Okuyacağınız bu makaleyi yazma niyetim ta haftalar öncesinden vardı. Suriye konusunda Uluslararası devletlerin, özellikle Türkiye hükümetinin yaklaşımını ve Suriye konusunda ki dış politika sınavını sorgulamayı ve Türkiye İktidarına buradan seslenmeyi amaçlıyordum. Bekledim ve umut ile Türkiye iktidarının Suriyeli kardeşlerimizden yana neler yapabileceğini görmek istedim. Ne ala Suriyeli kardeşlerimiz gibi anladım ki Allah’tan başka kimsemiz yok. Suriye konusunda yapılacak ve yazılacak o kadar şey var ki, hangi birini kime nasıl yazıp iletelim şaşırmış durumdayız. Suriye de insanlar her gün bombardıman altında ölüm kalım savaşı verirken bu konuda yazmanın rahatlığını yaşamak bir Müslüman olarak bana acı veriyor. Ama eğer Suriye deki kardeşlerimize herhangi bir vesile ile yardımcı olacaksak (bu yazdıklarımızla), üzerimizdeki vebalin yükünü sadece biraz olsun hafifletmiş olacağız. Umarız bu yazılanlar ve açıklamalar bir nasihat olarak gerekli mercilere ulaşır ve Suriye deki kardeşlerimize ulaşan yardım ile bütün Müslümanların üzerindeki bu ağır vebal kaldırılmış olur.
Henüz daha 11 ay önce Suriye de hiç kimse hesabın 11 ay sonraki bu güne bu şekilde döneceğini ummuyordu. Zalimliğini babasından aldığı mirasla perçinleyen Beşşar Esed’in her şeyi en güzel şekilde yöneteceği umuluyordu. Onun için hem ABD, hem de Türkiye hükümeti o günlerde Beşşar’a nasihat ederek reform yapma çağrısını iletmişlerdi. Nasıl olsa Orta doğuda demokratik bir rüzgâr esiyordu, Beşşar da bu rüzgârın etkisi ile reformları yapar kanaatini taşıyorlardı. Ancak hesap tutmadı ve Beşşar zalimliğini gösterdi. Zulüm Müslümanların direncini her geçen gün biledi ve her geçen gün Suriyeli Müslümanlar bu zalimin ve arkasında ki destekçilerinin planlarını boşa çıkardılar. Hiç kimse Orta doğudaki bu uyanışın böyle bir atmosfere ulaşacağını tahmin bile edemezdi. Bu atmosfer öyle sıcak bir hal aldı ki, Müslümanlar: “Allahın senden başka kimsemiz yok” dediler ve yalnız O’nun yardımına sığındılar. Bu atmosfer öyle güzel bir aydınlık oluşturdu ki Müslümanlar için ak ile kara belli olur oldu. Bu atmosfer öyle güçlü bir neticeye ulaştı ki, yıllardır Müslümanların dost bildikleri meğer düşmanmış bunu gördüler.
Suriye’nin bölgedeki iki önemli “dostu” Türkiye ve İran maalesef bu 11 aylık süre içerisinde hiçte iyi bir sınav vermediler. Bu süreçte ülkelerin dostluklarının belirleyicisinin ne olduğunu da öğrenmiş oldu aslında Müslümanlar. Ülkeler arasında ki bu göstermelik dostluk demek ki halkların dostluğu değil, ülke yöneticilerinin ve bu yöneticilerin efendilerinin aralarında ki dostlukmuş. Bu “dost” ülkelerden İran’ın ve İran’ın desteklediği Hizbullah’ın bu süreçteki konumuna yazıda çok yer ayırmayacağım. Sadece aşağıdaki video linkini tıklayıp izlemeniz İran ve Hizbullah’ın bu süreçteki yaklaşımı konusunda size yeterince fikir verecektir sanırım.
Türkiye’nin Suriye Sınavı…
Türkiye’nin bölgede üzerine yüklenmiş BOP projesi kapsamında ki rolünden bağımsız bir değerlendirme yersiz ve basiretten yoksun bir değerlendirme olur sanırım. Demokratik İslam algısını zihinlere yerleştirmiş model ülke Başbakanının, Tunus ve Mısır diktatörleri için söylediği sözleri Suriye diktatörü için söylememiş olmasını yüklendiği bu misyon ile ilişkilendirmek gerekiyormuş!
Türkiye’nin Suriye de olayların başladığı ilk günden bu güne izlediği politikayı belirli başlıklar altında sıralamak gerekirse şöyle sıralayabiliriz:
1: Reformist Yaklaşım Çağrısı
Beşşar Esed, Suriye de olaylar ilk başladığı günlerde genç çocukların tırnaklarını çektirip Onlara işkence yaptırırken ABD ve Türkiye den ses çıkmıyordu. Ta ki bu zulüm ve kıyımlar iyice ayyuka çıkınca Beşşar Esed’e Reform çağrısını ilettiler. Bu çağrıya icabet edeceğini sandıkları diktatör bildiğini okudu ve direnişin azmini bilemiş oldu.
2: Zaman Kazandırma Stratejisi
Baas yönetiminin baskıcı ve zalimane yaklaşımına bilenen Suriye halkı ayaklanmaları başka şehirlere de taşıdılar. Suriye de meydanlar Müslümanların Beşşar’a olan kin ve nefretleri ile dolup taşıyordu. Bu süreçte ABD kendi eli ile ve Türkiye üzerinden Suriye de Baas yönetiminin baskıyı artırarak direnişi kırması için zaman kazandırma stratejisini uygulamaya koydu. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Şam ziyareti ve sonrasında Beşşar’a verilen 15 günlük süre bunun göstergesidir. Verilen 15 günlük sürenin üzerinden kaç 15 gün geçti bilemiyoruz.
3: Alternatif Muhalefet Oluşturma
Suriye’nin diğer ülkelerden farklı olan bir yanı vardır. Suriye de hiçbir zaman bir muhalefet partisi barındırılmamıştır. Suriye de Baas yönetimine alternatif bir muhalefet yoktur. Dolayısıyla ABD ve Batı Suriye de Baas diktatörlüğü yıkıldıktan sonra nasıl bir yönetimin geleceği noktasında da çalışmalar yaptılar. Türkiye iktidarının desteği ile Türkiye de örgütleşmesi gerçekleştirilen “Suriye Milli Meclisi” Demokrat bir oluşum olarak Baas yönetimine alternatif olarak görülmeye ve hazırlanmaya çalışıldı. Tamamı Suriye sınırları dışında sürgün yaşayan “Suriye Milli Meclisini” oluşturan üyelerin belirlenmesine dahi ABD ve Türkiye hükümetinin müdahil olduğu Meclis üyeleri tarafından ifade edilmiştir. Dolayısıyla Suriye sınırları dışında yaşayan bu kuru kalabalığın Suriye için yapabileceği bir şey olamazdı. Zaten de ABD ve Türkiye bu muhalif harekete gerektiği kadar resmiyet ve ağırlık yüklemiştir. Çünkü Baas yönetiminden sonra ABD ve Batı için “güvenilirlik” verecek bir siyasi olgunlaşma gerçekleşmemişti ve gerçekleşecek gibi de gözükmüyordu.
4: İnsani Yardım Aldatmacası
Türkiye’nin Suriye politikasında bu gün gelinen son noktada yapmak istediği şeylerin ABD’nin yapmak istediği şeyler ile örtüştüğü aşikâr. Ta başından beri Türkiye’nin Suriye konusuna yönelik kendine ait bir politikasının olmadığını söyleyebiliriz. Dikkatle takip edilirse ABD başkanı Obama’nın veya Dışişleri Bakanı Clinton’un yapmış olduğu her açıklamadan sonra Türkiye de Başbakan veya Dışişleri Bakanının aynı açıklamaları farklı sözcüklerle ifade etmesi bunun göstergesidir. Bu gün gelinen noktada Suriye de yaşanan şiddet ve kıyıma yönelik bir çözümün yerine oraya insani yardım gönderilmesi planının devreye sokulması 11 ay önceki planın tekrar masaya getirilmesini haber veriyor: “Beşşar Esed halkının sesine kulak ver ve reformları gerçekleştir.” 11 ay boyunca akan kan insan kanı değilmi idi? 11 ay boyunca Suriye de Baas diktatörünün ezdiği bu halk insani yardım’a muhtaç değilmi idi? Sormak gerekir bu insanlığından menkul yöneticilere…
5: Barış Gücü Planı
Her şekilde ABD ve Batı Suriye de tekrar eskiye dönülmeyeceğini çok iyi biliyorlar. Suriye de Tunus ve Mısır da ki gibi birer muhalefet partilerinin olmayışı ve Alternatif Milli Meclise tam bir “güvenin” çıkmamış olması Baas’dan sonra yönetimin kimlere kalacağı konusunda ABD ve Batıyı endişeye düşürmüştür. Suriye deki halkın ayaklanmalara İslami bir ruh kazandırması, bir türlü zulme boyun eğmemeleri ve İslami taleplerini dile getirmeleri Batının bu endişesini iyiden iyiye artırmıştır. Bu sebeple Suriye de Beşşar olsa da olmasa da güvenliği sağlayacak bir barış gücünün(Bugün insani yardım, yarın Nato ya bağlı askeri güç) bulundurulması şimdi yeni bir plan olarak ABD ve Türkiye tarafından konuşuluyor. Yani süreç Suriye yi Afganistan’a çevirme planına doğru gidiyor.
Şimdi Türkiye’nin Suriye için ve Suriye halkı için ne yaptığını ve bundan sonra neler yapabileceğini değerlendirmeye gerek var mı? Ayaklanmaların başladığı ilk günlerde Türkiye ye sığınan belirli sayıdaki Suriyeli halka kapılarını açmaktan başka fiili bir eylemden bahsedebilirmiyiz. Boş ve karşılığı olmayan sözlerden başka Suriye halkına verilen hangi destek muhatabına ulaşmıştır.
Suriye halkının ortaya koyduğu bu İslami direnişe İslam beldelerindeki tüm Müslümanlar İslami atmosferle bakarak destek verirlerken, Ortadoğu Müslümanlarının kalbini kazanmış bir iktidarın ve iktidarın etrafındaki liberal demokratların bölgesel çıkarlar ve Uluslar arası ittifaklardan bahsetmesi nasıl izah edilebilir.
Suriye konusunda ABD ve Türkiye’nin çıkarları nasıl ortak olabilir?
Meydanlarda ABD ve Batıdan gelecek yardımları istemeyerek Allahtan yardım bekleyen bu beldenin haklarının geleceği konusunda Türkiye iktidarı nasıl olurda ABD ile aynı düşünceleri paylaşabilir.
Kendisini İslamcılıkla tanımlayan bir iktidarın Irak, Afganistan, Tunus, Mısır ve Libya konusunda olduğu gibi Suriye konusunda da meseleye İslami çerçeveden uzak bölgesel ve Ulusal güçlerin gözü ile baktığını söylemek yanlış mı olur.
Gerektiğinde Osmanlının bırakmış olduğu o meşhur mirası kürsülerde bir argüman olarak kullanan Başbakan ve Bakanların Orta Doğu ve Kuzey Afrika da ki Müslüman kardeşlerinin çağrılarına kör ve sağır kaldıklarını görüyoruz. Yöneticileri bu çağrılara icabet ederek Allah’ın rızasını kazanmak, dünya ve ahrette izzet ve şerefe ulaşmaktan geri bırakan ve bu hayırlı amellerden men eden daha ulvi ve hayırlı bir görev ne olabilir ki.
وَاِنِ اسْتَنْصَرُوكُمْ فِى الدّينِ فَعَلَيْكُمُ النَّصْرُ
“…eğer onlar din hususunda sizden yardım isterlerse yardım etmek üstünüze borçtur”
Osmanlı Hilafet Devleti ve öncesindeki ecdadımızın mirasına dönüp baktığımızda hala bugün rahmetle andığımız takvalı ve cesur yöneticileri görüyoruz. Değil on binlerce şehidin kanının heder edilmesi bir kadının esir edilmesinin haberini aldığında oturduğu yerde elindeki suyu dahi içmeden harekete geçen ve ordularını bu kadının kurtarılması için seferber eden Halife Mutasımlar vardı. Bu gün Suriyeli kadınlar bu Mutasımları beklemekteler.
Suriyeli çocuklar annelerinin etrafına sıralanmış şekilde oturuyorlar ve annelerinin kendilerine pişireceği sadece bulgur plavının pişmesini beklerlerken evlerinin kapısından içeri sırtında un çuvalı ile Hz Ömer’in girmesini bekliyorlar.
Video link: http://www.facebook.com/#!/photo.php?v=2673575091856
Ama lakin bugünün yöneticileri Suriyeli erkeklere, çocuklara, kadınlara yardım etmekte acele etmek bir yana Suriye için şerir planların düşünüldüğü ve kararlaştırıldığı Beyaz Saray da akşam yemeklerinde “leziz” buluşmalar gerçekleştirmekteler. Hiçte ar etmeden bu yemek toplantılarını Müslüman kamuoyu önünde gülücükler dağıtarak paylaşmaktalar.
Sayın Başbakan Erdoğan başta olmak üzere Dışişleri Bakanı Davutoğlu’na Suriye de ki Müslüman kardeşlerimizin duygu ve acılarıyla bir çağrıda bulunmak istiyorum.
Sizlere sadece iki yol ayrımında olduğunuzu hatırlatmak istiyorum. Sizler ya Müslümanlara kardeş olmanın ya da Allah ve Rasulüne düşman olanlarla beraber olmanın yol ayrımındasınız.
Sizler ya Suriyeli kardeşlerimize yardım elinizi uzatarak cesur kahramanlar olmanın ya da korkak köleler olmanın yol ayrımındasınız.
Ve sizler ya Müslümanların sahip oldukları iman gücüne güvenerek sömürgeci kâfirlerden kurtulmanın ya da onlara teslim olmanın yol ayrımındasınız
Sizler ya izzetli ve şerefli bir yaşamın ya da zelil, hor ve hakir bir yaşamın yol ayrımındasınız.
Suriyeli Müslümanlar sizden yardım ve nusret beklemekteler. Daha ne kadar bu çağrıya sessiz kalacaksınız
من أذل عنده مؤمن فلم ينصره وهو يقدر على أن ينصره أذله الله على رءوس الخلائق يوم القيامة
“Kimin yanında bir Mümin zillete düşürülür ve o kimse o Mümine yardım edecek güçte olduğu halde ona yardım etmezse Kıyamet Günü bütün yaratıkların önünde Allah onu rezil eder.”