçekleşmediği için- israftır. Rusya’ya S-400 savunma sistemi için ödenen 2,5 milyar dolar, ABD kullanımına izin vermediği için rafa kaldırılması ile israf olmuştur. Suriye’de Amerikan projelerine hayat suyu olmak için elinden geleni yapan hükümetin sınırda gerçekleştirdiği operasyonlara harcadığı 1 milyar dolar net bir şekilde israftır. Ayrıca İslâm ile taban tabana zıt olan demokrasi ve laiklik düşüncesini güçlendirmek için yapılan yerel ve genel seçimlere bir yılda harcanan 3 milyar TL para, bariz bir şekilde israftır. Zira dedik ya; “israf, harama veyahut Allah katında meşru olmayan şeylere harcanan paradır”, az veya çok olması değil nereye ve ne için harcandığıdır önemli olan…
Konumuza dönecek olursak; Cumhurbaşkanı Erdoğan “Tasarruf Tedbirleri” kapsamında kamuda bir dizi önlemler almak durumunda kaldı. Zira Türkiye’de -maalesef ki- ekonomi dibe vurdu. Türk Lirası döviz karşısında rekor seviyede değer kaybetti. Pandemi kısıtlamalarının bitmesi ile küçüğünden büyüğüne bütün esnaf bir yıllık zararını çıkarmak için fiyat yükseltti; halkın alım gücü düştü. Buna karşın vergi indirimi yapılmadı, halkı darboğazdan çıkaracak yardımlar ve yatırımlar yapılmadı. Aksine bütün sorunlar, sıkıntılar bir illüzyonla yok edilip unutturulmaya çalışılıyor. Nasıl mı? Gelin genelgeye kısaca bakalım:
•Kamu kurumları lojman, dinlenme ve sosyal tesis kapsamında arsa veya arazi satın alamayacak, kiralayamayacak.
•Acil haller dışında kamuya yeni araç alınmayacak. Araç sayıları azaltılacak.
•İletişim ve haberleşme konusunda belirlenen ücret limitleri aşağı çekilecek.
•Basın giderleri azaltılarak, reklam ve tanıtım elektronik ortamda yapılacak.
•Temsil, tören, ağırlama gibi işlerde kokteyl ve yemek düzenlenmeyecek.
•Kırtasiye ve ofis malzemeleri harcamalarında sınırlandırmaya gidilecek.[2]
Ülkenin içinde bulunduğu krizin sebebi, bizatihi kapitalizm değil de bu harcamalar mı? Bütün bu lüks ve harcama çılgınlığı zaten son yirmi yıldır artarak devam etti. Şimdi bu tedbir paketi ile ekonominin hangi gediği kapatılacak, hangi derdine çare bulunacak? Üstelik bu tedbir paketinden harcamanın dünya standartlarını aştığı Cumhurbaşkanlığı ve TBMM muaf tutulmuşken. “İtibardan tasarruf olmaz” adı altında bir zümrenin zevkusefa içerisinde yaşadığı ama geri kalanının tasarruf etmesi gerektiği bir anlayıştan ne beklenir?
Benzer şekilde Emine Erdoğan da bir etkinlik kapsamında şu ifadeleri kullanmıştı: “Küresel bir seferberlikle bireysel davranışlarımızı değiştirerek insanlığı içine düştüğü bu utançtan kurtarabiliriz. Gelin, hep birlikte basit önlemler alalım: Alışverişe çıkmadan önce alınacaklar listesi hazırlayalım. Porsiyonlarımızı küçültelim. Sadece ihtiyacımız kadarını alıp bozulacağını bildiğimiz yiyecekleri istiflemekten vazgeçelim.”[3] Bu ifadeler bir kez daha gösteriyor ki, tasarruf etmemesi gereken itibar sahipleri ile tasarruf etmek zorunda bırakılan halk aynı gemide yolculuk yapmıyor. Elitler, halkın malı-mülkü istiflediğinden bahsediyor. Bu hikâye size de tanıdık gelmedi mi? Paris'teki ekmek kıtlığının doruğa ulaştığı esnada XVI. Louis’in taç giyme töreni gerçekleştiğinde Kraliçe Marie Antoinette’nin halkı bastırmak için söylediği “Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler!” sözü kulağınızı çınlattı mı?
O elitler bizi duymaz belki ama biz duyanlara bir ufuk açmak adına söyleyelim: Tebaasının hayati ihtiyaçlarını karşılamak İslâm Devleti’nin en önemli işlerindendir. Ayrıca halkın refahı için servetlerini harcaması israf değil, zenginliktir. Buna karşın Batılı devletlere kaptırılan bir kuruş para bile israftır. Gayri İslâmi partilere bütçeden yüksek oranlarda para dağıtmak, israftır. Üstelik bu ve benzeri israfın olumsuz sonuçlarından halkını sorumlu tutmak ve onları tasarrufa zorlamak da apaçık bir zulümdür.
[1] Türk Diyanet Vakfı, İslam Ansiklopedisi
[2] Anadolu Ajansı (aa.com.tr)
[3] Onedio.com