Ben de birçok insan gibi bu bayramı yeni duydum. Sorsalardı herhalde Hindistan’da Hinduların kutladığı bir bayram derdim. Ama bizim beldemizde hatta başkentimizde üstelik devletin mülki amirlerini yetiştiren bir kurumda kutlandığını duyunca çok şaşırdım. Ama bu şaşkınlığım tefekkür ettikçe yerini üzüntüye ve karamsarlığa bıraktı. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi’nde 157 yıllık gelenek diye kutlanan “İnek Bayramı” maalesef ki kastını da, haddini de fazlasıyla aşan bir kutlama haline geldi. Normalde eğlenmeye fırsat bulamayan çalışkan (inek) öğrencilerin her yıl Mayıs ayında birkaç gün boyunca eğlenme fırsatı bulsunlar diye tertip edilmiş bir etkinliktir. Fakültenin bölümleri arasında ferman okunarak gerek gündemdeki popüler kişiler gerekse de öğretim üyelerinin ‘ti’ye alındığı (hicvedildiği) bu etkinlik, artık her yıl sanatçı davet edilerek konserler düzenlenen ve oldukça fazla alkol tüketilen bir ritüel oldu. Vur patlasın çal oynasın kültürüyle yetişen öğrencilerin özellikle de Mülkiye gibi bir bölümden mezun olduktan sonra nasıl yöneticiler olacağı merak konusu. Belki de yönetici konusunda herkesin diline pelesenk olan ‘alternatif yok’ söyleminin içini doldurmak için gerekçe olabilir. Bu yıl bu bayram özellikle de İslami bir mefhum olmasından dolayı ‘bayram’ olmaktan çıkıp, aşağılık bir tiyatro oyununa döndü. Bu sefer öğrenciler tabir yerindeyse **‘Rezilliğin Son Perdesi’**ni oynadılar. Sakallı, cübbeli, sarıklı bir gencin ağzından dökülen esprilerin seviyesi yerlerde sürünüyordu. ‘Kostüm Müslümanlığı’ tabirini yerle yeksan eden bu oyun açık bir şekilde bize şunu gösterdi: ‘Şahsiyet; fikirler ile davranışların uyumlu olması, örtüşmesidir. Şahsiyete dış görünüşün, giyim kuşamın ve fiziki özelliklerin hiçbir etkisi yoktur. Zira onlar sadece kabuklar ve değişken görüntülerdir.’
Bu şekilde giyinmiş bir üniversite öğrencisinin İslami bir takım mefhumlara saldırmasının acı verici olduğu kadar ona alkış tutan ellerin varlığı da geleceğimiz açısından düşündürücü değil mi? “Altından şaraplar akan ırmaklar varmış, sen cenneti meyhane mi sandın?” esprisine alkışlar koparan kızlı-erkekli öğrenciler, arkasından söylenen ve yazmayı ahlaken uygun bulmadığım “dört huri” esprisine ise kahkahalar atarak teveccüh gösterdiler. Yaş ortalaması 20-25 civarı olan bu öğrencilerin gelecek kaygıları, kariyer hedefleri ve hayat standartları konusunda ciddi araştırmalar yapmak gerekebilir. Yine aile yaşantıları, anne-baba tutumları özellikle de bu davranışlarından sonra ebeveynlerin tepkileri ölçülmeli, incelenmelidir. Zira bu mesele ciddi bir ‘nesil problemi’, ‘zihinsel kayma’ hastalığıdır. Eğer bu hastalığın kaynağı tespit edilip iyileştirilemezse çocuklarımız büyük umutlarla okumak istedikleri üniversitelerde adeta travma yaşayacaklar ve bu onlarda derin izler bırakacaktır.
Batı’dan edindiği demokrasiyi Batı’ya pazarlayacak kadar içselleştiren yöneticilerimizin varlığı, Batı’nın sahip olduğu İslam düşmanlığını gölgede bırakacak fiiller ortaya koyan gençlik inşa etti. Tersinden düşünecek olursak buna benzer bir tiyatroyu Batı’nın merkezinde yasaklayan Halifelerin varlığı, dünya tarihini yeniden yazacak nesilleri var etti. Hem de ne nesil…
Genç nüfusa sahip olan bir ülke, kalkınma yolunda ilerlemeye müsait demektir. Tüm dünya ülkeleri bu yüzden nüfusun gençleşmesi için planlamalar ve ciddi harcamalar yapar. Fakat kalkınmak için tek başına genç olmak yetmeyebilir. Zira dinamizm ile sahip olunan fikirlerin de harekete geçirilmesi sağlanırsa bu, kalkınmaya götürür. Yukarıda üzülerek anlatılan bu tablo hem genç olmaları, hem de en prestijli üniversitelerde okumalarından dolayı öğrencilerin önemli denilebilecek kazanımlarını bir çırpıda kaybetmelerine neden olabilir. Zira duyguların, fikirlerin ve amellerin birbirinden farklı olması, rotasız gemi örneğini akıllara getirmektedir.
Peki, özellikle de bürokrasinin farklı kollarında görev alacak, yönetim kademelerinde bulunacak bu öğrencilerin ahlaki ve insani durumları hâlihazırdaki yöneticileri hiç düşündürmüyor mu? Ne gibi tedbirler alınmalı? Ya da bu durum gerçekten de vahim bir durum mu? Özgürlükler alanına girer mi? Özellikle de İslamcıların(!) -ne demekse- daha doğrusu “kafadan Batı düşmanı” olanların iktidar çevresinden tasfiye edildiği bir süreçte bu konunun ne önemi var? Dava kardeşliğinin, yol arkadaşlığının bir çırpıda arkada bırakıldığı, insani değerlerin başlıca menfaatler karşısında diz çöktüğü bir iktidar anlayışı bu sorunu nasıl çözebilir ki? Üniversitelerde parselleşerek çeperini genişleten TÜRGEV, İlim Yayma, Ensar vb. gibi yapıların burs vermekten başka kazandırdığı hangi özellik öğrencide caydırıcı olabilir?
Gelelim yeniden başlığa; “İnek Bayram’ından geriye ne kaldı?”
En başta cevaplanması gereken yukarıdaki sorular kaldı.
Biraz gelecek kaygısı ve ateşe sürüklenen gençlik…
Rabbini hakkıyla tanımayan bir gençlik.
Sorunlara kulak tıkayan bir hükümet.
Önyargılarının kurbanı olan bir nesil.
Ama en önemlisi de;
İntihar eden bir iktidar...