Şu bir hakikattir ki Müslümanların büyük çoğunluğu İslam’ın siyasi mefhumlarından mahrumdur. Nasıl olmasınlar ki? Çünkü Osmanlı Hilafet Devleti’nin yıkılmasından bu yana dünya siyasetinde, yerel veya bölgesel siyasette, İslam’ın özel siyasi mefhumlarına sahip güven duydukları siyasi kitleler veya kimseler çok nadirdir. Yönetici ve siyasilerin genel ekseriyeti Batı’nın evrensel ve devletlerarası esaslarına sahip kimselerdir.
Hâlbuki iman ettiğimiz İslam’a göre bu siyasetçilerin; yerel, bölgesel ve devletlerarası siyasette sömürgeci kâfir devletlerin siyasi mefhumlarına sahip olması caiz değildir. İslam siyasi kitlelere veya kimselere yerel, bölgesel ve devletlerarası siyasette İslam’ın özel siyasi mefhumlarıyla amel etmeyi farz kılmaktadır. Bu hakikati bu şekilde biliyor ve şartsız, tevilsiz olarak inanıyor olmalıydık.
Oysaki Müslümanların oylarını talep eden mevcut yöneticilerin bu hakikati biliyor olması, reel politik, konjonktür vb. gibi nedenlerle bundan beri durmaması gerekiyordu.
Bu sebeple Müslümanların topraklarında kurulan sömürü veya yörünge statüsünde olan devletler ve halklar hiçbir zaman tam ve kâmil bir siyasi uyanıklığa sahip olamadılar. Osmanlı Hilafet Devleti’nin yıkılmasının ardından kurulan/kurdurulan devletlere ve onların siyasetçilerine hegomanya mücadelesi veren iki sömürgeci devlet (İngiltere ve ABD) hükmetti.
Halkı Müslüman olan devletler yerel, bölgesel ve devletlerarası siyasetlerini İngiltere veya ABD’nin siyasi mefhumlarıyla şekillendirdi. Çünkü işbirlikçi yöneticiler, siyasi amellerinde bu iki devlete tâbi oldular veya onların yörüngesine girdiler. İşte bu zaviyeden özellikle 1950’lerden bu yana Türkiye’de hegomanya mücadelesi veren İngiliz ve Amerikan siyasi mefhumlarının neler olduğunun izahını yapmaya çalışacağız.
Türkiye’de İngiliz siyasi mefhumlarına sahip olan kitleleri/kimseleri gözlemlediğimizde, bunların daha çok laik Kemalistler olduğu ve ulusalcı çizgide siyaset yürüttükleri gözlenmektedir. Amerikan siyasi mefhumlarına sahip olan kitlelere/kimselere bakıldığında ise bunların daha çok liberal, demokrat ve muhafazakâr bir çizgiye sahip olduklarını görebilirsiniz.
İngilizler Lozan’da Hilafet’in ilgasına karşılık Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasına onay vermiş ve tepeden inme laiklik anlayışı ile devletin kontrolünü askerlere, elit Kemalist zümrelere bırakmıştır. Yine parlamenter sistem ile siyasi ayaklarının ve nüfusunun bekasını korumaya çalışmıştır. Müslüman halka güvenilmediğinden ve birinci derecede tehdit olarak algıladığından dolayı erkler sistemi ile bir emniyet supabı oluşturmak, iktidarda her kim olursa olsun kendi nüfusunu korumak ve Türkiye’nin yönetiminde dolaylı olarak söz sahibi olmak istemişlerdir. İngilizler asli vazifesi laik Kemalist Cumhuriyeti korumak olan TSK, güçler ayrılığı ilkesinden oluşan karmaşık çok başlı devlet yapısı ve muhalefette olmanın bile etkili olduğu parlamenter sistem ile etkili olmak istemişlerdir. Bu nedenle Türkiye’deki İngiliz siyasetini takip eden kitleler/kimseler daha önce Özal ile dillendirilen ve şimdilerde yoğun bir şekilde tartışılan başkanlık sistemine karşıdırlar.
Amerika’nın Türkiye’deki siyasete bakışı ise farklılık arz eder. Zira egemen olan İngiliz siyasetini ele geçirmek için daha çok çalışması gereken Amerika’dır. Dolayısıyla Hilafet’i yıkan İngilizlerin kurdukları Cumhuriyetin kırmızıçizgilerini ve kalesinin içten fethedilemeyeceğini bilmektedir. Amerika, 1923’den bu zamana kadar İngiliz siyasetinin tatbikiyle toplumda oluşan siyasi handikapları kullanarak devlete sızmayı ve yörüngesini değiştirmeyi amaçlamıştır. Bu amacına da özellikle son 15 yılda hızlı bir şekilde ulaştığını söyleyebiliriz.
Amerika, İngilizlerin Türkiye’deki sisteminin tepeden inme laiklik ve asker güdümünde olduğunu bildiği için daha çok halklar üzerinden iktidarı değiştirmeyi hedefledi. Bu sebepledir ki baskıcı laik Kemalist siyasetin tersine, halkların daha çok hoşuna giden liberal ve demokratik söylemler geliştirdi. Serbest piyasa, merkeziyetçi devlet, muhafazakâr demokrasi, ılımlı İslam ve halka hizmet anlayışı gibi siyasi mefhumları kullandı. Ayrıca ya siyasi basiretten uzak ya da vakıaya pragmatik olarak bakan ötelenmiş olan kitleleri ve kimseleri de kullandı.
Böylece devşirdiği siyasiler, kanaat önderleri, bürokratlar ile devletin kurumlarına sızma ve mevzi kazanma stratejisini izledi. Amerika, Türkiye’de İngiliz kurnazlığı ile kurulan devletin işleyiş yapısı değişmediği sürece, Türkiye’de sahip olduğu iktidarın sürdürülebilirliğinin olmadığını bilir. Bu sebeple de anayasa değişliği yani başkanlık sistemini istemektedir.
İngiltere ve ABD’nin Türkiye’nin iç ve dış siyasetini şekillendirirken kullandıkları üsluplar ve planlar yukarıda belirttiğimiz gibidir. Türkiye hakkındaki siyasi mefhumları buna göre şekillenmektedir.
İngiliz siyasi mefhumlarını benimseyen siyasi kitleler; Cumhuriyetin kurucu ilkelerine sahip çıkmak, milli devlet değerlerini korumak ve koalisyon hükümetleri ile iktidarda söz sahibi olmak isterler. Dış siyasette bölgesel çıkarları korumaktan ziyade bölgesel dengeleri korumayı amaçlayan bir köprü ülke olma hedefini gözetirler. Devletlerarası dengeyi korumak ve ne pahasına olursa olsun devletlerarası siyasette kendi varlığını korumak için çalışırlar.
Amerikan siyasi mefhumlarını benimseyen siyasi kitleler ise Cumhuriyeti sahiplenir ancak katı bir laiklik anlayışına karşıdırlar. Demokrasiyi ve liberalizmin siyasi mefhumlarını benimserler. Çünkü halkın ezici çoğunluğuna sahip olmak için demokrasiyi bir üslup olarak kullanırlar. Servet sahibi, şirket sahipleri, iş adamları ile güçlü çevrelere nüfuz ederler. İnsanların çoğunluğunu demokratik haklar ile kazanmaya ve halk tabanını kendi tarafına çekmeye önem verirler. Türkiye’yi İngilizler gibi köprü ülke yerine bölgede yıldızını parlatarak merkez ülke olmasını sağlarlar. Serbest piyasa, ılımlı İslam, muhafazakâr demokrasisi ile rol model olması gerektiğini savunurlar.
Türkiye’deki İngiliz siyasetinin İslam’a bakışı; zoraki bir kabulden ibarettir. Bu nedenle Cumhuriyet tarihi boyunca İslam’a ve Müslümanlara saldırmışlar ve kutsalları ile dalga geçmişlerdir. İslam’ın tekrar hayat sahnesine çıkıp Cumhuriyetin yıkılacağını bildiklerinden dolayı, Müslümanları sürekli olarak kontrol altında tutmaya çalışmışlardır. Kamusal alanda temel dini emirlerin uygulanmasına karşı çıkmışlardır. Üniversitelerde ve devlet kurumlarında başörtüsüne karşı çıkmışlar, TSK bünyesinde namaz kılınmasını yasaklamışlar, İslami tüm sembolleri tehdit olarak algılamışlardır. Statükodan korkan, sistemin içerisinde bir yama gibi var olmayı kabul eden bir portföyü ve din anlayışını ön plana çıkarır. Bu bakış açısından da Mili devlet, milli din, milli değerler, milli duygular, milli Müslüman mefhumunu icat eder.
Türkiye’deki Amerikan siyasetinin İslam’a bakışı ise muhafazakârlık ve ılımlı İslam zaviyesinden oluşur. Protestan din anlayışını Müslümanlara kazandırmak için sosyal olaylarda dini figür, sembol ve kodlarının kullanılmasında bir tehdit görmezler. Bireylerin dini vazifelerini yapmalarında daha hoşgörülüdürler. Başörtüsü yasağının kaldırılması, TSK bünyesinde namaz kılınmasına izin verilmesi gibi… Müslümanların sisteme entegre olması ve kendilerine göre aşırılıkların törpülenmesi onlar için yeterlidir. Tarihi ile barışık, reel politik vakıada yaşamayı öğrenmiş bir portföyü ve din anlayışını ön plana çıkarır. Bu bakış açısından da Güçlü devlet, Ilımlı din, ortak değerler, ortak duygular, muhafazakâr demokrat mefhumunu icat eder.
İngiltere ve ABD’nin, İslam hakkında ortak oldukları tek hedef mefhumları ise siyaset ve dinin bir arada bulunamayacağı düşüncesidir. Sadece İslam ile mücadeledeki yöntem ve üslupları farklıdır. “Küfür tek millettir” hadisi şerifi gereğince İslam’a esastan karşıdır ve İslam’ın yeniden bir devlet olarak dünya sahnesine çıkmasını istemezler. Bu ortak amaç doğrultusunda da dünyanın birçok coğrafyasında Müslümanlara karşı birlikte hareket etmekte, müttefik olmakta ve beraber katliamlar yapmaktadırlar.