Dört haftayı aşkın bir süredir dünyanın dört bir tarafındaki Müslümanların tek gündemi kuşkusuz Gazze’de Müslümanların maruz kaldıkları mezalimdir. Halen de devam eden bombardımanlar neticesinde şehadete kavuşan kardeşlerimizin sayısı 10 bini aşmış durumdadır. Allah kendilerine rahmetiyle muamelede bulunsun.
Bu süreçte Müslümanlar farklı farklı platformlardan Gazze’deki kardeşlerimizin yanında olduklarını göstermek adına bir şekilde seslerini duyurmaya çalıştılar. Kimi sosyal medyadan, kimi meydanlardan kimi de gazetedeki köşesinden… Yeri geldi, gasıp Yahudi varlığı “İsrail” telin edildi… Yeri geldi, kardeşlerimiz için eller semaya kaldırıldı.
Bu meselenin çözümü noktasında “sözü muhatabına söylemek” kabilinden yöneticilere orduları/Mehmetçiği hareket ettirmeleri gerektiği çağrısını yapanlar olduğu gibi sözü muhatabına söylemekten imtina edip; kolay ve daha az riskli olanını tercih ederek kâfirleri telin etmekle yetinenler de oldu. Kimileri de en üst perdeden Arap rejimlerin sorumluluklarını yerine getirmeleri gerektiğini söylerken Türkiye yöneticilerine tek bir söz bile söyle(ye)medi. Hele bir kesim var ki Cumhurbaşkanı Erdoğan başta olmak üzere Türkiye’deki yöneticilerin Filistin konusunda üzerlerine düşeni fazlasıyla söylediklerini, yaptıklarını savunmaktadırlar. En hazin olanının da bu olduğunu düşünüyorum; liderini korumak ve ona sahip çıkmak adına yapılanları, Filistin meselenin halli için doğru ve yerinde yapılmış gibi görmek. Ya da sırf liderimizi(!) haklı ve doğru iş üzere olduğunu gösterebilmek adına, gördüğümüz resme, enstantaneye kahramanlıklar yüklemek…
İki gündür sosyal medya portalları ve dahi ulusal TV kanalları, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Filistin meselesini konuşmak üzere Türkiye’ye gelen Blinken’ın kendisine sarılma teşebbüsünü bir hamleyle boşa çıkardığını konuşuyor. Hakan Fidan’ın bu hamlesiyle Blinken’a “tarihî ayar” verdiği yazıldı, çizildi. Ya da görüşmenin yapıldığı salondaki figürlere anlamlar yükleyerek, Türkiye’nin ABD’ye Mescid-i Aksa bağlamında güçlü mesajlar verdiği söylendi.
Yine liderini haklı çıkarmak gayretiyle, “devletin bir şey yapmadığını zannetmemek gerektiğini”, “bu işlerin davulla zurnayla olmadığını; yeri geldiğinde devletin masaya koyduğu bir kalemle Filistin meselesinde üzerine düşeni yaptığı” da söylendi.
Özetle; Filistin konusunda İslam beldeleri içerisinde sesi çıkan ve bir şeyler yapan tek ülkenin Türkiye olduğu söylenmektedir. Çok duymuşuzdur şu cümleleri: “Cumhurbaşkanı en azından bir şeyler yapıyor.” Evet, Cumhurbaşkanı Erdoğan miting meydanında en üst perdeden “‘İsrail’ bir terör devletidir!” dedi ve büyük ses getirdi. Çok ciddi bir diplomasi trafiği yürüttü ve halen yürütüyor. Bir şeyler yapmak adına “iki devletli çözümü” önerdi. Bakıldığında bunların hepsi birer “iş”…
Türkiye’nin bir şeyler yaptığı gerçeğini hiç kimse inkâr edemez. Ancak üzerinde durulması gereken nokta; Filistin meselesinin çözümü bağlamında yapılan herhangi bir “iş”in meşru zeminde karşılığının olup olmamasıdır. Ya da şöyle ifade edelim: yapılan herhangi bir şeyin doğruluğu, şer’i zeminde karşılık bulmasıyla alakalıdır. Şer’i delillerde karşılığı olmayan bir iş, doğru bir iş olmayacak, herhangi yani sıradan bir iş olmanın ötesine geçmeyecektir. Ki biz Müslümanlar için aslolan; “herhangi bir iş”in değil “şer’i bir iş”in yapılıyor olmasıdır.
Örneğin, niyeti ne kadar halis olursa olsun bir kimse, kurbanlık şartlarını üzerinde taşımayan bir hayvanı kurban niyetine kesecek olsa bu, -şer’i zeminde şartları itibariyle karşılık bulmadığı için- meşru bir iş olmayacak, hatta heba olmuş bir amel olacaktır. Hakeza, niyet ne kadar halis olursa olsun, şeytan taşlarken ne 6 ne de 8 adet taş atabilirsiniz. Zira şeytan taşlama ameli herhangi bir iş olmaktan çıkıp meşru karşılığı olan bir amel olsun isteniyorsa şer’i şartlara uygun olmalı ve taş 7 adet atılmalıdır.
Nasıl ki şer’i zeminde karşılık bulmayan işler ameli boşa çıkarır ve değersiz kılarsa bugün Filistin mezalimine son vermek adına Türkiye’nin attığı adımların da değersiz ve boş ameller olmaktan çıkması için meşru bir delile dayanması gerekmektedir.
Birlikte bakalım…
Miting meydanlarında üst perdeden kınamak: Evet, bu bir iştir ama güç ve kuvveti elinde bulunduran yöneticiler bakımından meşru bir iş değildir. Yapılması gereken kınamak değil, Allahu Teâlâ’nın, [وَاِنِ اسْتَنْصَرُوكُمْ فِي الدّ۪ينِ فَعَلَيْكُمُ النَّصْرُ] “Eğer onlar din hususunda sizden yardım isterlerse, yardım etmek üstünüze borçtur!” [Enfal Suresi 72] kavli gereği, orduları hareket ettirmektir. Ancak bu şekilde yönetici konumunda olan birisi meşru bir iş yapmış olacaktır.
Filistin için “iki devletli” çözüm gayretinde olmak: Bu da bir gayrettir ve iştir, en nihayetinde… Ancak “iki devletli çözüm”ün mahiyeti incelendiğinde; bunun, İslam’a ait toprakların bir kısmından feragat etmek olduğu görülür. Şer’i deliller ışığında bakıldığında ise İslam’a ait olan toprakların “zerresinden” bile vazgeçmek haramdır. Bu durumda, iki devletli çözüm gayreti de meşru değildir ve bu gayret ne kadar çok olursa olsun İslami açıdan bir kıymetiharbiyesi yoktur.
Katilleri topraklarımızda ağırlamak: Liderlerini temize çıkarma gayretinde olanlar her ne kadar bunun adına “diplomasi” ve “reel siyaset” deseler de İslam, katillerle işbirliğini kat’i surette yasaklıyor: [لَتَجِدَنَّ اَشَدَّ النَّاسِ عَدَاوَةً لِلَّذٖينَ اٰمَنُوا الْيَهُودَ] “Kuşku yok ki iman edenlere, insanlar içinde en amansız düşmanlar Yahudilerdir!” [Maide Suresi 82] ayetinde buyrulduğu üzere; İslam’a ve Müslümanlara en azılı düşman olan Yahudiler olduğu halde, onlarla Müslüman kanı üzerine pazarlık yapmak haramdır. Bu konuda meşru olan tavır, Yahudi temsilcisini topraklarımıza asla sokmamak ve Müslümanların kanlarını akıtan Yahudi varlığından hesap sormak için tıpkı Peygamber efendimizin Beni Nadr’a yaptığı gibi ordularla üzerlerine yürümek olmalıdır. İzzetli olan tutum ve tavır budur yoksa kucaklamak isteyen kâfirin sarılma isteğini boşa çıkarmak değil… Bu tavrın delili için kâfirlere zilleti tattıran şanlı tarihimize bakmak yeterli olacaktır.
Filistin meselesinin köklü çözümü, şer’i zeminde tartışılması gereken bir konudur. Öyleyse Türkiye’nin Filistin’deki mezalimi sonlandırmak için attığı adımları ve “iş” kabilinden ortaya koyduklarını şer’i delillerin ışığında değerlendirmek gerekmektedir. Bakıldığında; Türkiye yöneticilerinin Filistin bağlamında yaptıkları işlerin meşru zeminde kendisine yer bulamadığı görülmektedir.
Dolaysıyla meşru zeminde karşılığı olmayan işleri hayırlı ve kıymetli işler olarak lanse etmeye çalışmak da Allah katında ayrıca büyük bir mesuliyettir.
STK’ların, cemaatlerin, İslami yapıların vazifesi de Türkiye’nin Filistin bağlamında yaptıklarının, ortaya koyduğu gayretlerinin meşru zeminde karşılığı olmadığını hatırlatmaktır. Yine Cumhurbaşkanı dâhil olmak üzere bütün İslam beldelerinin yöneticilerine hitaben, esasi çözüm olan; “ordular hareket ettirme” şer’i hükmüne çağrıda bulunmaktır.
Şayet birilerinin “doğru-yanlış” kriteri, başımızdaki idarecilerin doğruları ve yanlışları olduysa ya da bu kişilerin yöneticileri koruma içgüdüsüyle yapılanları meşru gösterme gayretleri varsa o kimse, kıyamet gününde bu yaptığıyla yüzleşecektir. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem efendimiz, bu tabloyu şöyle aktarmaktadır: [مَا مَنَعَكَ أَنْ تَقُولَ يَوْمَ كَذَا وَكَذَا الحق، فيقولَ: يَا رَبِّ إِنِّي خَشِيتُ النَّاسَ. قَالَ: إِيَّايَ أَحَقُّ أَنْ تَخْشَى] “Allah kuluna sorar: ‘O gün hak sözü söylemekten seni alıkoyan nedir?’ Kul der ki: ‘Ya Rabbi insanlardan korkmuştum!’ Allah da der ki: ‘Halbuki en çok Benden korkmalıydın!’” [ibn Mace]
Bizi cennete ve Rabbimizin rızasına nail kılacak olanın, körü körüne bağlandığımız liderler değil Allah’a ve Rasulü’ne olan bağlılığımız olduğunu asla unutmamalıyız. Zira yarın çok geç olabilir. Allah Azze ve Celle şöyle buyuruyor: [وَقَالُوا رَبَّنَٓا اِنَّٓا اَطَعْنَا سَادَتَنَا وَكُبَرَٓاءَنَا فَاَضَلُّونَا السَّب۪يلَا] “Ve Ey Rabbimiz! diyecekler. Biz liderlerimize, yöneticilerimize ve ileri gelenlere uyduk. Onlar da bizim yolumuzu şaşırttılar.” [Ahzap Suresi 67]