Hiç kimse makaleye koyduğum bu başlıktan darbecilerin geri gelmesini istediğimi çıkarmaya, anlamaya çalışıp yorulmasın. Sakın hiç bir kimse sadece bu başlıktan tutarak kolay yoldan saldırı üslupları ile içinde bulunduğu ciddi siyasi alçalmayı ve rezaleti örtmeye çalışmasın. Yazının başında söyleyeyim; İslami kesim 28 Şubat'ta böyle baskı görmedi derken, hem İslami kesim açısından 28 Şubat'taki direnç ve ruhun geri gelmesini temenni eder oldum, hem de Ak Parti iktidarı ve Erdoğan'ın bu kesim üzerindeki baskısından İslami kesim adına yakınır oldum. Zira gerçekten İslami kesim fena halde baskı altında, baskıyı gördüğü halde sessizliğe bürünmüş ve kendine bir yol çizmiş gidiyor? Nereye gittiğini bilmiyorum, ama yolun sonunda kocaman bir uçurum olduğu muhakkak. Çünkü 28 Şubat dönemindeki direnç ve ruh İslami duygularla bütünleşmişti. Bugün artık İslami kesimde İslami şuuru arar durumdayız.
Son 12-13 yılın her seçim döneminde özellikle de 1 Kasım seçimlerinde, Ak Parti ve Erdoğan'ın toplum üzerinde oluşturduğu algı gereği İslami kesim (istisnalar muhakkak var) adeta koro halinde şunu söylemişti: "Sakın ha Müslümanlar seçimlerde sandığa gidin ve Ak Parti'ye oy kullanın, eğer sandığa gitmezseniz ve Ak Parti iktidar olamazsa Gazze sahipsiz kalacak, Suriyeli Müslümanlar geri gönderilecek, Mısır davasını savunacak kimse kalmayacak, Arakan ve diğer beldelerdeki Müslümanlara yardımlar kesilecek. Erdoğan'ın hatası olsa da, ne yapın yapın gidin sandığa ve oyunuzu Ak Parti'ye verin. Yoksa üst akıl ve küresel güçler (ABD, İsrail ve Avrupa) Türkiye'yi ağlarıyla örecekler."
Ak Parti lehine yürütülen propaganda böyle olunca, şer'i hüküm gereği oy kullanmanın haram olması sebebiyle o dönem demokratik milletvekili seçimlerinde oy kullanmayanları bu kesimlerden bazı sivri dilliler HDP ve PKK'cı bile ilan eder olmuştu. Sanki Müslümanların müşriklerle ilk savaşı olan Bedir gazvesindeki durum gibi bir konjektür oluşturuldu. Nasıl ki Rasulullah'ın duasında olduğu gibi Bedir kazanılmazsa İslam dünyadan silinip yok olacaktı, Ak Parti de iktidar olamayıp giderse her şey yok olacak hayat bitecek, İslam ve Müslümanlar yeryüzünden silinecek ti! Makalelerde açık oturumlarda sohbetlerde ve hutbelerde bu konu bu şekilde işleniyordu.
Tek merkezden yürütülen bu algı operasyonu başarılı oldu ve Ak Parti seçimleri kazandı. İlginç olan şey seçim öncesi propagandanın denildiği gibi çıkmamış olmasıydı. Çünkü, Gazze kaybetti, Suriye kaybediyor ve görünen o ki Çavuşoğlu'nun açıklamasına göre böyle giderse Mısır'da kaybedecek.
Malum Türkiye yönetimi "İsrail" ile anlaştı. Mavi Marmara şehitlerinin kanı yerde kaldı ve abluka da kalkmadı. Bu durum karşısında şaşırtıcı bir şekilde İslami kesim adeta buz kesti. Konuşanlar ise anlaşma maddelerinde olmayan, ama Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Binali Yıldırım'ın bol keseden savurdukları "kazanımları" gerekçe göstererek bardağın dolu tarafını görmek ve göstermek gayretinde oldular. Gerçi bardak hepten boştu ama siyasetçiler onu dopdolu gösteriyorlardı. Öyle görmek istemeyenlere ise ayarı Cumhurbaşkanı Erdoğan verdi. Erdoğan İHH'yı hedef alarak, "O yardım gemisini kaldırırken dönemin başbakanına mı sordunuz, ondan izim mi aldınız?" mukabilinde kendisi ile de çelişen sert sözler söyledi.
İslami kesim hala buz kesmiş oturuyor yerli yerinde... Konuşanlardan bazıları "İHH bir Sivil Toplum Kuruluşudur bu tür devletlerarası siyasi meselelere karışmasın, STK gibi kendi işini yapsın" bile dediler. Doğru ya Türkiye'de eğer Cumhurbaşkanı Erdoğan bir kurum yada kişiye ayar verdiyse "uyanık" olanlar için en değerli akçe Erdoğan'ın vurduğu noktaya vurmaktır. Çünkü kısa vadede kim oraya vurursa kazanır.
Öyle de oldu, anlaşmanın yapıldığı kamuoyuna ilan edildiğinde bu anlaşmadan Türkiye değil "İsrail" kazançlı çıktı diyen ve hükümeti eleştiren İHH sonunda bir Sivil Toplum Kuruluşu olduğunun "farkına vardı" ve yaptıkları ilk açıklamada kullanılan "İsrail ile örtünen çıplak kalır" ifadesinin bazı çevreler tarafından yanlış yerlere çekildiğini söyledi ve bu sözle biz Cumhurbaşkanımız Erdoğan'ı kastetmedik diyerek özür beyan etti. Kaldı ki bu Filistin atasözü çok açık ve netti. "İsrail ile örtünen çıplak kalır" yani bu ifadeden biz genel olarak şunu anladık; Yahudiler ile yola çıkan yolda kalır, Yahudiler ile anlaşan kaybeder gibi... Bu atasözünde "İsrail" tarafı açık ve net, peki, "İsrail" ile örtünen kim? El cevap, onlarla anlaşma yapan, peki anlaşmayı yapan kim? El cevap Cumhurbaşkanı Erdoğan ve hükümet. Yani bu atasözünde bir mecaz var, herhangi bir yanlış anlama falan yok. Kimi muhalif çevreler bu sözü Cumhurbaşkanı Erdoğan üzerinden çirkinleştirmişlerse bu o çevrelerin siyasi ahlaksızlığıdır.
Bu açıklama ile bel ki İHH kendi açısından kendini haklı görüyor olabilir. Bu söylem ve tavır değişikliğinde İHH üzerinde Erdoğan'ın bir baskısının olduğu muhakkak. İHH kendini ikna etmek için şunu söyleyebilir; "Ne yapalım hükümet ve Erdoğan'a karşı duralım, söylediklerini eleştirip muhasebe edelim de yılların yardım kuruluşu İHH'yı heba mı edelim." Doğruya doğru, Cumhurbaşkanı Erdoğan İHH'nın üstünü çizerse doğrulması zor olur. O zaman Afrika'ya kim yardım götürecek, Arakan'ın sesini kim duyacak? Erdoğan yandaşları çevreler İHH'yı karalama çalışmasını tırmandırırlarsa, İHH üzerinde "Paralel Yapı" gibi bir algı operasyonu başlatılırlarsa İHH'yı kim bu cendereden kurtaracak? 1 Kasım seçimlerinde, oy vermeyelim de Gazze'ye kim yardım götürsün, Suriyelilere kim sahip çıksın gerekçesi nasılsa burada da aynı gerekçe devreye giriyor. Peki doğru olan bu mu? Kesinlikle hayır hayır hayır!!!
İHH'nın kamuoyuna yaptığı bu açıklama da "İsrail" ile anlaşma konusuna, anlaşma maddelerinin içeriğine hiç değinilmemesi ve sadece "İsrail ile örtünen çıplak kalır" ifadesinde Erdoğan'ı kastetmedik diyerek özür beyanı yapılması İHH açısından baskının ne denli şiddetli olduğunu da ortaya koyuyor.
Dedim ya 28 Şubat'ta İslami kesim böyle baskı görmedi. Belki yurtlar, okullar, medreseler kapatıldı, üniversitelere başörtülü bacılarımız alınmadı, cezaevleri Müslüman tutsaklarla doldu, ama 28 Şubatçılar Müslümanların direncini kıramadı, Müslümanların duygu ve düşüncelerine hükmedemediler.
Bugün "İslamcılar" bambaşka bir dünya ve hülya da yaşıyorlar maalesef... Onlara göre artık 28 Şubat günleri geride kaldı. Türkiye devleti artık "İslamcıların" elinde. Devleti yönetenler İslamcılar olduğu için yönetimin ihanetini görmek ve muhasebe etmek kendi kendini muhasebe etmek anlamına geliyor.
"İslamcılar" mı devleti ele geçirdi yoksa devlet mi "İslamcıları" ele geçirdi? Bunu size bırakıyorum ama makalenin sonunda şunu da söylemeden edemeyeceğim; IŞİD nasıl ki Musul'da halifecilik oynuyorsa "İslamcılar" da Türkiye'de devletçilik oynuyor. Zira her ikisinin de sahip olduğu şey kendilerine ait değil.