Bundan evvelki makalemde sözlerimi tamamlarken bu devrin siyasi söylemlerine, mefhumlarına değineceğiz demiştim. Bu konuya temas etmeden önce İslam’ın siyasi mefhumlarının ümmete kazandırmış olduğu siyaset yöntemine kısaca değinmek isterim.
Siyasetin en önemli kurallardan birisi izlenilen siyasetin ana hatlarından ayrılmadan, kolay ve basit, anlaşılır hale getirilmesidir. Bunun için telakki edilen olayların, haberlerin ve çıkarımların detaylarından ziyade kasıtları kayda değerdir.
Yani yaşanan olaylara, haberlere ve çıkarımlara basit sorular sorarak makul, mutabık, somut delile dayanan cevaplar vererek anlamaya, anlatmaya ve davranışlarda icrasının kolayca yapılmasına çalışmak gerekir. Eğer basit sorulara basit cevaplar veremiyorsanız ve yapmak istediğiniz işler kafa karışıklığınızdan dolayı yapmakta zorlaşmışsa biliniz ki o hususta “at izi it izine karışmıştır”.
Bu sebeple İslam dini izlediği siyasetin çözümlerinin, tatbikinin ve yayılmasını basit, pratik, kolay anlaşılır olmasını amaçlar. İslam dini insanların sorunlarını çözmeyi, maslahatlarına hizmet etmeyi şer’i hükme istinat ederek tatmin etmeyi hedefler. İşte bu yüzden İslam dini siyasi mefhumlarını bina ettiği fikir ve metodun açık ve net anlaşılır olması gerektiğini bildirir.
Allah (s.v.t.) kâfirler ile müminleri birbirinden bu siyaset ile ayırt etmiştir. Bütün Rasuller toplumlarını böylesi bir siyasete davet etmiştir. Bu siyaseti anlamak ve açıklamak için âlimlerimiz kitaplar neşretmiştir. Allah (s.v.t.) insanoğlunun hayatı hakkındaki siyasetin temelini bozmaya çalışanlara, bütün peygamberleri aracılığa ile “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin! Sizin için O’ndan başka ilah yoktur.” söylemelerini emretti.
Allah (s.v.t) Nebimiz (s.a.v.)’i de bu sözle gönderdi. Rasulullah (s.a.v.) kavmine şöyle buyurdu: “Ey kavmim! La ilahe illallah deyin kurtuluşa erin.”
Ama kâfirler böyle değildir. Sömürgeci kâfirlerin insanoğlunun hayatı hakkındaki siyasetleri gövdesi kurumuş, kökleri yerden koparılmış, ayakta durma imkânı olmayan (kötü) bir ağaca benzediği için siyasetlerine bina ettikleri fikir ve metotlarını açığa çıkarmazlar. Kalplerinde saklarlar.
İngiltere ve ABD insanoğlunu daha rahat sömürmek ve insanların kendileri tarafından sömürüldüğünü fark etmemeleri için fikirlerini ve metotlarını gizlerler. Sömürü fikirlerinin ve metotlarının açığa çıkmaması için uyguladıkları üsluplarda sürekli değişkenlik göstererek yapmış oldukları cürümlerin izlerini kaybettirirler.
Böylece Müslümanlar “at izini it izine” karıştırırlar. Çünkü sömürgeci kâfirler fikirleri ve metotlarının Müslümanlar nezdinde anlaşılmaması için ellerinden geleni yaparlar. Toplum olarak kimin dost kimin düşman olduğunu anlayamazsınız. Neyin Müslümanların maslahatına olduğunu neyin maslahatlarına olmadığını belirleyemezsiniz. Kime yönelmeniz gerektiğini kimden yüz çevirmeniz gerektiğini bilemezsiniz.
İngiltere ve ABD sömürmek istediği Müslümanlara ait bir beldede veya yörüngesine almak istediği Müslümanlara ait bir beldede siyasetin basitlik ilkesini karmaşık hale getirir. İslam’ın açık ve net fikir ve metodunu anlaşılmaz hale getirip, siyasi mefhumlarını itibarsızlaştırır. Sömürgeciler için siyaset ne kadar kafa karışıklığına sebep veriyorsa o beldenin sömürülmesi bir o kadar kolay olur.
İşte Müslümanlar tam da böylesi bir yalnızlık, şaşkınlık ve karışıklıkla aynı Cumhurbaşkanı Erdoğan gibi karışık ve anlaşılmaz politik söylemler geliştirmeye başlar... Yörüngesine girdiğiniz ABD veya İngiltere’nin cürümlerini örtbas eder, Müslümanların üzerine kurmak istedikleri kirli tezgâhların ameleliğini yaparsınız! Elini sıktığınız insanların hiçbiri güven vermez! Yol arkadaşlarınıza sırtınızı yaslamaktan korkar hale gelirsiniz. Yalnızlaşır... Yalnızlaşır... Bir başınıza kalırsınız. Tek başına kalmış kukla misali ipleriniz kimin elinde ise onun oyununu oynamaya başlarsınız.
Bu devirdeki İslami kesimlerin siyasi söylemleri ve mefhumları da işte tam bu başlangıç noktasından neşet ederek farklılıklar arz etmektedir. Müslümanların siyasilerinin sabit, özel İslami siyasi mefhumlardan mahrum oldukları için Türkiye’deki İngiliz ve ABD iktidar çatışmasında yörünge bulmaya çalışırlar.
Bu sebeple bazen realist olurlar. İman ettikleri din ile toplumun kalkınmasına bakmaksızın; “Hilafet devleti İngilizlerin oyunları ile yıkılmasından sonra biz demokratik laik sosyal bir hukuk devleti kurduk. Artık Türkiye, Cumhuriyetle yönetilen laik bir devlettir. Fakat anglosakson veya Batılı anlamda bir laiklik anlayışını kabul etmiyoruz. Laikliği dinsizlik olarak kabul etmiyoruz. Laikliği din karşıtlığı olarak kabul etmiyoruz. Din insanoğlunun en önemli kurumlarından biridir, laiklik ise demokrasinin vazgeçilmez şartı, din ve vicdan hürriyetinin teminatı olarak görmekteyiz… Laikliğin de din düşmanlığı şeklinde yorumlanmasına ve örselenmesine karşı olmalıyız...” diyerek Müslümanlara siyasi mefhumlar kazandırmaya çalışırlar.
Mevcut vakıayı (Cumhuriyetin kurucu felsefesi laik sistemi) kabullenmeyi bir maslahat zanneden bu kesimler, İslam’ı, dinimizi, nizamın temel akidesi olmasından ziyade toplumsal bir kurum statüsünde görmekteler.
Özellikle kafa karışıklığı bu kıvama gelmiş cemaat, dernek ve siyasi partiler, laik devlet aklı tarafından makbul görülen kitlelerdir.
Bir de bu devrin kendilerine aklıselim (rasyonalist) diyenleri vardır. Onlar ise yapmamız gerekenleri söyle ifade ederler: “Hilafet ilga edilmiştir. Hilafet, hükümet ve Cumhuriyet mana ve mefhumunda esasen mündemiçtir. Hâkimiyet âlem üzerinde, bilgisi, iradesi, rahmeti, adalet ve kudretiyle mutlak hâkim hiç kuşkusuz Allah’a aittir. Bütün varlıklar da bu külli hâkimiyetin altındadır. Allah’ın külli hâkimiyet kavramıyla ‘Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir.’ mefhumundaki `hâkimiyet' kavramı farklı şeylerdir. Biri itikadi meseldir. Diğeri ise teknik, insani bir meseledir. Birbirine karıştırılmamalıdır. Buradaki mefhum Kuran’ın kastettiği hâkimiyet değildir. İnsanoğlunun siyasi manada milli iradeyi esas alması ve onun üstünde bir güç tanımamak demektir. Bir arada yaşam projeleri üreterek, Batı kavram ve değerlerinin, İslam ile benzerliklerini görmeliyiz.” diyerek Müslümanları sağduyulu olmaya, ılımlı siyaset izlemelerini sağlayacak siyasi mefhumları Müslümanlara kazandırmaya çalışırlar.
İslam’ın özel siyasi mefhumlarından bihaber tarihselci okumalarıyla demokrasiyi ve laikliği içselleştirmeyi bir erdem zanneden bu kesimler, İslam’ın, insanoğlu için belirlediği nizamını kendi akidesini esas alan bir akli akide olarak görmezler. İslam nizamının akidesinden fışkıran akli bir akide olmasından ziyade ahlaki, ilkesel bir öğreti olduğunu siyasi rejimin düzenlenme işinin teknik bir konu olduğunu, topluma bırakılması gerekildiği görüşündedirler.
Tabii ki bütün bu siyasi mefhumlar ve söylemler İslam’ın ve Müslümanların vakıasına mutabık olmadığı için sosyal arızalara, siyasi homurdanmalara sebebiyet verecektir. İşte tam bu esnada günümüzün idealist siyasi mefhumlar işin içerisine katılmaya başlanır. “Yeni Türkiye, bağımsız Türkiye, toplumu ile barışık Türkiye, emperyalist güçlere direnen Türkiye, güçlü Türkiye, yön veren Türkiye, Müslüman ülkelerin hamisi Türkiye” diye birilerinin İslam tarihine öykünerek ve İslami duygularla çağrışımlar yaptığını görürsünüz.
Sonra bu söylediklerinizi, atıf yaptıkları tarihimizi, İslami duygularımızı hepsini allak bullak edip, bin bir türlü mugalatayla demokrasiyi ve cumhuriyeti taçlandırırlar. “Milletimizin huzurunu ve refahını daha da artırmak cumhuriyetin bizlere verdiği görevidir. Biz de bu görevleri yapıyoruz” demeye başlarsınız... İngilizlerin ve ABD’nin izlerini örter, cürümlerine alet olur, kirli emellerinde kullandığı maşa görevini üstlenirsiniz.
Çünkü sizler düşmanınız olan İngiltere ve ABD’nin siyasi mefhumlarına itibar etmektesiniz. Düşmanlarınızı bertaraf edecek İslam’ın özel siyasi mefhumlarına sarılmaktan da korkmaktasınız. İslam’ın açık ve anlaşılır (Ey kavmim! Allah’a kulluk edin! Sizin için ondan başka ilah yoktur) siyasi talebini toplumunuza anlatacak akıl ve nefisleriniz tahrip olmuştur. Bu yüzden İngiltere ve ABD’nin hazırlamış olduğu siyasi ortam ve mefhumlarını kendinize tek kurtuluş olarak görmektesiniz.